Haccın Şuuru |
Hac muhteşem bir ibadettir. Kur’an-ı Kerimin diliyle “min şeairillah” (Allah’ın sembollerinden.) oluşan bir ibadet. Hac, tıpkı namaz gibi belli zamanlarda ve belli mekanlarda yapılan rükünleriyle zaman şuuru ve mekan şuuru kazandırır. |
03/10/2013 - 14:06 |
Hac, hem namaz ve oruç gibi bedeni hem zekat gibi mali hem Cuma ve cihad gibi sosyal ve siyasi bir ibadettir. Bu üç boyutu böylesine vurgulu bir biçimde bünyesinde toplayan tek ibadettir. Bu sebepledir ki, peygamberimizin dilinden diğer hiçbir ibadet için verilmeyen müjdeler hac için verilmiştir. Ne var ki, tek bir şartla: makbul olması, mebrur olması yani kabul görmüş olması şartıyla. Nitekim peygamberimiz “Allah katında mebrur (kabul olmuş) haccın karşılığı mutlaka cennettir.” Buyurmuştur.
Hac, insanoğlunun uzaklaştığı fıtratına yeniden dönüşünün sembolik bir talimidir. Hac, kendi kendisine yabancılaşan bireyin kimliğini, kişiliğini bulup kendisine dönmesinin vesilesi olan soylu bir yolculuğun adıdır. Hac, mahşerin provasıdır. Âdet haline getirilen ibadetlerin yeniden kazanılmasından başlayan bir şuurun da vesilesidir Hac.
Peygamber Efendimiz ‘namazı kaybedecekler’ mucizevî haberinde olduğu gibi namazı kaybettik. Orucu kaybettik. Zekatı kaybettik. Haccı kaybettik. Namaz kıldık. Oruç tuttuk, ama ruhunu kaybettik. Peygamberimizin beyanıyla ‘yanımıza sadece yorgunluğumuz ve açlığımız’ kaldı. İçi boşaltılmış dindarlık, ruhu kaybedilmiş ibadetler, Kur’an ve Sünnete vurulmadan yaşanan dini hayat, Müslümanlık kalitemizi yükseltmeyip düşürdü. Halbuki bütün ibadetler, bireysel ve sosyal birçok derde derman olma vasfını taşıyordu. Meselâ ‘Namaz insanı kötülüklerden ve aşırılıklardan alıkoyardı.’ (29 Ankebut 45) Oruç, ‘insanı Allah’a karşı bizi takvaya ulaştırırdı.’ (2 Bakara 183) Zekat, ‘insanı ve toplumu arındırır ve temizlerdi.’ Hac, ‘insanı ayakta durmayı, kıyamı, direnişi öğretirdi.’ Bütün ibadet ve tatlarımız, insanımızın içine düştüğü bunalımların, dertlerin dermanıydı. Kaybolan her ibadet, bizden huzuru alıp, felakete yaklaştırdı. Bizi Rabbimize yaklaştırması gereken ibadetler, ruhunu ve şuurunu kaybettiğinde; Rabbimizden, O’nun kulluğundan uzaklaştırdı.
“Namazı, orucu, özellikle haccı yeniden kazanmak yahut yeniden ihya etmek.”
İşte meselemiz de gündemimiz de bu!
Kıble bilinci olmadan namaz bilinci nasıl mümkün olabilir? Kıble, yani coğrafya bilinci. Bu da en güzel hac ibadeti ile uyandırılabilir. Masa başında çizilen sınırlardan kurtulduğumuzu hatırlatan, ‘gönül dünyamızın, İslam kardeşliğinin sınırı yok!’ ikazını yerine getiren bir farzdır Hac. İbadetler içerisinde haccı, peygamberler içerisinde peygamberimize ve semavi mesajlar içerisinde Kur’an’a benzetebiliriz. Nasıl ki peygamberimiz her peygamberin en güçlü özelliklerini kendinde birleştiren bir şahsiyet, Kur’an da bütün vahiylerin özünü bünyesinde barındıran bir kitapsa, hac da bütün ibadetlerin özünü bünyesinde birleştiren özel bir ibadettir. Haccı dirilten bir fert şahsiyetini diriltmiş olur. Haccı dirilten bir ümmet ise kişiliğini diriltmiş olur.
Haccın tanımı yapılırken ona “bir yol bulan” ya da “ona yol bulmaya gücü yeten” ibaresindeki yol sadece maddi imkana indirgenmemelidir. Öyle fakirler vardır ki, parası olmadığı halde hacca gitme imkanı doğmakta ve istemesi halinde bu ibadeti kolaylıkla ifa edebileceği fırsatlar ortaya çıkmaktadır. Genelde yapılan hac tarifleri, bu çeşit fırsatları yok sayan ve ekonomik açıdan zengin sayılan insanlara hitap eden ekonomik tariflerdir. Maddeyi önceleyen bu tarife rağmen Müslüman beldelerden fevc fevc insanlar buldukları her fırsatı değerlendirerek bu farizayı ifa etmek için meşru her yolu denemekte ve zorlamaktadırlar. Hac her müminin Allah’la akdini yenilemek için fırsatını bularak sembollerden oluşan belli zamanlarda ve mekanlarda yerine getirdiği ibadetlerdir. Haccın sadece zenginlere mahsus bir ibadet gibi algılanacağı günlerin geleceğini çok önceden tahmin eden peygamberimiz asıl hacca ihtiyacı olanların fakirler olduğunu bakın nasıl üslupla açıklıyor: “Hac ve umre, körüğün madenin posasını temizleyip yok ettiği gibi fakirliği ve günahları yok eder.” (Tirmizi, İbni Mâce)
Şuurlu Hac, şuurlu Müslümanlarla yapılır. Bu da yeni bir insan inşasını gerektiriyor. Modern bireyin alt-üst olmuş değer yargısını yeni, asli konumuna döndüren bir şuura ihtiyaç var. İnsanlığı unutan ve unutturan modernizme, ‘insan yüzlü bir hayat’ takdimi, ‘iman merkezli yeni bir hayat’ın inşasını gerçekleştirmeliyiz. Yeni bir toplumun inşasını gerçekleştirecek bu yeni insan; Önce Rabbine, kendisine, topluma ve eşyaya karşı sorumluluğunun bilincine ulaşmış, yürek yürek insanlığa huzur taşıyan, onlara tevhidin, özgürlüğün ve adaletin gerçek kapısını gösteren bir topluluk. Allah’a kulluğa çağıran (Allah’a davet eden, salih amel işleyen (dürüst ve erdemli davranan) ve «Ben gerçekten müslümanlardanım» (“Elbette ben kayıtsız şartsız Allah’a teslim olanlardanım”) diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?) (41 Fussilet 33)
İhramına bürünüp mahşerini yaşamaya gelen her hacı adayının elinden insanlar, hayvanlar ve bitkiler emin olmalıdır. Şahsî mahşerini yaşamak için kefeni sembolize eden ihrama girdiğinde dünyanın arkanda kaldığını unutma! “Bu dünyada bir garip yolcu gibi ol!” buyuran Peygamberimizin ikazını da, kabrinden kalkıp mahşere yürüyen biri gibi olduğunu da…
Rabbinden bağımsız bir hayatın olamayacağı düşünce ve niyeti içinde Hac yolculuğuna başlanmalı. Bunun icabı olarak da, kulluğu en yüce makam, Peygamberimizi en güzel dost, nefsini en büyük düşman, imanı en büyük kuvvet, bu mukaddes yolculuğu en önemli iş, teslimiyeti en yüksek makam, ‘Mü’min’i en yüce ünvan olarak görülmeli. Böyle olmaz ise, Haccın şuuruna erişilemez.
Müminin gayesi, bütün dünyanın harem olması için gayret göstermektir. Hacca giden her mümin, savaş alanına dönen dünyada, her insan, bulunduğu yeri canın, malın, ırzın, neslin ve inancın korunduğu, insana insanca davranıldığı, tabiata tecavüzün olmadığı, aksine hayvanların, taşların ve toprağın dahi hürmet gördüğü bir harem yapılmanın mücadelesini vermelidir.
Hac, mümine vefa borcunu hatırlatır. Teşekkürü ve şükrü öğretir. Hacdaki her tavaf, her say bu şuur içinde yapılmalıdır.
Allah’ın buyurduğu gibi: “Hacda rafes (cinsel yaklaşma) yok, füsuk (günah sayılan davranışlarda bulunma) yok, cidal (tartışma, sürtüşme, kavga) yok” (2 Bakara 197)
Bu üçü tam bir ruh disiplinine dikkat çeker. Bu üç ikaz levhası, iradenin imtihanıdır. İnsanı ahseni takvim kılan, melekleri Âdemin önünde yerlere eğen iradedir. İradenin imtihanında şehvet birinci sırada, hududa riayet ikinci, tartışma ve kavga üçüncü durak. Bilhassa cidal, haklı olduğumuz hallerde başkalarıyla giriştiğimiz tartışma-polemik ve kavga. İşte bunun da imtihanını vereceğiz.
Hac, kişinin kendisiyle barışma ameliyesi. Kendisiyle barışık olmayan, herkese ve her şeye kızarken, devamlı başkalarıyla meşgul olurken görürsünüz. İçindeki kavgayı dışarı taşırken kendisinden kaçmakta, kendisiyle yüzleşememekte, kendisini hesaba çekemekte. İşte Hac, içe dönmenin, içe/öze yolculuğun adıdır. Dostlarıyla dalaşanların düşmanlarıyla savaşamayacaklarını unutmayalım.
“İnananlar muhakkak kardeştir” emri İlahisinin yoludur bu yolculuk. Topluca ‘Allah’ın ipi’ne sarılmanın yolculuğu… Hac yolculuğuna başlayanlar, aşk, özgürlük ve güvenlik beldesine ‘nurun merkezi’ne doğru kanat çırpan ruhlar, yüreğini bedeninden önce harekete geçiren Allah yolunun yolcuları olduğunu unutmasınlar.
Bu yolculuğa çıkanların şuurlu bir yolculuk yapmaları, yolun da yolcunun da yola dâvete icabet edenin de dâvet eden Rabbinin emrini yerine getirmek, O’nun rızasını kazanarak makbul ve mebrur bir hac ile yolculuğu noktalama niyazıyla gidenlere hayırlı yolculuklar diliyorum. Gidemeyenlere de o hasret, heyecan, aşk ve şevk içinde gönül dünyalarıyla Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de bulunma duygu ve düşüncelerini kaybetmemeleri için dua edelim. |