Bugün Doğu ve Batı Müslümanları arasında makas gittikçe açılıyor ve sorunlar büyüyorsa gelecekte bunun neye mal olacağını görmek gerekir.
Öyle ki, şimdiden Kürt halkının ezilmişliğinin, sömürülmüşlüğünün faturasını kardeşlik söylemine çıkarma kolaycılığı ve çarpıtması bazı tanıdık ağızlar tarafından bile dillendirilmektedir.
Aslında olumsuzlukların adresi kardeşlik değil, kardeşsizliktir… Çözüm için kapanmak, kardeşliğin üstünü çizmek değil kardeşliğin içini doldurmaktır. Örselenen kardeşliğin, yeniden önemsemekle özlenen bir düzeye çekmektir.
Kendi acziyet, asabiyet, aşırılık ve acımasızlığımızın farkına varıp kardeşliğin sıcak iklimine dönüş yapmaktır.
Şayet Firavunlara yönelik bir söylem ve eylemimiz olacaksa Harunları mutlaka hesaba katmak zorundayız… Özgürlük mücadelesinde Musa’nın elini güçlendiren Harun değil miydi? Karşımızda Firavunlar dururken Harunlardan nasıl vaz geçebiliriz?
Bugün İslam kardeşliği kan kaybediyorsa bu bizim kendi kusurumuz ve vebalimizdir…
Artık suçlama, sorgulama, sızlanma durumunda değiliz… Temel ilkelerini vahyin mutlak doğrularından alan adalet, özgürlük ve kardeşlik merkezli bir sahiplenme ile öncü ve özne aktörler olma idaresini ortaya koyabilmeliyiz.
Bugüne kadar kendi özelliklerine yoğunlaşan İslami yapıların özellikle ortak sorunlara yönelik; ortak açılımlar, çözümlemeler, hamleler için ortak bir akla, ortak bir inisiyatife acilen ihtiyaç var.
Biliyoruz ki, küresel sorunlara lokal bir zihinle yaklaşamayız. Kendimizi kendi özelimizle sınırlama hakkımız yok.
Konjonktürel yaklaşımlardan, tepkisel tutumlardan, duygusal davranışlardan öte uzun soluklu, köklü, kalıcı ve derinlikli bir yol haritası üzerinde mutabakat arayışlarımız devam etmelidir. Bunun için de öncelikle sistemin siyasal mühendisliğinin Müslüman zihinlere yönelik blokajını etkisiz hale getirebilmeliyiz… Yani düzenin topluma giydirdiği deli gömleğini çekip atmalıyız.
İslami çevreler statükonun çizdiği kırmızıçizgiler çerçevesinde Kürt sorununa yönelik yaklaşım ve yorumlardan sarfı nazar etmelidirler.
Resmi, seküler, liberal bir dil yerine adalet, özgürlük, kardeşlik temelinde özgün bir dil oluşturmalıyız… Yani rasyonel, hümaniter, üniter, bir dil değil, müteal bir dil öncelenmelidir.
Özellikle bölgedeki İslami oluşumların toplum nezdinde temsiliyet, tanırlılık ve güvenirlik boyutları ile kendilerini gözden geçirmeleri kaçınılmazdır… Olumsuz intibaların Müslümanların itibarını nasıl zedelediği gözler önünde…
İslam’sız hiçbir denklemin çözüm içermediğini gösterebilmeliyiz…
İslam ve Müslümanları yok sayan mihraklara, ekarte eden güçlere karşı “özür dilemeci”, sığınmacı bir üslupla değil, aziz ve asil bir duruşla varlığımızı, ağırlığımızı ortaya koymalıyız.
Birbirimize karşı ise ötekileştirici, itici, dışlayıcı bir yaklaşım yerine kuşatıcı, kardeşleştirici, koruyucu bir yol izlememiz gerekiyor.
Resmi ideolojinin inkar ve asimilasyon politikaları ile Müslüman Kürt halkını köleleştirmesi çalışmalarını teşhir ve telin etmeli, bundan beri olduğumuzu ısrarla vurgulamalıyız.
Sorunu tanımlama ve çözümleme yoluna giderken Kur’an-ı Kerim’de zikredilen Hz. Musa (a.s) ve İsrailoğulları kıssası üzerinde bir temellendirmeye gidilebilir. İsrailoğullarının özgürlük mücadelesi bağlamında bir paradigma oluşturulabilir. Mustazaf ve müstekbir kavramları üzerinden sorun gündemleştirilebilir…
“Şehrin en uzak ucundan koşarak gelen adam” olmak bilinci ile bu yakıcı sorunu yakın takibe almak durumundayız.
Tabi ki, önceliklerimiz arasında mazlum bir halkın maruz kaldığı diasporayı görmek var mı, yok mu bunu netleştirmek lazım…
Adil şahitliğimiz, ahlaki duruşumuz, insani tarafımız, vicdani damarımız bizi buna mecbur kılmıyor mu?
Sonuç alabilmek için de, söylemleri etkili kılacak bir eylem planına ihtiyaç var…
Bunu sürdürecek sivil inisiyatifin, siyasi vesayetten uzak durmaları gerekir…
Hülasa; güçlü sivil inisiyatif dışında sihirli bir formül bilmiyorum…
Birde önümüzün açılmasını istiyorsak, mutlaka örgütlenmeliyiz…