‘Kutlu Doğum Haftası’ Münasebetiyle |
Her geçen günde, her yaşanan olayda, her açmazımızda, her çıkmazımızda Rasulüllah Efendimizin tebliğine, irşadına ihtiyacımız olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. |
18/04/2013 - 10:36 |
Peygamber Efendimizi anlamaya, onun sünnetini çağa taşımaya, O’nun izini sürmeye en muhtaç olduğumuz dönemde ‘anma’yla başlayan hafta artık ‘anlama’ya dönüşüyor. Her ne kadar heyecan ağırlıklı, tören havası estiriliyorsa da gündemde Peygamberimizin oluşu, direk veya dolaylı olarakhep O’ndan bahsedilmesi, ilmi toplantılar yapılıp Peygamberimizin çeşitli yönleriyle incelenmesi, bugünün insanlığının meselelerine ‘peygamberî soluk’la çareler aranması, daha güzel faaliyetlerin yapılacağı hususunda ümit veriyor.
Her geçen günde, her yaşanan olayda, her açmazımızda, her çıkmazımızda Rasulüllah Efendimizin tebliğine, irşadına ihtiyacımız olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz.
Gitgide ilkesizleşen, gücün ve güçlünün zorbalıkla sözünü dinlettiği bir dünyada zulmün, ahlaksızlığın, güvensizliğin yayıldığı bir ‘cinnet toplumu’nun oluşturulduğu karanlıklardan ancak Peygamberimizin rehberliğinde vahyin inşa ettiği insanla aydınlığa çıkabiliriz.
Kur’an ve onun pratiği, konuşanı, yürüyeni, hareket edeni Peygamber Efendimiz, güce, kula ve eşyaya, dünyaya kul olmak istemeyen her onur sahibinin aradığı tek sahici kapıdır. O’nu önce anlamak ve yaşamak, sonra da ‘asrın idrakine söyletmek’ biz Müslümanlara düşen bir görevdir. Ahlaksız ve manasız ‘cinnet uygarlığı’nın krizden krize sürüklediği insanlığı bu krizden kim kurtaracak? Teknolojinin, paranın, şanın, şöhretin, şehvetin insanlığın dengesini bozduğu asrımızda yerinden koparılan değerleri yerine kim koyacak? Toprağın yerini ziftin ve betonun aldığı bir çevreye rengini kim verecek? Dünyevîleşmeyi mükemmellik olarak görerek tabiatın çirkinleştirdiği yüzü kim güzelleştirecek? İnsana, Allah'ı ve dünyanın faniliğini unutturanlara ‘ebedî hayat’ gerçeğini kim haykıracak? Kendini dev alışveriş merkezleri, stadyumlar, eğlence merkezleri ile ‘seküler bir hapishane’ içine kapatan insanlığı kim hürriyetine kavuşturacak? Kibrit kutusunu hatırlatan binaları, küresel sermayenin sefertası gökdelenleri, mahalleyi, konu-komşuyu unutturan ‘kast sistemi’ yapılaşmanın kim farkına varacak? İnsanımızı âdeta boğan nefes aldırmaz hale getiren ‘vahşet’ yapılanmaya kim mani olacak? Boşanmaların artıp, evliliklerin azaldığı, toplumda aile-yuva deyip ‘eve-yuvaya dönüş’ü kim başlatacak? ‘Tuz koktu’ dedirten bir dünya… Zeminin kaydığı bir dünya… Her şeyin hercümerc içinde olduğu bir dünya. Bu dünya insanına aşkı ve acıyı öğreten bir Peygamber. Yaşamanın ve ölmenin, ölmeden önce ölüp öldükten sonra yaşamanın sırrını O Peygamber, öğretti bize. İman etmedikçe cennete giremezsiniz" diyor, ekliyordu: "Birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!"
Ayıplarını insanların yüzüne vurmazdı O. Kıtlıkta aç bir adam bir bahçeden hurma toplayıp yemiş, bunu gören bahçe sahibi adamı dövmeye kalkmıştı. Manzaraya şahit olan Peygamber Efendimiz, bahçe sahibine şu unutulmaz sözle hitap etmişti: “O cahildi, sen ona öğretmeliydin. O açtı, sen onu doyurmalıydın!”
Bu dine hizmet verecek olanlar da, kolaylık ve esneklik niteliklerine uygun hareket edecek, İslam'dan fazla Müslüman olmaya yeltenmeyecekti. Sevecekti, sevdirecekti, kolaylaştıracak, zorlaştırmayacaktı. Müjdeleyecek, nefret ettirmeyecekti, ürkütmeyecekti. Birleştirecek, bölmeyecekti. Çünkü bütün mü'minler kardeşti. Kardeşe kardeşçe davranmak gerekti.
Günahkârların toplumdan dışlanmasına karşı çıkar, onları kazanmaya çalışırdı. Tazir cezasını çekmesine rağmen bir sarhoşa, “Allah sana lânet etsin!” diye bağıranlara: “Ona lanet okumayın! Allah’a yemin ederim ki, ben onu tanıyalı beri o hep Allah ve Rasulünü sever!” Ayrıcalıklı muamele görmekten hoşlanmazdı. “Bir topluluk içinde ayrıcalıklı bir konumda bulunmak istemem. Allah da hoşlanmaz bundan.” İnsan onuruna saygı duyardı. Medine’de bir meydanda dostlarıyla otururken, bir cenazenin götürüldüğünü görüp cenaze geçene kadar ayakta durmuş, sahabileri “Ey Allah’ın elçisi, bu bir Yahudi’dir,” diye uyarmaya kalkınca, “Fakat aynı zamanda bir insandır,” cevabını vermişti. Peygamberimiz, Kureyş kabilesinin bütün boylarını, ayrı ayrı Safa Tepesine davet etti. Kureyşliler davete icabet ettiler, Safa Tepesine geldiler. Kâinatın Efendisi yüksekçe bir yere çıktı ve : “Ey Kureyşliler! Ben şimdi size önünüzde şiddetli bir azab günü olduğunu, Allah'a inanmayanların o çetin azaba uğrayacaklarını haber veriyorum. Ben sizi o çetin azabdan sakındırmak için gönderilmiş bulunuyorum. Size karşı benim durumum; düşman gören ve ailesine zarar vereceğinden korkarak hemen haber vermeye koşan bir adamın durumu gibidir. Ey Kureyş! Siz, uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi de dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah'ın huzuruna varmanız, dünyadaki her hareketinizin hesabını vermeniz muhakkaktır. Neticede hayırlarınızın, ibadetlerinizin mükâfatını ve kötü işlerinizin cezasını ve şiddetli azabını göreceksiniz, İşte o mükâfat ebedî Cennet'dir, mücâzât da daimi Cehennem'dir.” Hitabıyla uyarıyordu.
"Mü'min, seven ve sevilen dost olan ve dostluk kurulandır, sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!" diyordu. Sadece demekle kalmıyor, bu sözün nasıl hayata dönüştürüleceğinin en güzel örneklerini de veriyordu. Modern birey anlayabilir mi bu tavrı? İçinde yürek yerine taş taşıyan modern insanda nasıl bir karşılık bulur bu davranış? "Ben hüzünlerin peygamberiyim!" itirafında bulunan o Ufuk İnsan, ağlamayı, üzülmeyi, sızıyı, sancıyı, derdi öğretti bize. Derdimizi sevdirdi. Sancısız yaşanmayacağını anlattı. Bizi kendimize getirdi. Uyuşuk halimiz, mahmur gözlerimizi açtı. Bu insanı yürekten sarsan muhabbet dersine o kadar ihtiyacımız var ki…
Seni çok özledik Ya Rasullallah… Hasretimiz dinmesin Ya Rasullallah… |