"İSLÂM EN YÜCEDİR!" |
"Münafıklara müjde ver. Onlar için gerçekten acıklı bir azab vardır." (1) buyurdu Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ" |
26/03/2012 - 12:43 |
“Münafıklara müjde ver. Onlar için gerçekten acıklı bir azab vardır.” (1) buyurdu Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ…
Mükâtil b. Süleyman, bu ayetin iniş sebebi olarak şöyle der:
“Fetih Sûresi’nde, Nebî (s.a.s.)’in ve mü’minlerin mağfiretine dair buyruklar nâzil olunca, (2) (münafıkların başı) Abdullah b. Übey ve onunla birlikte birkaç kişi:
-Peki, bizim için ne var? diye sordular.
Bunun için yüce Allah, bu buyruğu indirdi.” (3)
Şeyhu’l-İslâm Ebu’s-Suûd Efendi (rh.a.), “İrşâdu’l-Akli’s-Selim” adlı eserinde bu ayet için şunları kaydeder:
“Bu ayet, zahirde iman edip de kalben defalarca inkâr eden ve küfür ile nifaklarını arttıranlarla ilgilidir. Burada uyarma yerine tebşir kelimesinin kullanılması istihza içindir.”(4)
Çünkü: “Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dostlar (velîler) edinirler. Kuvvet ve izzeti onların yanında mı arıyorlar? Şübhesiz bütün kuvvet ve izzet Allah’ındır.” (5)
İmam İbn Kesîr (rh.a.), “Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim” adlı tefsirinde şunları beyan eder:
“Yüce Allah münafıkları, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmekle niteliyor. Yani, hakikatte onlar, kâfirlerle birliktedirler, onlarla dost olurlar, gizliden sevgi beslerler, baş başa kaldıklarında onlara: ‘Biz, esasen sizlerle birlikteyiz. Onlarla ise sadece alay ediyoruz.’ derler. Yani, kendimizi onlara kendileriyle uyuşuyormuş gibi gösterirken, aslında onlarla alay etmekteyiz.
Yüce Allah, tutmuş oldukları kâfirlerle dostluk yolundan dolayı onları eleştirerek şöyle buyuruyor: ‘Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (yüce ve şeref) mi arıyorlar?’ Ardından da tüm izzetin, hiçbir ortağı bulunmayan Allah ile izzeti Allah’a nisbet edenlere aid olduğunu bildiriyor. Nitekim Yüce Allah, başka yerde şöyle buyuruyor:
“Kim izzet istiyorsa, izzet bütünüyle Allah’ındır.” (6)
Yüce Allah, diğer bir ayette şöyle buyuruyor:
“Hâlbuki asıl izzet, ancak Allah’ın, O’nun Rasulünün ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.” (7)
Bu ayette münafıklar, izzet ve gücü Allah katında aramaya, O’na kulluğa yönelmeye, dünyada, ahirette ve şahidlerin hazır bulunacağı günde zafere erecek mü’min kullarına katılmaya teşvik edilmektedir.” (8)
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in devrindeki Medine İslâm Devleti’nde Müslüman olduklarını söyleyip yaşayan münafıklar, zahirde, Allah’dan başka hüküm koyucu bir ilâh tanımıyorlardı. Hayat düzenleri İslâm, anayasaları Kurân ve Önderleri Rasulullah Muhammed (s.a.s.) idi… Onlar, böyle inanıp kabul ettiklerini söylüyor ve amellerinde buna göre hareket ediyorlardı… Elleri abdestli, alınları secdeli idi… Oruç tutuyor, Umre yapıyor, zekat veriyor, Hacca gidiyor ve Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte cihada çıkıyor, ölüyor, öldürüyorlardı… Hayat düzeni olarak kabul ettikleri İslâm’ın hükümlerine tabi oluyor, ondan başka bir düzen benimsemiyorlardı… Laik, seküler ve demokrat değillerdi… Yasama hakkının, Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya aid olduğunu kabul etmiş, hükümde hiç kimseyi O’na ortak etmemiş, demokrasi ve laikliği reddederek, İslâm’ı kabullenmişlerdi… Kalblerinde küfür ve şirk olmasına rağmen zahirde müslüman görünüyor, İslâm’a teslimiyetlerini beyan edip, İslâm’dan başka hiçbir hayat düzeni tanımıyorlardı…
Medine İslâm Devleti’nde yaşıyan münafıklar böyle idi… Buna rağmen Rabbimiz, İlâhımız Allah Teâlâ:
“Münafıklara müjde ver. Onlar için gerçekten acıklı bir azab vardır.” buyuruyordu.
Çünkü onlar, muvahhid mü’minleri bırakıp kâfirleri velîler edinerek, kuvvet ve izzeti onların yanında aramaya başladılar… Onların, müslüman göründükleri hâlde, bütün kuvvet ve izzetlerin Allah’a aid olduğu inkâr edilmez bir hakikat iken, kuvvet ve izzeti kâfirlerin, müşriklerin yanında aramaları, onları acıklı bir azab ile cezalandırdı… Bu cezayı hakketmelerinin sebebi, kâfirleri dost edinerek, onlarla uyum sağlamaya çalışarak mü’minleri bırakmaları, kuvvet ve izzetin kâfirlerde olduğunu sanmalarıydı…
Rabbimiz Allah’ın:
“Şübhesiz izzet ve gücün tümü Allah’ındır. O, işitendir, bilendir.” (9) buyruğundan gafil olan münafıklar, “cins, cinsi çeker.” Kaidesince hareket ederek, kâfirleri dost edinip onlara yanaşmaya gayret ettiler… Onların bu davranışları, her ne kadar zahirde beyan edilen vasıflara sahib iseler ve müslüman görünselerde, kalblerinde gizledikleri şirk olan nifaklarını ortaya çıkarıyor, onların münafıklarını ele veriyordu… Çünkü Rabbimiz Allah Azze ve Celle, muvahhid mü’min kullarına, mü’minleri bırakıp kâfirleri velî edinmeleri yasaklamıştır… Mü’min müslüman kullar, Rabbleri Allah’ın emrine karşı, “İşittik ve itaat ettik”(10) deyip gereğini hakkıyla yerine getiren şahsiyetlerdir…
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri velîler edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah’dan hiçbir şey (yardım) yoktur. Ancak onlardan korunma gayesiyle sakınma(nız) başka. Allah sizi, kendisinden sakındırır. Varış Allah’adır.” (11)
İzzet sahibi muvahhid mü’minler, kâfirleri ve müşrikleri velîler, yani dostlar edinmedikleri gibi, Ehl-i Kitab olan Yahudî ve hristiyanları da velîler, yani dostlar, yakınlar, uzlaşanlar edinemezler… Onlara, onların inançlarında, hayat anlayışlarında, amellerinde, yasalarında uyum sağlayamazlar… Çünkü Rabbimiz Allah:
“Ey iman edenler, Yahudî ve hristiyanları, dostlar (velîler) edinmeyin, onlar birbirinin velîleridirler (dostlarıdırlar). Sizden kim onları dost (velî) edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şübhesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.” (12) buyurmaktadır…
Mü’min müslümanların izzeti ve şerefi, ancak İslâm iledir… İslâm’dan başka bir izzet ve şeref yoktur… İzzet ve şeref sahibi olmak, katıksız iman edip salih amel işleyerek İslâm’a teslim olmak ile gerçekleşir… Bu teslimiyet ile izzet ve şeref sahibi olan kullarına, “Müslümanlar” olarak isim veren, Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’dır…
Aziz İslâm Milleti’nin ferdleri olan müslümanlar, imanları, takvaları ve güzel ahlâkları ile bütün insanlık âlemine örnek olan şahsiyetlerdir… Onlar, katıksız iman ettikten sonra salih amellerine titizlik gösteren, namaz kılan, zekat veren ve Allah’a sarılan kullardır…
Allah Azze ve Celle, onların bu hâllerini ayet-i kerimede şöyle beyan buyurmaktadır:
“Allah adına gerektiği gibi cihad edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi). O (Allah), bundan daha önce de, bunda (Kur’ân’da) da sizi müslümanlar olarak isimlendirdi. Rasul, sizin üzerinize şahid olsun, sizde insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın. Sizin Mevlânız O’dur. İşte ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcı.”(13)
Gerçek mü’min müslümanlar ile münafıklar zahirde, yani görünüşte birbirine benzerler… Münafıklar da, kendilerini müslüman olarak beyan eder, giyimleriyle müslüman görünür, namaz kılar, zekat verir, İslâm hükümlerine tabi olur, hattâ Allah yolunda cihada bile katılırlar… Fakat kalblerindeki küfür ve şirkten dolayı, kâfirlere, müşriklere ve Ehl-i Kitab’dan olanlara dost olur, onları velî edinir, kuvvet ve izzeti onların yanında arar, onlarla uyum yasaları konusunda uzlaşırlar… Mü’min Müslümanlardan bu karekterleri ile ayrılırlar, bu davranışlarıyla içlerinde sakladıkları gayr-ı İslâmî inançlarını gündeme getirir, nifâklarını ortaya koyarlar…
Muvahhid mü’minler, kalblerini ihata eden katıksız imanlarından dolayı, kuvvet ve izzetin tamamının Âlemlerin Rabbi Allah’a aid olduğunu bilir ve inanırlar… Rabbleri ve İlâhları Allah Teâlâ’ya teslim oldukları için izzet ve şerefe ulaşan mü’min müslümanlar, İslâm’dan başka bir yerde izzet ve kuvvet aramazlar… İzzetli, şerefli ve kuvvetli olmanın, yalnız ve yalnız izzet ve kuvvetin kendisine aid olduğu Allah Teâlâ’ya sarılmak, O’nun hükümlerine itaat etmekle gerçekleşeceğine kesin iman ederler…
Emiru’l-mü’minin İmam Ömer İbnu’l-Hattab (r.a.)’ın dediği gibi:
“Biz, Allah’ın İslâmiyyet’le yücelttiği bir milletiz. Allah’dan başka bir mabuda tapmayız!” (14) diyen mü’min müslümanlar, her hayrın, iyiliğin ve yüceliğin İslâm’da olduğundan dolayı asla şübheye düşmezler…
Emiru’l-mü’minin İmam Ömer İbnu’l-Hattab (r.a.)’ın şu tesbitti, mü’min müslümanlara büyük bir nasihattır…
Şöyle der İmam Ömer İbnu’l-Hattab (r.a.):
-Siz, daha önceleri insanların en zelili, en hakiri ve en azı idiniz. Allah sizi, İslâmiyet ile izzetlendirip şereflendirdi. Siz, İslâmiyetten başka bir vasıtayla izzet ve şeref ararsanız, Allah sizi alçaltır! (15)
En yüce olan İslâm’a girmiş, müslüman olmuş, İslâm’ın izzeti ile izzetlenmiş olanlar, İslâm’ın izzetini bırakıp başka yerlere yönelecek olurlarsa, kendisiyle yüceldiği İslâm’ın kendilerini bırakmasıyla yüce iken alçalıverirler… İslâm’ı bırakanı, İslâm da bırakır… İslâm’ı terk edeni İslâm’da terk eder!.. En yüce olanı terk eden en alçak seviyeye düşer… Sadıklarla beraber olmayı bırakan, fasıklarla beraber olma zilletine düşmüş olur…
Zalim tağutî güçler tarafından işgal edilen İslâm topraklarındaki yaşanan esaretin ve zilletin sebebi budur! En yüce olan ve tabi olanları yücelten İslâm’dan vazgeçilip tağutî düzenlere rıza gösterilince, en yüceden, en alçağa düşülmüş oldu… İzzeti terk edenin hakkı zillettir!..
Âziz ibn Amr el- Muzenî (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurdu Rasulullah (s.a.s.):
“İslâm (en) yücedir. O’nun üstünde yücelik yoktur.” (16)
Böyle buyuran yegâne hayat örneğimiz ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.), İslâm’ın O’na bağlı olanların izzeti ve yüceliği konusunda, ümmetin her ferdinin hassas olmasını tavsiye buyurmuşlardır…
Rasulullah (s.a.s.)’ın kıymetli sahabesinden Âiz b. Amr (r.a.), henüz müslüman olmamış ve Mekke şirk devletinin reisi olan Ebu Süfyan b. Harb ile beraber Rasulullah’ın yanına geldiler… Onların gelişini gören Ashab:
-Bu, Ebu Süfyan ve Âiz b. Amr’dır, dediler.
Rasulullah (s.a.s.) Ashabın, müşrik olan Ebu Süfyan’ı öne alıp anarak ve muvahhid mü’min olan Âiz b. Amr (r.a.)’ı geriye bırak beyan etmelerini hoş karşılamadı ve bu yanlışlığı düzeltmek için şöyle buyurdu:
“Bu, Âiz b. Amr ve Ebu Süfyan’dır.
İslâm, bundan daha şereflidir. İslâm (en) yücedir. Onun üstünde yücelik yoktur!” (17)
Âiz b. Amr (r.a.), mü’min müslümandır. İslâm’a teslim olmuş, İslâm ile şereflenip izzetlenmiştir… En yüce olan İslâm ile yücelmiş ve kendisi, bu hâlde iken bir müşrik O’nu asla geçmez, O’ndan önce anılmaz ve O, müşrikten geri bırakılmaz… Öncü olmak ve öncelik, en yüce olan İslâm’a iman edip teslim olanlara aiddir… Çünkü onlar, mü’mindirler ve izzet, mü’minlerindir…
İzzet, şeref ve yücelik dini olan hayat düzeni İslâm var iken, Allah’dan vahiy yoluyla inzâl edilen ilk ândaki gibi dipdiri, yepyeni ve taptaze iken, kendilerini müslüman kabul eden kitleler, işgal edilen İslâm topraklarında egemen kılınan tağutî düzenlere nasıl razı olabiliyorlar? O şeytanî düzenleri, o tağutî düzenlerin hükümlerini nasıl kabul edebiliyor, onlara nasıl destek verebiliyor ve ayakta durmalarına niçin yardımcı olabiliyorlar?..
Hâlbuki en son Rasul ve en son Nebî olarak kabul edip, Risâletine iman ettiklerini beyanda bulundukları Rasulullah Muhammed (s.a.s.), defalarca “İslâm’ın en yüce olduğunu, O’ndan üzerine yücelik olmadığı” kendilerine hatırlatmıştı!..
Emiru’l-mü’minin İmam Ömer İbnu’l-Hattab (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), (iman eden bir bedevîye) şöyle buyurur:
“Seni, bu dine (İslâm’a) hidayet eden Allah’a hamdederim. Öyle bir din ki yücedir, Onun üzerine yücelik yoktur.” (18)
İslâm topraklarını işgal eden ve şirk yasalarını egemen kılan müstekbir tağutlara karşı kıyam eden milyonlarca müslümanı şehid edip, oluk oluk kanlarını akıtan müstevlî zalimleri hiçbir müslüman kabul edemez ve onların yasalarının egemenliğine yardımcı olamaz!.. En yüce olanı ortadan kaldırdıktan sonra en aşağılık olanı egemen kılan tağutların hükümlerini kabul edip onlara destek verenler, tağutî düzenlerin yaşamasına ve zulüm etmesine vesile olanlar, imanlarından sonra topukları üzerine gerisin geriye dönenlerdir… Küfür ve şirk yasalarını benimseyip, kim olursa olsun ve ne olursa olsun tağutların egemenliğine rıza gösterenler, haktan sonra dalâlete sapanlardan başkası değildir…
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Kendilerine apaçık belgeler geldiği ve Rasulün hak olduğuna şahid oldukları hâlde, imanlarından sonra küfre sapan bir kavmi, Allah nasıl hidayete erdirir? Allah, zulmeden bir kavmi hidayete erdirmez.
İşte bunların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetlerinin üzerine olmasıdır.
İçinde temelli kalıcıdırlar. Onların azabı hafifletilmez ve onlar gözetilmezler.
Ancak bundan sonra tevbe edenler ve kendilerini düzeltenler başka. Çünkü Allah, gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir.” (19)
“Hüküm, yalnızca Allah’ındır.” (20) asla değişmez ve zamanı gelmez hakikatına iman ettikten sonra, herhangi bir ikrâh-ı Mülcî olmadan hükmü, Allah’dan başka makamlara veya kişilere verenler, “haktan sonra sapıklıktan başka ne var?” (21) ayetinin muhatabı olurlar!.. İşte hakkı bırakıp bâtıla sapmanın Tevhid’den sonra şirke, imandan sonra küfre, İslâm’dan sonra tağutî düzene dönmenin neticesi, ayet-i kerimede beyan edilen lânet cezasını hakketmek olur… Bu lânetten, bu esaret ve zilletten tek kurtuluş yolu, yeniden Tevhid’e, imana, İslâm’a dönmek, Allah’dan başka hüküm koyucu tağutları reddetmek, bütün tağutî düzenlerden, şirk olan hükümlerinden tevbe edip tekrar İslâm’a dönmektir!..
İslâm topraklarındaki egemen olan zalim tağutlardan, onların şirk düzelerinden ve küfür kuruluşlarından nâsûh tevbe ile tevbe ederek vazgeçip, hatâlarından dönen ve yaptıkları yanlışlıkları düzelten için “Allah, geçekten bağışlayandır, esirgeyendir.” Kaybedilen izzet, şeref ve yücelik, bu şekilde davranıldığı takdirde tekrar elde edilir…
Ebu Umâme el-Vâhilî (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“İslâm’ın hükümleri tek tek yıkılacak. Her bir hüküm yıkıldığında insanlar, bir diğerine geçecekler. İlk yıkılan hüküm, devlet yönetimi ve son yıkılacak olan da namaz kılmak olacaktır.” (22)
İslâm toprakları tağutî güçler tarafından işgal edilip İslâm adına olan devlet yönetimi yıkıldığı malumdur… Aziz İslâm Milleti’nin her ferdine ânın vâcibi, yıkılan bu hükmü yeniden ihyâ etmektir… Bu yüce değeri yıkanlarla beraber olmamak, onlara yardım etmemek ve onlardan beri olup ilişkiyi tamamen kesmek, her mü’min müslümanın üzerine bir kulluk görevidir… Yitirilen emniyet ve hürriyet, kaybedilen şeref ve izzet, böyle inanıp hareket etmek ile geri gelir…
İstilâ edilen İslâm topraklarında, vatanları işgal edilip esaret altına alınan müslümanlara uygulanan zulüm, işkence ve katliâmların durulması, bitmesi ve bir daha gündeme gelmemesi için, bütün müslümanların el ele vermeleri, omuz omuza olmaları ve hep beraber Allah’ın ipine, yani Kur’ân-ı Kerim’e sarılmaları gerekir…
Şu olaydaki kahraman, yiğit, muttakî ve Mücahid şahsiyetler ortaya çıktığında inşallah, beklenen zafer, ümmet için hak olur… Çünkü Rabbimiz Allah:
“İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimize bir haktır.” (23) buyurmaktadır.
Ebu İshak es-Sebiî (r.a.) anlatıyor:
“Eğer onlara, kendinizi öldürün yahud yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık.” (Nisa, 4/66) ayeti nâzil olunca bir adam:
-Emrolunsaydık yapardık. Bizi, bundan selâmette kılan Allah’a hamdolsun, dedi.
Bu söz, Rasulullah (s.a.s.)’e ulaşınca:
“Ümmetim arasında öyle kimseler vardır ki, kalblerindeki iman, sarsılmaz sapasağlam dağlardan daha sağlamdır.” buyurdu. (24)
1) Nisa, 4/138.
2) Rabbimiz Allah, “Feth Sûresi”de şöyle buyurur:
“Şübhesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik.
Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin. Ve Allah, sana üstün ve onurlu bir zaferle yardım etsin.” Fetih, 48/1-3.
“(Bütün bunlar,) mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, içinde ebedî kalıcılar olmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere sokması ve kötülüklerini örtüp bağışlaması içindir. İşte bu, Allah’ın katında büyük kurtuluş ve mutluluktur.” Fetih, 48/5
3) Mukâtil b. Süleyman, Tefsir-i Kebîr, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2006, C.1, Sh. 417. İbnu’l-Cevzî, Zadü’l-Mesir Fi İlmi’t-Tefsir, çev. Abdulvehhab Öztürk, İst. 2009, C.1, Sh. 659.
4) Şeyhu’l-İslâm Ebu’s-Suûd Efendi, Ebussuûd Tefsiri, çev. Ali Akın, İst. 2006, C. 4, Sh. 1477
5) Nisa, 4/139.
6) Fatır, 35/10.
7) Münafıkun, 63/8.
8) İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri, çev. Dr. Savaş Kocabaş, İst. 2010, C.3, Sh.335.
9) Yunus, 10/ 65.
10) Bkz. Bakara, 2/ 285. Nur, 24/ 51.
11) Âl-i İmrân, 3/28.
12) Mâide, 5/51.
13) Hacc, 22/78.
14) İbn Kesîr, el- Bidaye ve’n-Nihaye- Büyük İslâm Tarihi, çev. Mehmet Keskin, İst. 1994, C. 7, Sh. 102.
İbn Ebi’d- Dünya, Dünyanın Yenilmesi (Zühd)- Zemmu’d-Dünya, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2008. Sh. 74, Hbr. 115.
15) İbn Kesîr, A.g.e. C. 7, Sh. 102-103.
Prof. Ali Muhammed Muhammed Sallabî, Hz. Ömer- Hayatı, Şahsiyeti ve Dönemi, çev. Dr. Mehmet Akbaş, İst. 2006, Sh. 614. Mahzu’s- Sevab, C. 2, Sh. 590’dan.
16) Dârekutnî, Sünen, C.3, Sh. 155, Kitabu’n-Nikâh, Mihr Babı, Hds. 3578.
Ali el- Muttakî el-Hindî, Kenzu’l-Ummal, C.1, Sh. 49, Hds. 242.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cenâiz, B.79. (Bab başlığında)
İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî-Muhtasar, çev. Mehmet Odabaşı Vdğ. İst. 2006, C. 3, Sh. 453.
17) Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, C. 9, Sh.233, Kitabu’l-Lukata, Hds. 12399. Daru’l-Fikr, Beyrut /Lübnan.
Sahih-i Buhârî ve Tercemesi, çev. Mehmed Sofuoğlu, İst. 1987, C.3, Sh.1274, Dipnot:219.
18) Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, İst. 1997, C. 2, Sh. 357, Hds. 653.
İbn Kesîr, Şemâilü’r-Rasul, çev. Naim Erdoğan, İst. 1983, Sh. 298. Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve’den.
19) Âl-i İmrân, 3/86-89. Ayetlerin nüzûl sebebi için bkz. İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri, C. 2, Sh. 453.
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Taberî Tefsiri, çev. Hasan Karakaya- Kerim Aytekin, İst. 1996, C. 2, Sh. 308-309.
20) Yusuf, 12/40.
21) Yunus, 10/ 32.
22) İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, çev. Rıfat Oral, Konya, 2003, C. 1, Sh. 182, Hds. 105/ 147. Hadis sahih’dir.
23) Rum, 30/47.
24) İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri, C. 3, Sh. 212, Hds. 2118. Teberî’den.
İmam Kurtubî, el-Câmiu Li Ahkâmi’l-Kur’ân, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 1998, C. 5, Sh.311.
Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr- Mefâtihu’l- Gayb, çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, Vdğ. Ank. 1990, C. 8, Sh. 140. |