ALLAH’IN SELÂMINA LAYIK OLMAK 1 |
“Ancak Allah’a selim bir kalple varan başka.” (Şuara 26/89) |
01/08/2014 - 11:04 |
Kur’an’ın en önemli kavramlarından biri olan ‘selâm’, pek çok manayı, hikmeti, faydayı ve hedefi içinde barındırır. Selâm ile son ilahi dini İslâm aynı kökten gelirler. Allah’ın bir güzel ismi de es-Selam’dır. Selâm bir taraftan es-Selâm olan Allah ile ilişkiyi, bir taraftan barış, esenlik, kurtuluş ve teslimiyet olan İslâmı, diğer taraftan gerçek mutluluk yeri olan Dâru’s-Selâmı yani Cenneti işaret eder.
İslâmın selâmı sıradan bir merhaba, bir hallo (alo), el kaldırıp veya baş eğip işaretleşmedeğildir. “Selâmün aleyküm’ün yerine konulmaya çalışılan, “günaydın, iyi günler, merhaba, iyi akşamlar” gibi ifadelerin onun yerini tutmadıkları, selâmın kapsadığı anlamlardan uzak olduklarıaçıktır.
Kur’an’a göre dünya hayatında selâm dini olan İslâma teslim olup iman ve salih amel işleyenler cenneti hak ederler. Cennetliklere de Allah’tan selâm sözü bir ödül olarak ulaşacaktır. Ya da “Allah’tan onlara selâm vardır”. (Yasîn 36/58) Bunu Allah’ın selâmını hak etmek şeklinde ifade edebiliriz.
Burada önce selâmın manasını, Kur’an’daki farklı kullanımlarını ve en sonunda da kimlerin Allah’ın selâmını hak ettiği açıklamaya çalışacağız.
-Selâm nedir?
‘Selâm’, ‘se-li-me’ fiilinden gelen bir masdardır. Sözlükte; dış ve iç âfetlerden belâlardan veya dertlerden uzak olmak demektir. Şu âyette olduğu gibi:“Ancak Allah’a selim bir kalple varan başka.” (Şuara 26/89)
Bu fiilin masdarı “selâm veya selâmet” şeklinde gelir. (R. el-Isfehânî, el-Müfredât, s) Bu da kurtuluş ve (tehlikeden) uzak olma manasındadır. Bazılarına göre selâmet âfiyettir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 7/240) Nitekim şu iki âyette selâm bu manada kullanılıyor:
“Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan toplulukla, Bizden bir ‘selâm-esenlik’ ve bereketle gemiden in…” (Hûd 11/48)
“Biz: ‘Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selâm (selâmetli) ol’ dedik.”(Enbiyâ 21/69)
‘se-li-me’ fiili ve onun türevleri olan kelimeler; barış, teslim olma, güvende olma, ayıp ve kusurdan uzak olma, barışa girme, hayır ve iyilik içinde olma, gibi anlamlara gelirler. (H. K. Ece, İslâmın Temel Kavramları, s: 299 ve 603)
Selâm, insanlar hakkında kullanıldığında, ‘selâm vermeyi’, sözle esenlik, barış ve güven dilemeyi ifade eder.
Araplar İslâmdan önce ‘selâmün aleyküm’ şeklinde selâmlaşırlardı. Bu da onların aralarındaki barışın, tehlikesizliğin, güvenin bir alameti gibiydi. Sanki ‘burada savaş yok (rahat ol)” demiş olurlardı. İslâm geldikten sonra bunu benimsedi ve mü’minlere aralarında bu selâmı yaymalarını emretti. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/241)
Kendilerine gönderilen elçi Lût’u dinlemeyen ve inkârda direnen ve aşırı çirkin işler yapmaya devam eden Lût kavmi cezayı hak etmişti Allah (cc) onları cezalandırmak üzere iki melek gönderdi. Melekler insan suretinde önce bir çocuk müjdelemek üzere hz. İbrahim’e uğradılar. Onun yanına gelince de ona selâm verdiler:
“İbrahim’in seçkin konukları ile ilgili kıssayı hiç duydun mu?
O (semavî elçi)ler İbrahim'e gelip ona selâm verdiklerinde, “(Size de) selâm olsun!” demişti; (ve kendi kendine,) “Bunlar, yabancı kimseler!”(diye düşünmüştü.)”Zariyât 51/24-25. Bir benzeri: Hûd 11/69. Hıcr 15/52)
İbrahim (as) onlara görevlerinin ne olduğunu sorunca onlar; suçlu bir kavmi cezalandırmak üzere gönderildiklerini söylediler. (Zariyât 51/32-34)
Hz. İbrahim görevi gereği babasına ve kavmine, insanın düşmanı olan şeytana itaat etmemesini tebliğ etti. Babası ise eğer tanrılarından yüz çevirecek olursa onu taşa tutup kovacağını söyledi. Bunun üzerine şöyle dedi: “Sana selâm olsun!” “Rabbimden seni bağışlamasını isteyeceğim: Çünkü O bana karşı hep lütufkâr olmuştur.”(Meryem 19/47)
İnkârcılar veya hakikati anlamadıkları için kabul etmemekte direnen kimseler kendileriyle alay ettikleri, ya da hakikat konusunda inatla cedelleştikleri zaman; “Rahmân'ın has kulları ki, onlar yeryüzünde tevazu ve vakar içinde yürürler ve ne zaman kötü niyetli, dar kafalı kimseler kendilerine laf atacak olsa, (sadece) selâm! derler.” (Furkan 25/63)
Kurtuluş, esenlik, barış ve güven, tehlikeden ve azaptan uzak olma gibi selâmın kapsadığı bütün güzellikler sonunda hidayete uyanların hakkıdır.
Allah (cc) hz. Musa’ya ve Harun’a şöyle buyurdu:
“Öyleyse artık ona gidin ve deyin ki: ‘Biz ikimiz senin Rabbinin elçileriyiz; bunun için, İsrailoğulları'nın bizimle gelmesine izin ver ve onlara (artık) sıkıntı çektirme. Biz sana Rabbinden bir mesajla geldik; ve (bil ki O'nun bahşedeceği) nihaî kurtuluş ve esenlik(selâm)(yalnızca, O'nun gösterdiği) yolu izleyen kimselerin olacaktır:”(Tâhâ 20/47)
Bir başka yerde peygamberin muhataplarına esenlik ve selamet dilemesi emrediliyor:
“Ve (O, Elçisinin) şöyle diyeceğini de bilir: “Ey Rabbim, işte bunlar, inanmamakta direnen bir kavimdi.” Fakat sen (verdikleri selâmı) güzel bir karşılıkla al, yani “(size de) selâm olsun” de. Nasıl olsa zamanı gelince (gerçeği) öğrenecekler.”(Zuhruf 43/88-89)Burada görünüşte ‘onlara selâm ver” deniliyor. Bunu “Allah’tan onları selâmete kavuşturması dile” veya “sizinle benim herhangi bir kavgam yok” şeklinde de anlamak mümkün.
Kadir gecesi hem bin aydan daha hayırlıdır ve de sabaha kadar selâm’dır.
Selâm, aynı zamanda barış, huzur, saadet, af ve mağfiretdir. Kur’an’ın inişi hatırına, vahyin asıl sahibi Allah tarafından ilan edilen genel bir affa delâlat edebilir. Ancak bu genelliği ‘Rablerinin izniyle’ şartı sınırlamaktadır. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1284)
O gece melekler hayatın her alanına dair emirlerle inerler. Ancak her emrin hayır ve şerre de şâmil olması ihtimaline karşı, ‘Kadr’e mazhar olacaklar hakkında şer ihtimalini ortadan kaldırmak için buyuruluyor ki “O sabaha kadar bir selâmdır”. Yani sırf selâmettir. Yahut Allah tarafından bir selâmdır. Melekler de müminlere selâm verir dururlar.(Elmalılı, H. Yazır, Tefsir (sad.) 9/347)
Kur’an iman edenlerin bazı özelliklerini saydıktan sonra şöyle diyor:
“Onlar (mü’minler) ki, boş ve anlamsız sözler işittikleri zaman ondan hemen yüz çevirip, “Bizim yapıp-ettiklerimizin hesabını biz vereceğiz, sizin yapıp-ettiklerinizin hesabını da siz vereceksiniz. Size selâm olsun; bizim, (doğru ile yanlışın anlamından) habersiz kimselerle işimiz yok” derler.”(Kasas 28/55) Yani sizden selâmete kavuşmayı istiyoruz derler. “Size selâm olsun” ifadesini “yolunuz açık olsun” diye de anlamak mümkün. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/766)
-Müslümanların selâmı
Mü’minler birbirlerine ‘selâm’ vermekle yükümlüdürler. Kur’an mü’minlerin birbirlerine selâm vermelerini emrediyor.
“Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere sakinlerinden izin almadan, onlara selâm vermeden girmeyin. Eğer (karşılıklı haklarınızı) dikkate alacak olursanız bu (öğüt) sizin kendi iyiliğiniz içindir.”(Nûr 24/27. Bir benzeri. Nûr 24/61)
Bu âyette selâm, ‘tahiyye’ kavramı ile ifade edilmiş ve onun Allah tarafından verilmiş mübarek ve güzel bir şey olduğu açıklanmıştır. Şüphesiz ki bu, mü’minler arasında sevginin ve barışın çoğalmasını sağlayacaktır.
Burada her ne kadar evlere girerken selâm vermeyi, ya da selâm vermeden başkasının evine girmemeyi emrdiyorsa da, gerek aşağıdaki âyet gerekse Peygamber’in (sav) selâmla ilgili uygulamaları, tavsiyeleri, selâmın önemine işarettir. Dinde bir şeyi yapmak mükellef olan müslümana emrediliyorsa o farz anlamında vaciptir.
“(Barış) selâmıyla selâmlandığınız (tahiyye ile) -da daha güzel bir selâm ile karşılık verin veya (en azından) benzeri ile. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını tutmaktadır.” (Nisa 4/86)
Ayette geçen “tahiyye’; sözlükte, ‘Allah sana hayat versin’, Türkçe’deki şekliyle, ‘Allah sana ömürler versin’ demektir. Bir başka deyişle ‘tahiyye’; bulunduğu durumda ve sahip olduğu mülk’te kalmak demektir. İslâmdan önce Araplar birbirlerini ‘Hayyeke’l lahü-Allah ömürler versin, Allah seni mülk sahibi yapsın, mülkünde daim kılsın’ şeklinde selâmlarlardı. Kur’an bu kelimeye‘selâm’ içeriğini kazandırmış, müslümanların duasında Allah’a karşı bütün saygı ve ta’zim (büyük tanıma) ifadelerini bu manaya katmıştır. (H. K. Ece, İslâmın Temel Kavramları, s: 674)
Bir sahabe Peygamberimize ‘İslâmın hangi işi daha hayırlıdır?’ diye sordu. Buyurdu ki: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığına herkese selâm vermendir.” (Ebu Davûd, Edeb/143 (5194). Buhârî, İman/6 (12) ve 20 (28))
Peygamber (sav) buyuruyor ki: “İman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe olgun bir imana sahip olamazsınız. Size, yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayın.” (Müslim, İman/93 (54). Ebu Davûd, Edeb/142 (5193))
Kur’an hz. Peygamber’e kendisine gelen mü’minlere selâm vermesini emrediyor:“Mesajlarımıza inananlar sana geldiklerinde de ki: “Size selâm olsun! Rabbiniz rahmet ve merhameti kendisine ilke edinmiştir...”(En’am 6/54)
Selâm verip almak müslümanlara sevap kazandıran (Buhârî, İman/20 (28)) ve Cennete girmeye vesile olan (Kıyame/42 (2485)) kolay bir ameldir. Selâmlaşmak müslümanlara hayır ve bereket getirir. (Tirmizî, İsti’zan/10 (2698)) Selâm verip almak mü’minleri Allah’a yaklaştırır. (Ebu Davûd, Edeb/144 (5197))
Selâm vermek veya verilen selâmı almak, Kur’an’ın emirlerindendir. Selâm, mü’minler arasında hem bir şiar (alamet), hem bir dua hem de bir güven aracıdır. Mü’minler birbirlerine selâm vererek tanışırlar, birbirlerinden emin olurlar ve birbirlerine dua ederler.
Mü’minler selâmlaşarak aralarındaki kardeşliği ve güveni sağlamlaştırırlar. Birbirlerine, ‘selâm’ anlayışıyla, barışı ve esenliği, Allah’ın es-Selâm ismine teslim olmayı, ‘Selâm yurdu’ cennete kavuşmayı dilerler. Selâmlaşan mü’minler, yaşadıkları evleri ve toplumu ‘selâm (barış ve güven) yeri-darü’s selâm’ haline getirmeye çalışırlar. Böylelikle kendilerinin ulaştığı ‘selâm’ halini müslüman kardeşleri için de isterler.
Bir mü’mine ‘selâmün aleyküm’ veya ‘es-selâmü aleyküm’ diyen bir kimse, ‘selâm senin üzerine olsun’, selâm üzere olasın, selâmette olasın, benden salim ol (benden sana zarar gelmez)’ demiş olur.
-Allah’ın ismi olarak selâm
‘Selâm’, Allah’ın güzel isimlerinden biridir.
“Allah'tır gerçek İlah! O'ndan başka yoktur ilah! O melik'tir, Kuddûs'tür, Selâm'dır, Mü'min'dir, Müheymin'dir, Aziz'dir, Cebbar'dır, Mütekebbir'dir. Allah, müşriklerin iddialarından münezzeh ve yücedir.”(Haşr 59/23)
es-Selâm ismi, Tirmizî ve İbni Mace’nin verdikleri “esmâu’l-hüsnâ” lişstesinde yer almaktadır. (Tirmizî, Da’avat/82 (3507). İbni Mace, Dua/10 (3860))
Peygamberin arkasında namaz kılan sahabeler önceleri tahiyyat oturuşunda “Allah’a kullarından selâm olsun, falana falana selâm olsun” manasında ifadeler kullanırlardı. Bunu duyan Peygamber (sav); “Allah’a selâm olsun demeyin. Allah selâmın kendisidir. Fakat siz siz şöyle söyleyin dedi ve Tahiyyat duasını öğretti.” (Buhârî, Ezan/150 (835). Müslim, Salat/55 (897))
Peygamber (sav) namazın sonunda; “Allahümme ente’s selâmü ve minke’s selâm, tebârekte ya zel-celâli ve’l-ikram” yani, “Ey Allahım sen Selâmsın ve selâm Sendedir...’ denilmesini tavsiye etmiştir. (Müslim, Mesacid/135-136 (1334-1335). Ebu Davûd, Vitir/25 (1512). Tirmizî, Salat/108 (298))
es-Selâm, Allah’a nisbet edildiğinde iki manada anlamak mümkün. Birinci manası, yaratılmışlara ait acz ve eksikliklerden uzak olmak. Demek ki Allah’ın zatı açık ve gizli kusurlardan, yaratıklara mahsus değişikliğe uğramaktan, zeval bulup ortadan kalkmaktan münezzehtir (uzaktır). Aynı anlam Allah’ın el-Kuddûs isminde de vardır. İkinci manası ise selâmetin kaynağı olup esenlik veren demektir. (TDV İslâm Ansiklopedisi, 36/341. R. El-Isfehânî, el-Müfredât s. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 7/241)Kâinatta her şey Allah’ın koyduğu düzene göre devam etmektedir. Allah’ın bütün fiilleri bozukluk ve düzensizlikten uzaktır. O’nun takdirinde ve yaratmasında kusur olmaz.
es-Selâm, hem Allah’ın noksanlıklardan uzak olduğunu, hem de O’ndan kullarına gelen esenliği, güveni ifade eder. Öyleki es-Selâm, her selâmetin kaynağı, kendisi ayıptan, ve kusurdan uzak olduğu gibi selâmet umulan, kurtuluş arayanları selâmete erdirecek olan da O’dur. (Elmalılı, H. Yazır. Tefsir (sad.) 7/524)
(Devamı var...) |