Yılbaşı değil, kimlik, kişilik, şahsiyet meselesi |
Kimlik değiştirmek gömlek değiştirmeye benzemiyor. Daha doğrusu kimlik değiştirilemiyor, sadece "kimliksiz" kalınabiliyor. Sadece "kimliksiz" mi? Hayır, aynı zamanda "kişiliksiz", omurgasız, koordinatsız, yelkensiz, pusulasız, haritasız, şahsiyetsiz. |
31/12/2012 - 13:43 |
‘Ey kavmim!’ diyordu Nuh peygamber, "Sizin başınıza dehşetle imdat dileyeceğiniz (ama kimsenin yardım edemeyeceği) bir felaketin gelmesinden korkuyorum!" ‘Ey kavmim!’ diyordu Hûd Peygamber, “Sizler ne kadar güçlü ve zengin olduğunuz görünsün diye yüksek yerlere koca binalar kondurarak devamlı yaşayacağınızı mı zannediyorsunuz? Elinize her fırsat geçirdiğinizde, hukuka tecavüz edip zorbalık mı yapacaksınız?” ‘Ey kavmim!’ diyordu Salih peygamber, "İyilik dururken neden kötülükte acele edip yarışıyorsunuz?" ‘Ey kavmim!’ diyordu İbrahim peygamber, "Siz size yakışanı yapın, ben de bana yakışanı yapacağım!" ‘Ey kavmim!’ diyordu Şuayb peygamber, "Yalnız Allah'a kul olun, (kula kul olmayın, eşyaya kul olmayın)!" ‘Ey kavmim!’ diyordu Musa peygamber, "Siz kendinize kötülük ettiniz.." Ey Abdi Şems oğulları! Ey Haşim oğulları! Ey Abdülmuttalip oğulları! Ey Kavmim! “Kendinizi ateşten kurtarınız. Allah’a karşı sizin için bir şey yapamam. Ey kızım Fatıma! Babanın Peygamber olmasına güvenme, ameline dikkat et!” diyordu, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s) Hepsinin ortak dâveti insanlığın kurtuluş dâveti. Bugünkü ‘cinnet toplumu’ da bu davete muhtaç. Aynı çağrı devam ediyor. ‘Gelin yarım hurmayla da olsa nefsinizi ateşten kurtarın.’ Ebu Kubeys’ten gelen o ses bütün Ümmete yankılanıyor. Bu davete icabet etmeyerek kendi sonunu hazırlayan insanımıza bu rahmet-şefkat soluğunu üfleyemez miyiz?
Bizim bir zaman tasavvurumuz olamaz mı?
Peygamberimiz niçin Medine'de saçlarını ikiye ayırmış ve bunu teşvik etmişti? Mekke'de bunun aksini yapıp saçlarını yana ayırmıştı? Medine'de saçlar, hakim kültürün temsilcileri olan Yahudi'lerin saç modellerinden farklı, Mekke müşriklerinin saç modellerinden farklıydı. Kına, o dönemin boyama amacıyla kullanılan kozmetik ürünüydü. Peygamberimiz "Yahudiler boyamıyor, siz boyayın" buyurmuşlardı. Burada ortak amaç, Peygamberimizin müslümanlarla gayri müslimlerin birlikte yaşadığı toplumda "kimlik bilinci" geliştirmesiydi. Kendi değerlerine güveni olan her toplumda olduğu gibi, yeni oluşturduğu müslüman toplumun üyelerinin birbirini tanıyacağı "kültür kodları"nı tespit etmekti. Kimlik kaybının önüne geçmek, şahsiyeti korumaktı. Bu ve benzeri uygulama, itina, dikkat ve hassasiyet müslüman toplumun "taklitçi" bir toplum olmaması gerektiği sonucundandı. Sırf Müslüman çocuklarına çok kültürlü ortamda bir kimlik kazandırmak için "Çocuklarınızın saçını Yahudi çocukları gibi tıraş ettirmeyiniz" diyen Peygamberimizin hassasiyetinden bir hassasiyetimiz var mı? "Kim bir topluma benzeme çabasına girerse, o onlardan olur" diyen Peygamber'in… Olayları bugüne taşıyarak değerlendirdiğimizde Prof. Dr. Ali Fuat BAŞGİL’i n ‘olaylar değişmez, şahıs ve mekan değişir’ sözünü hatırlıyoruz. Nuh (a.s) hatırlayınız. Etrafındaki ruhu kokuşmuşlara aldırmadan karada gemi yapmayı sürdürenleri, "Sen hâlâ oralarda mısın?" laflarıyla dalgaya alarak kendi tufanınıza doğru yol alabilirsiniz. Nuh'un asi oğlu Kenan gibi düşünüp, "vadileri su basarsa, dağlara sığınırım" diye teselli olabilirsiniz. "Ey hayat süren leşler sizi kim diriltecek?" diye soran şaire cevap vermek zorunda değilsiniz. Dahası, "Ey insanoğlu! Sana böylesine cömert olan Rabbine karşı seni böylesine küstah ve mağrur kılan ne?" diye soran Peygamberi hitabı biz de bugün soramaz mıyız bu ‘cinnet toplumu’na… Peygamberimiz, Müslümanların gayrı Müslimlerle birlikte yaşadıkları bir toplumda, “kimlik bilinci” geliştirmek istemekte, kendi değerlerine güveni olan her toplumda olduğu gibi, yeni oluşturduğu Müslüman toplumun üyelerinin birbirini tanıyacağı “kültür kodları” tesbit etmektedir. Biz, Kur’anın modern muhatapları olarak Peygamber Efendimizin bu uygulamalarından, Müslüman toplumun “taklitçi” bir toplum olmaması gerektiği sonucunu çıkarırız. Hâkim unsuru Müslümanlar olan fakat güvenilmez unsurların da bulunduğu bir ortamda İslâm cemaatini oluşturan bireylerin birbirini uzaktan görünce tanıyacakları birtakım alâmetlerin lüzumu neticesini çıkarabiliriz. “Yılbaşı kutlamaları”na bir de bu açıdan bakmak icab etmez mi?
İnsanımızı abluka altına alan TV-bilgisayar-internet-magazin ağına düşmüş, çırpınan insanımızın halini görüp hüzünleniyor, çaresizliğe kapılıyorsunuz. Beyinler uyuşmuş, ruhlar iğdiş edilmiş, neresinden tutsanız elinizde kalıyor. İnsanımız bu kadar yozlaşmamalıydı. Bu hale düşürülmemeliydi. Her “yılbaşı kutlamaları”nda bütün bu acınası haller ortalığa saçılıyor. Verdiğimiz şehitleri, aç-susuz ayakta kalmak için boğuşanları, yetim-öksüzleri, “huzur evleri”ne terk edilmiş yaşlıları, kapısını vuracak bir “himmet eli” bekleyen kimsesizleri bu vesileyle düşünemez miyiz? Şu dakikada binlerce insan ölüyor, binlerce insan doğuyor. Nice hastalar var, her soluk alıp verişte acısını çaresizliğini hisseden. Nice yoksullar, kimsesizler, yalnızlar var… Ayrıca Suriye’de Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Pakistan’da yaşananlar… Ayılmamız için, yüreğimizin parçalanması, gözlerimizin yaşarması için “kan nöbeti”ne mi tutulmamız lazım? Çok dramatik bir hal içindeyiz. Bu hal, bu tavır; meselelerin en önemlisi. Çünkü hassasiyet varsa; umut her durumda vardır, her mesele bir gün çözülebilir. Ama hassasiyet kaybolmuşsa, hangi meseleyi kim çözecektir?
Işıltılı-pırıltılı neonların, süslerin arkasında, temelinde fikri-zihni sıkıntı var. Mesele kimlik, kişilik, şahsiyet meselesi vesselam. |