Mü’min kullar!.. Mallarının ve canlarının bedeli ebedî cennet olan kullar… Yalnız ve yalnız, kendilerini yaratan Âlemlerin Rabbi Allah âzze ve Celle’ye kul olmuş olanlar… Allah’dan başka rabb, melik ve ilâh kabul etmeyen salîh kullar… Allah’a ve Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e iman edip itaat eden sadık kullar…
Allah Teâlâ’nın, kendileri için:
“Hiç şübhesiz Allah, mü’minlerden-karşılığında onlara mutlaka cennet vermek üzere-canlarını ve mallarını satın almıştır.”1 diye buyurduğu muvahhid kullar…
“Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.”2 diye Allah tarafından övülen muttakî kullar…
Yaratılış gayeleri, Allah’a kul olmak… Onlar da bu gayelerinin gereği, kendisinden başka hak ilâh olmayan, kulları üzerindeki hâkimiyetinde eşi, benzeri ve ortağı bulunmayan Allah Teâlâ’ya kul olmuş, kulluğun icâbı olan itaatlerini, kendilerine Rasulullah (s.a.s.)’i örnek ederek gerçekleştirmişlerdir… “Hayat, iman ve cihaddır.” Hakikatına inanmış, bütün iman edip imanlarını asla zedelememiş ve Allah yolunda cihada devam etmişlerdir…
Muvahhid mü’min kullar… Allah’ın hükümlerine teslim olmuş müslüman kullar… Kadın olsun, erkek olsun bu teslimiyetlerini hakkıyla yerine getiren kulları, Rabbimiz Allah değerli kılmış, değerlerini yüceltmiş ve onlardan razı olmuştur…
“İman edip salih amellerde bulunanlar ise, işte onlar da yaratılmışların en hayırlılarıdır.
Rabbleri katında onların ödülleri, içinde ebedî kalıcılar olmak üzere ardından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah, onlardan razı olmuştur, kendileri de O’ndan razı kalmışlardır.”3
Böyle buyurur onlar hakkında, onlardan razı olup onları razı eden yegâne ilâhımız Allah Teâlâ…
Yaratılmışların en hayırlıları olan mü’min kulların, Allah katındaki değerini, “alemlere rahmet olarak gönderilen” Rasulullah (s.a.s.) hadis-i şeriflerinde beyan buyurmaktadır…
Abdullah b. Amr (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):
“Allah katında mü’minden daha değerli hiçbir şey yoktur.”4
Abdullah ibn Abbas (r.anhum) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Ka’be’ye bakıp şöyle buyurdu:
“Lâ ilâhe İllallah, ne güzelsin, ne kadar da güzel kokuyorsun. Ne kadar büyük bir saygınlık ve dokunulmazlığa sahibsin.
Mü’min kişinin saygınlık ve dokunulmazlığı, seninkinden daha büyüktür.
Yüce Allah, sana dokunulmasını ve zarar verilmesini haram kılmıştır. Ayrıca mü’min kişinin malını, canını ve ırzını saygın ve dokunulmaz kılıp onun hakkında kötü düşünülmesini yasaklamış ve haram kılmıştır.”5
Mü'min kulun değeri, kalbinde taşıdığı katıksız imandan ileri gelir... Kalbi ihâta eden Tevhid ve İman, bedenin diğer organlarına te'sir eder ve onların imanın emrine girmesini sağlar... Bir kulu değerli kılan, kalbinde yer alan ve kalbini tamamıyla kuşatan katıksız imandır... Kul, bu imanı sayesinde değer kazanır ve yücelir... İmanın gereği olan salih ameller işleyerek takvaya ulaşır ve takvasıyla Rabbi Allah'ın katında bir üstünlük sağlar... Bu imandır, ona hakkıyla sahip olan mü'min kulu tertemiz yapan... Bu imandır, dünyada izzete, ahirette de cennete sahip olmayı sağlayan...
Bir kalbde, imanın yerine küfür, Tevhidin yerine şirk yer aldığı zaman o kalbin sahibini pisleştirir, kirletir, necis bir hâle getirir... Dünyada zillet, ahirette ise ebedî cehennem onun hakkı olur... Necâset olan şirk ve küfür, girdiği kalbin sahibini necis yaptığı gibi, dünyada da, ahirette de çok değersiz bir hâle getirir...
''Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pislik (necis)tirler. Öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar.''6 diye buyurmakta Âlemlerin Rabbi Allah...
İman edip salih amel işleyenler, yaratılmışların en iyisi iken:
''Şüphesiz kitab ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, içinde sürekli kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir. ''7
Yaratılmışların en iyisi, en temizi, en güzeli ve en hayırlısı olan mü'minler, salih ameller işler ve bu hayırlı hâllerini titizlikle korumaya çalışırlar… İman üzere, İslâm üzere yaşar ve bu akîde ile bu salih amel üzere ölmeyi dilerler…
Allah'ı seven ve Allah'ın sevdiği kullar...
Mü'min kardeşlerine karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve izzetli kullar... Allah yolunda üzerine düşen cihad vazifelerini hakkıyla yapan ve hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyen vakarlı kullar...8 Allah'ı velî edinmiş,9 Allah'ın velîleri...10 Muvahhid Mü'minler, Rahman Allah'ın velîleridirler...
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
''Allah şöyle buyurdu:
Her kim, (Beni tanıyan ve ihlâs ile bana ibadet eden ) velîme düşmanlık ederse, Ben de ona harb ilân ederim. ''11
Ve:
''İman edenlere yardım etmek, Bizim üzerimize bir haktır.''12 buyurur Allah Teâlâ...
Allah Azze ve Celle, şirkin ve küfrün her türlüsünden arınmış, asla şirk koşmamış, kendisini Tevhid eylemiş ve yalnızca kendisine ibadet, yani itaat etmiş olan muvahhid mü'min kullarına kendisinin takdir buyurduğu değeri vermiş, kalblerini uzlaştırmış, kalblerine imanı yerleştirmiş, onları ateş çukurunun kenarında ateşe düşmekten kurtarıp kardeşler kılmıştır... 13 Dinlerini kemâle erdirmiş, üzerlerindeki nimetini tamamlamış, din olarak onlara İslâm'ı seçmiş ve ondan razı olmuştur...14Onlara düşman olanların, kendisine düşman olduklarını ve o düşmanlara harb aştığını beyan buyurmuştur:
''İnkâr edenler, kaçıp kurtulduklarını sanmasınlar. Gerçek şu ki onlar, (Bizi) âciz bırakamazlar.
Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup caydırasınız. Allah yolunda her ne infâk ederseniz, size noksansız olarak ödenir ve siz, haksızlığa uğratılmazsınız. ''15
Allah, mü'min müslüman kullarına böyle değer veriyor ve onların velîsi, yani dostu, yardımcısı, destekleyicisi olduğunu, bundan dolayı yalnız Allah'a dayanıp güvenmelerini emir buyuruyor:
''Sizin velîniz, ancak Allah, O'nun Rasulü, rukû ediciler olarak namaz kılan ve zekât veren mü'minlerdir.
Kim Allah'ı, Rasulünü ve iman edenleri velî edinirse, hiç şüphe yok, galib gelecek olanlar, Allah'ın taraftarıdır.''16
'' ( Yakup dedi ki : ) ' Hüküm, yalnızca Allah'ındır. Ben, O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O'na tevekkül etmelidirler.''17
Allah katında en değerli varlık olan Mü'min müslüman kulun rahatsız edilmesi, ona eziyet edilmesi, korkutulması câiz olmadığı gibi, haram ve günahtır...
''Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara irtikab etmedikleri (bir suç) sebebiyle eziyet edenler ise, gerçekten bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir.''18
İbn Ömer (r.anhuma) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
''Kim bir mü'mini korkutursa, onu, kıyamet gününün korkularından emin kılmamak, Allah üzerine hak olur.''19
Allah Teâlâ, O'na velî olmuş ve kendisinin velîsi olduğu bir mü'min kulunu, mü'min olduğu için bilebile öldüren kimsenin ebedî cehennemlik olduğunu, gazaba ve lânete uğradığını beyan buyurur:
''Kim bir mü'mini kasıtlı olarak (taammüden) öldürürse cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir. Allah, ona gazablanmış, onu lânetlemiş ve ona büyük bir azab hazırlamıştır.''20
İmam Nesefî (rh.a.), '' Medârikût-Tenzîl '' adlı meşhur tefsirinde, bu ayeti tefsir ederken şöyle diyor:
''Yani, bir kimseyi mü'min olduğunu bilerek kasıtlı bir şekilde öldürürse, demektir. Ki bu, küfürdür. Ya da bir mü'mini öldürmeyi helâl sayarak öldürürse, bu da aynen küfürdür. Cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Yani, Allan onu cezalandırırsa eğer. Çünkü Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: :
''Eğer Allah onu cezalandırırsa, işte bu cehennemde ebedî kalış onun cezasıdır.''
Bazen, 'hulûd' ifadesiyle cehennemde uzun müddet cezalı olarak kalmak kasdolunur.
Allah, ona gazab etmiş, intikam ve öç almış, onu lânetlemiş ve büyük bir suç işlediğinden muazzam bir yanlış yaptığından dolayı, onun için büyük bir azab hazırlamıştır. ''21
El-Berâ b. Âzib (r.a.)'ın rivayetleriyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.) :
''Şüphesiz dünyanın yok olması Allah katında, haksız yere bir mü'mini öldürmekten ehvendir.''22
İmam Sindî (rh.a.), bu hadisin mânâsıyla ilgili olarak özetle şöyle der:
'' Bu hadis, bir müslümanı öldürmenin çok büyük ve ağır bir suç olduğuna delâlet eder.
Şöyle ki:
İnsanların nazarında dünya, yani yer küresi büyük ve önemli bir varlıktır. Yer küresinin yıkılıp gitmesi de, insanların gözünde çok büyük bir musîbettir. Bu itibarla, ' dünyanın yok olması, müslümanı öldürmekten daha ehven ve basittir ' denilince, müslümanı öldürmenin anlatılmayacak derecede tehlikeli, korkunç, çirkin ve çok büyük bir âfet olduğu belirtilmiş olur.
Bazılarına göre, bu hadisteki mü'minden maksad, Allah Teâlâ'yı gerçek mânâsıyla tanıyan, sıfatların mahiyetine vakıf olan kâmîl mü'mindir. Çünkü yer küresinin yaratılış hikmeti, böyle mü'minlerin yaşaması, Allah'ın azametini düşünmesi yerde, gökte bulunan varlıklarda tefekkür edip imanla ilâhî sırlara kavuşmasıdır. Şu hâlde yer küresi ve dünya, kâmil mü'minler için yaratılmıştır. (Dünya,) Allah katında asil bir yaratık değildir. Asil yaratık, kâmil mü'mindir. Durum bu olunca, dünyanın yıkılıp yok olması, kâmil mü'minin öldürülmesinden daha hafiftir.''23
Enes b. Malik (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
''Her mü'minin iki kapısı vardır. Bir kapıdan ameli akar, diğer kapıdan rızkı iner. Öldüğü zaman, bu iki kapı onun için ağlar.
İşte: ''Onlar için ne gök, ne yer ağlamadı ve onların azabı ertelenmedi.'' (Duhan, 44/29)24 ayet-i kerimesi'' buna dairdir.
Saîd b. Cübeyr (rh.a.) anlatıyor:
Bir adam Abdullah b. Abbas'a geldi ve O’na:
— Ya İbn Abbas, Allah Teâlâ’nın:
''Onlar için ne gök, ne yer ağlamadı ve onların azabı ertelenmedi.'' (Duhan, 44/29) kelâmı için ne dersin? Gökler ve yer bir kimse için ağlar mı? diye sordu.
Abdullah İbn Abbas şöyle dedi:
— Evet, hiçbir yaratık yoktur ki, onun gökte bir kapısı, bulunmuş olmasın. Kişinin rızkı O kapıdan iner ve ameli o kapıdan yukarı çıkar.
Mü'min kul ölünce, amelinin yukarı çıktığı ve rızkının aşağı indiği, gökteki o kapı kapanır. Bundan dolayı gök onun için ağlar. Yeryüzünde namaz kılmış olduğu ve üzerinde Allah'ı zikrettiği yerini kaybedince de yeryüzü onun için ağlar.
Fir'avn kavminin ise, ne yeryüzünde faydalı bir eseri vardı, ne de göklere yükselecek salih bir amelleri. Bu sebeple gökler ve yer onların üzerine ağlamadı.26
Şureyh b. Ubeyd el-Hadrâmî (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Şübhesiz İslâm garib başladı. Başladığı gibi yine garib olarak dönecektir.
Şunu bilin ki; mü’minin adına gurbet olmaz. (Çünkü) kendisi için ağlayacakların yanında bulunduğu bir gurbette bir mü’min ölecek olursa, mutlaka gök ve yer onun için ağlar.”
Sonra Rasulullah (s.a.s.):
“Onlar için ne gök, ne yer ağlamadı.” Buyruğunu okudu. Arkasından:
“Çünkü onlar, kâfir için ağlamaz.” Buyurdu.27
Mücahid (rh.a.) şöyle dedi:
— Bir mü’min ölürse, mutlaka gök ve yer kırk sabah (kırk gün) onun için ağlar.
(Ebu Yahya) dedi ki:
Ben de O’na:
— Yer ağlar mı? Dedim.
O:
— Buna şaşıyor musun? Yer, ruku’ ve sucudla kendisini imâr eden bir kul için neden ağlamasın? Gök de, tekbiri ve tesbihi ile kendisinde arı vızıltısı gibi bir uğultu uyandıran bir kul için neden ağlamasın?28
Abdullah İbn Abbas (r.anhuma), Mücahid (rh.a.), Said b. Cübeyr (rh.a.) ve benzeri âlimlerden, bu ağlamanın kırk gün devam ettiği rivayet edilmektedir.29
Kadın olsun, erkek olsun katıksız iman eden mü’min şahsiyet, en kıymetli, en değerli ve en hayırlı olan kişi, tağutu reddedip Allah’a inanmış ve hiç kopmayan kulpa yapışmış kul!..
Bir kalenin fethi esnasında bir mü’minin öldürülmesi söz konusu olunca, Emiru’l mü’minin İmam Ömer ibnu’l Hattab (r.a.) şöyle söyler:
— Ben, tek bir kimsenin dahi burnunun kanamasına razı olmam. Bir mü’mini dünyalara değişmem!
İmam Ömer (r.a.), Enes b. Mâlik (r.a.)’a sorar:
— Herhangi bir şehri kuşattığınızda ne yaparsınız?
Enes (r.a.) bu soruya:
— Önce, bir adama silah işlenmesin diye deriden bir elbise giydirir, sonra da onu şehre göndeririz, cevabını verir.
İmam Ömer:
— Peki, ya onu taşlarlarsa? Diye sorar.
Enes:
— O zaman ölür, bir şey yapamayız, dediğinde,
İmam Ömer:
Böyle yapmayın! Hayatım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer bir mü’mini kaybedecekseniz, dört bin silah şörlü bir şehri alma pahasına da olsa bu beni sevindirmez! Dedi.
Başka bir zaman da İmam Ömer (r.a.)’ın, o günün imkânsızlıkları içinde tehlikeli bir denizde fethe girişme teşebbüslerine karşı ise şu cevabı verdiği bilinmektedir:
— Vallahî, benim için bir tek müslüman, Bizans’tan ve Bizans’ın içinde bulunan her şeyden çok daha değerli, çok daha sevimlidir. Sakın, sakın bana bu konuda bir daha bir şey sormayın!30
Mallarına ve canlarına cennet bedel kılınan mü’min kullar, kullara kul olmayı reddedip yalnızca Allah’a kul olmuş ve bu değerli dereceyi elde etmişlerdir… Bundan dolayı diyoruz ki:
Mü’min müslüman şahsiyet kendi değerini bilmeli, bu servetin, be cevherin ve bu hazinenin farkına varmalıdır… Her zamanda ve mekânda Allah için mütavazı olup kıymetini takdir etmeli ve onu asla aşağıya düşürmemelidir… Her ânda olması gerekli olduğu hâlini korumalıdır… Çünkü Allah katındaki en kıymetli varlık, mü’minin varlığıdır…
Mü’min ferdin en yakın çevresi, muvahhid ailesidir… Tevhid ailesinin her ferdi muvahhid mü’mindirler… Aile reisi olan mü’min baba, hem kendi değerini bilecek, hemde muvahhid mü’min olan hanımının değerini bilecektir… Mü’min müslüman olan hanım da, hem kendi değerini bilecek, hem de mü’min olan kocasının değerini bilecektir… Muvahhid mü’min olan anne ve baba, yine Muvahhid mü’min olan çocuklarının değerini bilecek, çocuklar da mü’min anne ve babalarının değerini bileceklerdir…
Bu muvahhid aile, en yakın çevreleri olan mü’min müslüman akrabalarının ve komşularının değerini bilecek, karşılıklı birbirlerini sevip sayacaklardır…
Merkezden çevreye bu değer bilip takdir edilerek, büyük Tevhid ailesi olan vasat ve şahid ümmetin her mü’min ferdinin değeri takdir edilip bilinmesi gerekir…
Aziz İslâm Milleti’nin mü’min müslüman ferdleri, birbirlerinin kıymetini bilir, hürmet ve muhabbetlerini, Rabbleri Allah’ın rızasına uygun gerçekleştirecek oldukları vakit, kalbleri uzlaşır, aralarındaki velâyet bağları pekişir, Hepsi sıkılmış bir yumruk, yâda bir vücûdun organları hâline gelirler… Kardeş ve dost olurlar… Hep beraber Allah’ın ipine sımsıkı sarılır, iman kardeşi olduklarının değerini bilir, kardeşliklerini son nefesine kadar korurlar… Bir ümmet, birbirine kardeş olur, birbirinin velîsi hâline gelirlerse, dünyada izzet ve zafere kavuşur, İnşaallah ahirette cennette buluşurlar…
Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Mü’minden başkasını dost tutma/arkadaşlık etme!”31
Dipnot
1- Tevbe, 9/111.
2- Âl-i İmrân, 3/139.
3- Beyyine, 98/7-8.
4- Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, İst. 1997, c.2, Sh.313, Hds.615 İmam Suyutî, Câmiu’s-Sağir Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, Vdğ. İst. 1996, C.3, Sh. 237, Hds. 3313 (7603). Taberânî, Mu’cemu’l- Evsat’tan. Ayruca bkz. Mü’nâvî, Feyzu’l-Kadir, C.5, Sh. 366, Hds.7603.
5- Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, çev. Mehmut Bilici-Yaşar Hüngör, İst. 2009, C.6, Sh.198, Hds.5736. Hadisi Teberânî- Mu’cemu’l-Kebîr’(10966)de rivayet etmiştir. İsnadında yer alan Hasan b. Ebi Ca’fer Şâibeli olmakla birklikte güvenilirdir.
6- Tevbe, 9/28.
7- Beyyine, 98/6.
8- Bkz. Mâide, 5/54.
9- Bkz. Bakara, 2/257. Mâide, 5/55.
10- Bkz. Yunus, 10/62.
11- Sahih-i Buhârî, Kitabu’r-Rikak, B.38, Hds.89. Beyhakî, Kitabü’z-Zühd, çev. Enbiya Yıldırım, İst. 2000, Sh.228, Hds.798.
12- Rum, 30/47.
13- Bkz. Âl-İmrân, 3/103.
14- Bkz. Mâide, 5/3.
15- Enfal, 8/59-60.
16- Mâide, 5/55-56.
17- Yusuf, 12/67.
18- Ahzab, 33/58.
19- İmam Suyutî, Câmiu’s-Sağir Muhtasarı,c.3, Sh.321, Hds. 3537 (8349). Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat’tan. Sh.357, Hds.3648 (8714) Beyhakî, Şuabu’l-İman’dan. Şerhi İçin bkz. Münâvî, Feyzu’l-Kadir, c.6, Sh.41, Hds.8349.
20- Nisa, 4/93.
21- İmam Nesefî, Nesefî Tefsiri, çev. Harun Ünal, İst,2006, C.3, Sh.129.
22- Sünen-i İbn Mace, Kitabu’d-Diyât, B.1, Hds.2619. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’d-Diyât, B.7, Hds.1414.
Sünen-i Nesâî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B.2, Hds.3974-3977.
23- Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mace Terceme ve Şerhi, İst.1983, C.7, Sh.259.
24- Duhan Sûresi, ayet 17’den 31’e kadar, Musa (a.s.) ile Fır’avn kavmi hakkında olup, müşrik ve kâfir kavmin helâkı beyan edilmekte, bu helâk edilişi hak ettikleri için onlara, ne gök, ne de yerin ağlamadığı açıklanmaktadır.
25- Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l Kur’ân, B.45, Hds. 3470. El-Hafız İbn Hacer el-Askalânî, Metâlibu’l-Âliye, çev. Adem Yerinde-Hüseyin Kaya, İst. 2006, C.4, Sh.314, Hds.3733. Ebu Ya’lâ el- Mevsilî, Müsned’den.
Not: Ebu Ya’lâ’nın rivayetinde şu ziyade yer alır:
“(Rasulullah,) sonra şöyle dedi:
“Onlar, yeryüzünde birtane bile salih amel işlemediler ki, (gök ve yer) onlar üzerine ağlasın. Onların amelleri ve sözlerinden göğe bir tane bile güzel bir söz yada salih bir amel çıkmadi ki, onları özleyip onlar için ağlasın.”
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c.11, sh.600, Hds.11332. Ebu Ya’lâ’dan.
Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Teberî, Teberî Tefsiri, çev. Hasan Karakaya-Kerim Aytekin, İst.1996, C.7, Sh.363.
26- et-Teberî, Teberî Tefsiri, C.7, Sh.363. İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2012, c.10, Sh.73.
27- İmam Hafız İbn Kesîr, A.g.e. c.10, Sh.73, Hds.5997. İbn Cerir’den.
28- İmam Hafız İbn Kesîr, A.g.e. c.10, Sh.74.
29- et-Teberî, A.g.e. c.7, Sh.363. İmam Hafız İbn Kesîr, A.g.e. c.10, Sh.74.
30- İmam Suyutî, A.g.e. C.3, Sh.213 (şerh bölümünden)
31- Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.16, Hds.4832.
Sünen-i Tirmizî, Kitabü’z- Zühd, B.44, Hds.2506.
Sünen-i Dârîmî, Kitabu’l-Et’ime, B.23, Hds.2063.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3,sh.38.