MÜSLÜMANLARDAN İLKİ OLMAK
"De ki: 'Rabbim gerçekten beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim'in hanif (muvahhid) dinine… O, müşriklerden değildi." (En'âm, suresi 6/162)
05/05/2014 - 12:39

Allah'a ve Rasulü (s.a.s.)'e iman edip, imanlarında hiçbir şübheye düşmeyen ve imanlarını, en büyük zulüm olan şirkle karıştırmayan, Allah'ın yeryüzünün halifeleri kıldığı muvvahid mü'minlere, şöyle söylemelerini emir buyurur Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ:
 
"De ki: 'Rabbim gerçekten beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim'in hanif  (muvahhid) dinine… O, müşriklerden değildi."1
 
Müşriklerden olmayan ve tek başına bir ümmet olan, Allah'ın Halil'i İbrahim (a.s.)'ın dini...    Dosdoğru yol ve dimdik duran bir din… Kendisine inanan ve benimseyenlerden dosdoğru olmalarını ve dimdik durmalarını isteyen bir din… Ondan başka hak ve dosdoğru din olmayan tek din… Tevhid ve Vahdet dini: İSLÂM!
 
Kendisine iman edip itaat edenlere:
 
"Seninle birlikte tevbe edenlerle berber emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın çünkü O, yaptıklarınızı görendir.
 
Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'dan başka velîleriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz."2 buyurup, Allah'ın Nebîsi ve Rasulü İbrahim (a.s.) ile onunla beraber olanları örnek edinmelerini emretmektedir:
 
"İbrahim ve O'nunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: ' Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp inkâr ettik. Sizinle aramızda, Siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve kin baş göstermiştir." 3
 
Bu kesin karar ve net tavır, dosdoğru yol ve dimdik duran İbrahim (a.s.)'ın dinine iletilmenin gereğidir… Hangi asırda ve hangi ülkede olursa olsun muvahhid mü'minlerin tavrı budur… Bu olacaktır… Zaman ve mekân değişikliği mü'min müslüman şahsiyeti, olması gerekli olan hâlinden değiştiremeyecektir… Muvahhid mü'min, zaman içinde değişecek bir kişi değildir… O, zamanı değiştirip şirkten Tevhid'e, küfürden imana, tağutî düzenlerden İslâm'a ulaştırmakla görevli kılınmıştır… Rabbi ve İlâh'ı Allah Teâlâ, onu nasıl dosdoğru yola iletmiş, karanlıklardan nûra çıkarmış ise, o da bu nimetin şükrünü edâ etmek için, diğer insanların hidayetine vesile olmaya, onların şirkin, küfrün karanlıklarından İslâm'ın aydınlığına çıkmalarına gayret gösterir… Selef-i Salihin örneğinde olduğu gibi!..
 
Sasanî İmparatorluğunun yıkılıp tarihin derinliklerine gömülmesine vesile olan "Kadisiye Savaşı" öncesi, İslâm ordusundan bir elçi isteyen Mecusî ordusunun başkomutanı Rüstem,  İslâm elçisi olarak gelen Rib'i b. Âmir (r.a.) ile görüşürken, O'na:
 
- Sizi, buralara kadar getiren sebeb nedir? diye sorar.
 
O da, şöyle cevap verir:
 
-Cenâb-ı Allah, bizi gönderdi ki, O'nun dilediği kimseleri, kula kulluk etmekten kurtarıp Allah'a kul yapalım. O kimseleri, dünya sıkıntısında kurtarıp genişliğine kavuşturalım. Dinlerin zulüm ve baskılarından kurtarıp İslâm'ın adâletine kavuşturalım. Cenâb-ı Allah bizi, kendisine imana davet edelim diye dini ile yarattıklarına gönderdi. Bu dini kabul eden kimsenin durumunu kabulleniriz ve kendisine dokunmadan geri döneriz. Amma bu dini kabul etmeyen kimselerle, Allah'ın va'dını gerçekleştirinceye kadar savaşırız!
 
Rüstem:
 
-Allah'ın size va'dettiği şey nedir? diye sordu.
 
  Rib'i b. Âmir (r.a.):
 
-Cennet'tir! İmana gelmeyen kimselerle savaşarak ölen kimse için cennet vardır. Hayatta kalan gaziler için ise zafer vardır, diye cevapladı. 4
 
Allah'ın dinini kabul etmeyen ve bâtıl ideolojilerini devlet yaparak yeryüzünü ifsâd edip fitne ile, zulüm ve sömürüyle bozgunculuk yapanlarla savaşı emreden Rabbimiz Allah, iki güzel şeyden birini va'detmektedir: ya ebedî cennet ile müjdelenen şehadet, ya izzet ile sonuçlanan zafer!..
 
Şöyle buyurdu Allah Azze ve Celle:
 
"(Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur." 5
 
Bu mukaddes savaşı emreden Allah Teâlâ, bu savaşa katılacak Mücahid mü'min kullarına bol nimetler bahşetmiştir:
 
"Hiç şübhesiz Allah, mü'minlerden - karşılığında mutlaka cennet vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur’ân’da O'nun üzerine gerçek olan bir va'addir. Allah'dan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu hâlde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur." 6
 
Yegân Rabbleri ve İlâhları ile yaptıkları bu alış-verişten dolayı çok sevinip müjdeleşen mü'min müslümanlar, yeryüzünde yaşayan insanlar için hem dünya, hem de ahiret kurtuluşu ve mutluluğu olan İslâm’ın egemen olmasını istemeyen, yeryüzündeki bozguncu, sömürücü, zalim tağutlarla savaşırken, yalnız ve yalnız Allah'ın rızasını hedefler, bundan başka bir şeye tabi olmazlar…
 
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
 
"De ki: 'Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O, bizim Mevlâmızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler.'
 
De ki: 'Siz, bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azab dokunduracağını bekliyoruz.  Öyleyse siz bekleye durun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz."7          
 
Âlemlerin Rabbi Allah'ın dosdoğru olan İbrahim (a.s.)'ın hanif dinine ilettiği muvahhid ve mücahid kulunun inancı, anlayışı, tavrı ve Allah yolundaki gayreti böyledir…
 
Rabbi Allah, ona şöyle seslenmektedir:
 
"De ki: ' Şübhesiz benim namazım, ibadetler, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi olan Allah'ındır.
 
O'nun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim." 8
 
Müslümanların ilki olmak... Her muvahhid mü'minin olmazsa olmazıdır… Allah yolunda yapılan bütün çalışmalarda müslümanların ilki olmak… İyilik ve takva üzerine yardımlaşmada yardımlaşanların ilki olmak… Cennete kavuşma yarışmasında yarışanların ilki olmak…
 
Bunun için, hiçbir ortağı olmayan, O'ndan başka hüküm koyucu hak ilâh bulunmayan Âlemlerin Rabbi Allah'a katıksız iman ve tam teslimiyet gerekir… Yani, iman ve salih amel… yani, iman ve takva… Çünkü:
 
"Allah, ancak muttakîlerden kabul eder."9
 
Dünya ve ahiret zararından, hüsrânından kurtulmuş olanlar, "İman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerdir..."10
 
Müslümanların, yani Allah'ın ve Rasulullah (s.a.s.)'ın verdiği hükme hiçbir itiraz etmeden teslim olanların ilki olmak, hayatını ve ölümünü Allah için kılmak ile gündeme gelir… Hayatını Allah'a adayan, başta namaz olmak üzere bütün ibadetlerini yalnız Allah'a has kılanın yaptıkları tam teslimiyeti meydana getirir… Allah'ın kabul ettiği teslimiyet ve razı olduğu hâl budur…
 
Bu hâl üzere bulunan mü'min müslüman kul, kendisini edebî cennetlik kılacak ve ebedî cehennemden uzaklaştıracak amel ile meşgul olmak istemektedir... Ömrünün sonuna kadar Tevhid akîdesi ve salih amel üzere olmayı arzulayan imanlı kulun bütün dileği, bu durumun devam etmesi, kalbinin ve ayaklarının, Allah'ın dini üzerinde sabit kalmasıdır...
 
Namazının, ibadetlerinin, hayatının ve ölümünün yalnızca Allah için olması konusunda, hiç bir ortağı olmayan Allah Teâlâ tarafından emrolunan mü'min müslüman kişi, ahireti, dünyaya tercih eden kişidir... Dünyadaki payını unutmayan, fakat bütün gayreti, ahiret yurdundaki ebedî cenneti kazanmak için çalışan iman ehli kulun en büyük arzusu, Rabbi Allah'ın kendisinden razı olması ve ona şöyle hitab edip kabul buyurmasıdır:
 
"Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,
 
Rabbine, razı edici ve razı edilmiş olarak dön.
 
Artık kullarımın arasına gir.
 
Cennetime gir."11
 
Bu en hayırlı ve ebedî hayata ulaşmak için bütün imkânlarıyla çalışan ümmetin "Selef-i Salihin" 'inden Muaz b. Cebel (r.a.), bütün ümmetin fertlerini kuşatıcı olan bir meseleyi ve her muvahhid mü'minin ihtiyaç duyduğu sorunun cevabını, "mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan" Rasulullah (s.a.s.)'den sorar! 
 
Muaz b. Cebel (r.a.) anlatıyor:
 
Bir seferde, Rasulullah (s.a.s.) ile beraberdim. Bir gün yürümekte iken Rasulullah'a yakın bulundum. Bunun üzerine:
 
- Ya Rasulallah, beni cennete girdirecek, cehennemden uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana dedim.
 
Rasulullah:
 
"Çok büyük bir şey sordun. Ancak bu, Allah'ın kolay kıldığı kişi işin pek kolaydır. Hiç bir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah'a kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın. Zekatı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın. Gücün yeter, imkân bulabilirsen Beyt'i / Ka'be'yi haccedersin. " buyurdu.
 
Sonra sözünü devamla:
 
"Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi?: Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi, günahın azabını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür." buyurdu.
 
Bundan sonra Rasulullah (s.a.s.) :
 
"Onlar, yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rabblerine korku ve umutla duâ ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler.
 
Artık hiç bir nefis, yaptıklarına karşılık olmak üzere kendileri için gözler aydınlığı olarak nelerin ( sayısız nimetler) saklandığını bilmez." (Secde,32/16-17) ayetlerini okudu ve :
 
" Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi ?" buyurdu.
 
Ben:
 
- Evet, bildir ya Rasulallah ! dedim.
 
Rasulullah:
 
" İşin başı Îslam, direği namaz, doruğu cihaddır." buyurdu.
 
Sonra:
 
"Sana, bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can damarını) bildireyim mi ?"  buyurdu.
 
Ben:
 
- Evet, bildir ya Rasulullah ! dedim.
 
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), dilini tuttu ve:
 
" Şunu koru!" buyurdu.
 
Ben:
 
-Ya Rasulallah, biz, konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız? diye sordum.
 
Rasulullah :
 
"Annen yokluğuna yansın ey Muaz, insanları, yüz üstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!" buyurdu. 12
 
Cehennemden uzaklaşıp cennete girmek isteyen "Ehl-i İman" olan kişilerin şu asla değişmez ve değiştirilemez İslâm'ın temel ilkelerine sarılıp gereğiyle amel ederek dosdoğru davranmalıdırlar:
 
1- Lâ ilâhe illallah'ın gereği olan hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah'a kulluk etmek.
 
2- Namazı dosdoğru kılmak.
 
3- Zekâtı vermek.
 
4- Ramazan orucunu tutmak.
 
5- İmkân bulabilirse hacca gitmek.
 
Bunlarla beraber sadaka verip gece namazı kılmak, kulun yaptığı günahların azabını siler süpürür.
 
Muvahhid mü'minlerin dâvâsının, "başı İslâm, direği namaz ve doruk noktası cihaddır."
 
Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla, elleriyle ve dilleriyle cihad olmadan, ümmetin ne kurtuluşu olur, ne de huzuru!.. Muvahhid ve mücahid mü'minler, şartlarına ve ilkelerine dikkat ederek, gereği gibi davranarak Allah yolunda cihad ederler… Her hayırda müslümanların ilki olmaya gayret eden her mü'min kul, hayırlarda yarışma konusunda hep birinci olmak ister…
 
"Artı hayırlarda yarışınız."13 buyuran Rabbimiz Allah Teâlâ, bu hayırlı yarışı devam ettiren kullarının özelliklerini şöyle beyan eder:
 
"Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennet (kavuşmak için) yarışın. O, muttakîler için hazırlanmıştır.
 
Onlar, bollukta da, darlıkta da infâk edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.
 
Ve çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'dan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar, yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.
 
İşte bunların karşılığı, Rabblerinden bağışlanma ve içinde ebedî olarak kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetleridir. (Böyle ) yapıp edenlere ne güzel bir karşılık (ecir var)." 14
 
Mü'min müslümanlar,  önce tağutu red, Allah'a iman olan Tevhid üzere bir araya gelip, mü'minlerin biribirinin velîsi ve kardeşi olduğu hakikatini pekiştirmeleri, bir vücûdun organları hâline gelmelidirler… Tek millet olan küfür cephesinden ayrılmalı, İslâm topraklarını işgal eden tağutî işgalcilerden tamamen uzaklaşıp İslâm cephesini ve İslâm Milleti'ni oluşturmalıdırlar…  Hak ile bâtılı birbirine asla karıştırmamalı, hakkı bâtıldan ayırıp cepheleri netleştirmelidir…
 
İşte o zaman Rabbimiz Allah'ın şu buyruğu gerçek mânâsıyla gündeme gelir:
 
"De ki: 'O (Allah), her şeyin Rabbi iken, ben Allah'dan başka bir Rabb mı arayayım?"15
 
"Ey insanlar, Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'ın dışında bir başka yardımcı var mı? O'ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse nasıl olurda çevriliyorsunuz?"16
 
"Bir olan, kahreden Allah'dan başka ilâh yoktur.
 
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir, üstün ve güçlü olan, bağışlayandır."17
 
Bir asırdan beridir egemen zalim tağutlar tarafından işgal edilen İslâm topraklarında esaret altında yaşayan, müslüman olduklarını söyleyen kitleler, zaman geçtikçe işgal kuvvetlerini benimser oldular… İşgal devletlerine "devletimiz" deyip sahipleniyor, onun tağutî yöneticilerinin ilâhlaştırdıkları hevâlarından kaynaklanan yasaları kabul ediyor, onları yasama makamında görüyor, emirlerini yerine getirip yasaklarından çekiniyor… Allah'ın hükümlerini geçersiz kılıp kendi yasalarıyla sevk ve idare eden yöneticiler, Allah'ın helâl, yani serbest kıldıklarını, haram yani yasak kılıyor, Allah'ın haram kıldıklarını, yani yasakladıklarını helâl kılıyor, yani serbestleştiriyor… Buna rağmen onlara itaat ediyor, hattâ toz kondurmamaya çalışıyorlar…
 
Rabbimiz Allah ise şöyle buyuruyor:
 
"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasul'e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin)." 18
 
Sizden olan yöneticiler, sizin gibi Allah'a ve Rasulü (s.a.s.)'e iman edip itaat edenler, sizleri Allah ve Rasulü (s.a.s.)'in hükmüne göre yönetenler, işte bunlar, "ulu'l-emri minkum" yani sizden olan emir sahipleridirler…
 
"Ben, müslüman olanların ilkiyim" diyen muvahhid şahsiyet, yeryüzünde Allah ile hudud yarışına giren hiçbir tağutu tanımamakla ve red etmekle emrolunmuştur… Çünkü Allah'ın hiçbir ortağı yoktur…
 
"Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir." 19
 
Dipnot
 
1- En'âm, 6/162.
 
2- Hud, 11/112-113.
 
3- Mümtehine, 60/4.
 
4- İbn Kesîr, El-Bidaye ve'n-Nihaye - Büyük İslâm Tarihi, çev. Mehmet Keskin, İst. 1994, C. 7, Sh. 68.
 
İbnu'l-Esir, El-Kamil Fi't-Tarih - İslâm Tarihi, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 1985, C. 2, Sh. 425.
 
5- Bakara, 2/ 193. Enfal, 8/39.
 
6- Tevbe, 9/111.
 
7- Tevbe, 9/51-52.
 
8- En'âm, 6/162-163.
 
9- Mâide, 5/27.
 
10- Asr, 103/3.
 
11- Fecr, 89/27-30.
 
12- Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-İman, B. 8, Hds. 2749.
 
 Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B. 12, Hds. 3973.
 
İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, çev. Zekeriya Yıldız, İst. 2010, C. 10, Sh. 375-376, Hds. 11330.
 
Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek Ale's-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, C. 4,Sh. 112, Hds. 2455. (Kısmen)
 
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, Vdğ. İst. 2014, C. 9, Sh. 202, Hds. 12856-12857. (Kısmen)
 
13- Mâide, 5/48. Bakara, 2/148.
 
14- Âl-i İmrân, 3/133-136.
 
15- En'âm, 6/164.
 
16- Fatır, 35/3.
 
17- Sad, 38/65-66.
 
18- Nisa, 4/59.
 
19- Bakara, 2/256.