EHL-İ SÜNNET’E GÖRE ULU’L-EMRE İTAAT |
"Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasul’e itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de."1 diye buyuran Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, kabul gören ve katıksız bir iman ile iman eden muvahhid mü’min kullarına itaatı emretmektedir" |
02/01/2012 - 14:34 |
Tam teslimiyet ile itaat, önce Allah’a, sonra Rasulullah (s.a.s.)’e yapılan itaattır… İtaat, “Sizden olan emir sahiblerine de” yapılmalıdır… Emir sahibleri, yani ulu’l-emr, “sizden” kaydıyla şarta bağlanmıştır… Allah’a ve Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e şartsız teslimiyet ile itaat edilmesi, katıksız imanın gereği iken, ulu’l-emre itaat şarta bağlanmıştır… “Sizden,” yani katıksız iman eden, Allah’a ve Rasulüne tam itaat eden muvahhid mü’min müslümanlardan olup da yönetimde yetkili bir makama gelen, Allah’ın indirdiği hükümlerle, Rasulullah (s.a.s.)’i örnek adinerek hükmeden ulu’l-emre de itaat edin… Eğer böyle ihlâslı, takvalı ve adâletli olup yönetmeye devam ediyorsa, Allah’ın indirdiği hükümlerle adâlete riâyet ederek hükmettiği için ona da itaat etmek vâcib olur… Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in ümmeti… Merhamet olunmuş, vasat, iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan en son ümmet… İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet… Bu aziz ümmetin, bu değerli milletin bütününe ya da bir kısmına emir olma makamı çok kıymetli bir emanettir… Bu kıymetli emanet, diğer emanetler gibi, gerçekten ehli olan ve onu koruyup hakkını verene teslim edilmesi gerekir… Bu emaneti ehline vermek ve emanetin gereğini yapma konusunda ona yardımcı olup âdil davranmasını sağlamak, Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’nın mü’min müslüman kullarına bir emridir: “Şübhesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adâlette hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor! Doğrusu Allah, işitendir, görendir.”2 Meşhur müfessirlerden Şeyhu’l-İslâm Ebu’s-Suûd Efendi (rh.a.), “İrşâdu’l-Akli’s-Selim” adlı tefsirinde bu ayet hakkında şunları beyan ediyor: “Bu, genel bir hitab olup ifade ettiği hüküm, bütün mükellefleri şâmildir. Emanetler kelimesi de fiilî, kavlî ve itikadî bütün emanetleri, hem Allah’a hem de kullara ilişkin bütün hakları ihtivâ eder. (……..) Emanetlerin ehline tevdii emri, yetkililerin, âmirlerin, yetki ve görevleri icabı olarak uhdelelerinde bulunan hakları gerçek sahiblerine vermeleridir. Nitekim, “Ve insanlar arasında hükmettiğinizde adâletle hükmetmenizi emrediyor.” Cümlesindeki emir de, yetkililerin yetkileri dâhilin de bulunan hakları gerçek sahiblerine ulaştırmaları emridir.”3 Ünlü Kur’ân müfessirlerinden Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (rh.a.) ise, bu konuda şöyle diyor tefsirinde: “Bu şekilde “el-Emanât,” ister Allah’a aid haklarda ve ister insan hakları başka bir ifade ile, ister genel haklar ve ister özel haklardan insanların emanet zimmetleri ile ilgili fiilî veya sözlü veya inançla ilgili maddî veya manevî, malî veya malî olmayan hakların hepsini kapsadığı gibi, “ ye’murukum” hitabının hükmü de, bütün mükellefleri kapsar. Özel haklarla ilgili ve emniyetle bırakılan emanet ve diğer şeyler, emanetlerden olduğu gibi, kamu işlerine ve haklarına aid olan yönler, makamlar, velâyet imamlık ve hüküm sürmek, nasihat ve fetva vermek de emanetlerdendir. Bir de “Ehl” kelimesi, sahib ve ehliyetli mânâlarını kapsadığı için bu emir, verilmiş olan emanetlerin sahibine geri vermek ve ulaştırmaktan başka, emanet edilecek şeylerin de ehline ve hak etmiş olanlara emanet ve havale edilmesi mânâsını da ifade eder. Ve bu mânâ, kamu hakkından olan emanetlerde önem arzeder ve ancak o itibarla emredilmiş bir vazife olur. Öyle olmakla beraber bu da, Allah’a aid haklardan olan emanetleri. Sahibine vermek ve ona ulaştırmak demektir. Nitekim bu ayetin, iş başında (yönetimde) bulunan kimseler hakkında indiği de rivayet edilmiştir.”4 Mü’min müslüman olanların üzerinde emir, yani yönetici olan kişi veya kişiler, onlar gibi katıksız iman eden, onlar gibi Allah’a itaat ve Rasulullah (s.a.s.)’e itaat eden, bulundukları makamda Allah’ın hükümleriyle hükmeden şahsiyetler olmalıdırlar… Bu makam ve yetkisi, bir emanettir. Onun, gerçekten ehli olanlara verilmesi lazımdır… Yönetimde bulunanlar, yönettikleri halka, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeli, kendileri muvahhid mü’min müslüman kişiler olmaları gerektiği gibi, yönetimleri de İslâm olmalıdır… Yoksa, “ben de müslümanım amma hükümet ettiğim devlet laik ve demokratiktir” diyen bir kişi, “minkum” yani “sizden” kaydına dâhil olamaz… Bir müslüman kişi, Allah’ın indirdiği hükümlerin yasak edildiği ve ilâhlaştırılan hevâların arzularına uygun yasalarla, küfür ve şirk hükümleriyle hükmedilen bir devletin yönetiminde bulunması, mü’min ve müslüman sıfatlarına tamamen aykırı olan bir durumdur!.. “Sizden olan emir sahiblerine de (itaat edin).” Ayetindeki emir konusunda, Şeyhu’l-İslâm Ebu’s-Suûd Efendi (rh.a.) şöyle diyor: “Allah Teâlâ, bundan önce âmirlere, yetkililere, genel ve özel olarak hakları gerçek sahiblerine vermelerini emir buyurduktan sonra, burada da diğer insanlara, onlara itaatı emretmektedir. Ancak mutlak olarak değil, fakat Allah’a ve Rasulullah (s.a.s.)’e itaati çerçevesindedir. Burada, Müslümanlardan olan ulu’l-emirden maksad, Hulafa-ı Raşidîn (dört büyük Halife) ile onların yolundan giden hakka bağlı hükümdarlar ve âdil âmirlerdir. Zalim hükümdarlar ise, Allah’dan ve Rasulullah (s.a.s.)’den sonra kendilerine itaat edilmek hakkından çok uzaktırlar.”5 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (rh.a.) ise: “Dikkate değer kayıdlardan birisi de, mü’minlere hitab edilerek “Minkum = sizden” kaydıdır ki, mânâsı apaçıktır. Mü’minlerden olmayan idarecilere itaat etmek dinen vâcib kılınmamıştır.” Dedikten sonra şunları kaydeder: “(Bu ayetten) Mü’minlerin, her nerede bulunurlarsa bulunsunlar Allah’a ve Rasulüne karşı itaatsizlikten sakınmak ve aynı zamanda kendilerinden olan idarecilere itaat etmeleri ve tağutlara boyun eğmemelerinin gerekli olduğunu anlamak gerekir.”6 “Sizden” kaydıyla itaat edilmeleri emrolunan yöneticiler, katıksız iman sahibi, gerek şahıslarında, gerekse yönetimlerinde Allah’a ve Rasulullah (s.a.s.)’e itaat eden kişilerdir… Yöneticilik vazifelerinde Allah’ın indirdikleriyle hükümlerle hükmetmeleri esastır… Malum olduğu üzere, herhangi bir “İkrâh-ı Mülcî” olmadan ve Şer’an geçerli bir özrü bulunmadan hiçbir mü’min müslüman Kalî ve fiîlî olarak küfür ve şirk olan bir şeyi yapamaz!.. Ve Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, durumlarına göre ya kâfir, ya zalim ya da fasık olanların tâ kendileri olduklarını beyan buyurmuştur yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ!7 “Ehlu’s-Sünne ve’l-Cemaa” mezhebinin Kıymetli âlimleri, mü’min müslümanların yeryüzünde yaratılış gayeleri olan Allah’a gereği gibi ibadet edebilmeleri için, ülkelerinin “Daru’l-İslâm”, devletlerinin “İslâm Devleti” hükümetin “İslâm Hükümeti” ve devlet başkanlarının kendilerinden olup Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmeden âdil “Halife” ya da “İmam” olmasının, onların varlığı için olmazsa olmaz şartı konusunda ittifak hâlindedirler… Allâme Sa’duddin Taftazânî (rh.a.), meşhur “Şerhu’l-Akâid” adlı eserde İmamet ya da Hilâfet konusunda şunları beyan eder: “Bir Halife (İslâm Devlet Başkanı) tayin etmenin vâcib olduğu konusunda icmâ ve ittifak vardır. İhtilaf konusu olan husus şundan ibarettir: Halifeyi ve imamı nasb ve tayin etmek, Allah Teâlâ üzerine mi, yoksa halk üzerine mi vâcibdir? Eğer İmam tayin vâcib ise, Sem’î ve naklî delille mi, yoksa aklî ve mantıkî delille mi vâcibdir? Ehl-i Sünnet mezhebine göre, halife tayin etmek halk üzerine ve naklî delillerin gereği olarak vâcibdir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.): “Her kim, zamanının imamını tanımadan ölürse, cahiliyye ölümü üzere ölmüştür.”8 buyurmuşlardır. Ayrıca ümmet, Peygamber (s.a.s.)’in vefatından sonra, en önemli iş olarak imam ve halife tayin etme işini görmüşlerdir. Hattâ imam tayin etme işini, (Hz. Peygamber’i) defn etme işine takdim etmişlerdi. Daha sonra vefat eden her imamdan sonra da durum böyle olmuştur. Ayrıca Şer’î vazife ve vacibelerin pek çoğunun yerine getirilmesi halifeye bağlı olduğu için, müellif (Ömer Nesefî), buna işaret ederek dedi ki: “Müslümanlar için bir imama (Siyasî lider halifeye) mutlak sûrette ihtiyaç vardır. Müslüman halkla ilgili dinî hükümlerin infazı, cezaların tatbiki, düşmanlara karşı ülke sınırlarının korunması, Müslümanlardan ordu teşkil dilmesi, Sadakaların (zekât ve vergilerin) toplanması, zorbaların, soyguncuların ve eşkiyaların zabt u rabt altına alınarak kahredilip cezalandırılması, Cuma ve bayram namazların kaldırılması, insanlar arasında ortaya çıkan ihtilafların ortadan kıldırılması, mahkemelerde şahidlerin şahidliğinin kabul edilmesi, velîleri bulunmayan küçük yaştaki oğlan ve kızların evlendirilmesi ve ganimet mallarının taksim edilmesi gibi önemli hususlar İmam sayesinde icra edilir.” Bunlara benzeyen ve ümmete mensub ferdler tarafından ifâ edilemeyen diğer işler için de durum budur!”9 İmam Ebu’l-Muin en-Nesefî (rh.a.)’in “Ehl-i Sünnet” akîdesinin ilkelerini beyan ettiği “Bahru’l-Kelâm” adlı eserinde “İmamet” konusunda şöyle devrilmiştir: “Üzerimizde İslâm Devlet Başkanı olan İmamı görmeden bir günün geçmesi câiz değildir. İmam, devlet başkanı olan Halife’dir. İmametin hak olduğunu kabul etmeyen kimse kâfir olur. Çünkü dinî hükümlerden bir kısmının câiz olması, İmamın varlığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazları ve yetimleri evlendirmek gibi… İmamı inkâr eden kimse, farzları inkâr etmiş olur. Farzları inkâr eden de kâfir olur.”10 İbn Âbidîn (rh.a.), “Reddü’l-Muhtar Ate’d-Dürrü’l-Muhtar” adlı eserinin “Metin” kısmında şöyle denilmiştir: “İmamet-i Kübrâ (Halifelik), Kullar üzerinde Umumî tasarrufa hak kazanmaktır. İmamet-i Kübrâ’yı nasb ve tayin etmek vâciblerin en mühimlerindendir. Onun içindir ki, Ashab-ı Kiram onu, Mucizeler Sahibini (Rasulullah’ı) defin etmezden önce ele almışlardır.”11 Şerhte ise şu tarif yapılmıştır: “İmamet-i Kübrâ’yı, Makâsıd Sahibi: Din ve dünya hususunda Peygamber (s.a.s.)’e halife olarak umumî bir riyâsettir, diye tarif etmiştir.”12 İmam Ebu’l-Hasan el-Mâverdî, “el-Ahkâmu’s-Sultâniyye” adlı meşhur eserinde şöyle diyor: “İmamet ismi verilen Hilafet, din ve dünyaya aid işlerin yürütülmesi için Nübüvvete halef olarak konulmuş, kabul edilmiş bir müessesedir. Devlet Başkanlığı vazifesini yürütene, sağırlar hariç bütün müslüman topluluğunun uymasının gerektiği hususunda icmâ vâki olmuştur. (…….) Bize, bizden olan emretme yetkisine hâiz Halifelere ve diğerlerine itaat etmek, uymak farz olmuştur.”13 İmam Maverdî (rh.a.), kendisine itaat etmenin farz olduğu İslâm Devlet Başkanı olan Halife’nin üzerine vâcib görevlerini şu şekilde sıralıyor: “Halifenin göreceği önemli olan âmme işleri on tanedir: 1- Va’z olunan kaidelere, selefin icmâ ettiği hususlara uygun olarak dinî koruma, muhafaza etmektir. Din hakkında bir şübhe yayılırsa, delillerle bunu açıklar ve doğru yolu gösterir. Kendisine lazım olan ilâhî kanun ve cezaları dinin fesaddan, bozulmaktan korunmasında, halkın kötülüklerden, bayağılıklardan uzaklaştırılmasında tatbik eder. 2- İhtilaflıların ihtilaflarını çözmede, çekişmelerin, nizâlı kimselerin nizâlarına son vermede, merhametin temininde dinî hükümleri tatbik eder. Zalim, taşkınlık edemez ve mazlum da zayıf düşürülemez. 3-Topluluğu himaye, koruma, mal, can, her türlü yol emniyetini sağlamak sûretiyle insanların yeryüzünde geçimlerini, kazançlar sağlamalarını temin eder. Yasak olan sahalardan ve başkasına ait haklara zarar vermekten uzaklaştırır. 4- Allah’ın koyduğu yasakları aynen uygulamak, değiştirilmelerinin önüne geçmek, insanların haklarının ortadan kalkmasını önlemek hakları korumak uğruna cezalar tatbik etmek. 5- Müslümanların, zimmîlerin ve Müslümanlarla anlaşmalı olanların kanlarına, hayatlarına, mallarına kasdetmek isteyen, dinî ortadan kaldırmaya teşebbüs eden düşmana karşı harb hazırlığı yapmak, kaleler, engeller inşâ ettirmek. 6-İslâmiyet’in bütün dinlere üstün olduğu konusunda gerekli isbatı yapmak, Allah’ın hakkının ayakta tutulması için davete rağmen müslüman olmayan kimselere karşı, İslâmiyet’e girinceye veya zimmîliği kabul edinceye kadar harbetmek. 7-Korku duyurmadan, zulüm ve baskı meydana getirmeden dince ve ictihadca üzerlerine farz olan kimselerden zekât ve diğer vergileri, ganimetleri toplamak. 8-İsraf ve cimrilik yapmaksızın, hazineden lâyık olanlara tam vaktinde yardımlarda, ihsânda bulunmak. 9-Vergilerin toplanması, halka nasihatın sağlanması için emniyet memurları, nasihatçılar tayin etmek, görevlendirmektir. Bundan maksad, herkes için işler eşit ve sağlam bir şekilde yürütülsün, mallar emniyet içinde korunsun. 10-Topluluğun işleri ve durumları ile bizzat meşgul olmak, yakînen takib etmek. Böylece halkın idaresi, milletin himayesi daha iyi sağlanır, hilafet görevini yalnızca eğlencelerle veya yalnız ibadetlerle ihmal etmemiş olur. Tayin ettiği memurlar hainlik edebilir, görevini aksatır. Allah Teâlâ: “Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevâya) uyma, sonra seni Allah’ın yolundan saptırır.”14 buyurmuştur. Allah, yalnız nefse uymayı, dalâletle vasıflandırmıştır. Hilafet görevi bu şekilde sarsılmış olur. Lâyık olan o makama geçince, dinin hükümlerini, hilafet makamını korunması gerekir. Peygamber (s.a.s.) de: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz”15 buyurmuştur.” 16 Ümmet tarafından ehli görüldüğü için ulu’l-emr makamına seçilen, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmeden ve üzerine düşen çobanlık vazifesini hakkıyla yerine getiren âdil yöneticiye itaat etmek imanın gereğidir… Bu itaat, o şahsın Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat etmesinden dolayıdır… Allah’a ve Rasulullah (s.a.s.)’e itaat ettiği için kendisine itaat edilir… Allah’a ve Rasulüne itaat etmeyen, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen yöneticiler, kim olurlarsa olsunlar kendilerine itaat edilmez… Çünkü Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, o hükümleri terk edenler, hevâlarını ilâhlaştıranlardır… İlâhlaştırdıkları hevâlarının istediğinden doğan kanunlar yapar, ona itaat eder ve yönettiği halkı ona itaat etmeye zorlar… Halk da ister-istemez ilâhlaşan hevânın hükümlerine boyun eğer… Böylece, Allah’ın beyan buyurduğu dosdoğru yoldan sapılarak, şeytanların davet ettiği bâtıl yollara sapılmış olunur… Hak üzere olan ve hak ile hükmeden yöneticiye itaat olunur… Bâtıl üzere olan ve bâtıl ile hükmedip bâtıl yollara sevkeden yöneticilere asla itaat edilmemelidir… Emrine itaat edilen emir sahibi, hem dosdoğru yol üzere, yani İslâm üzere olacak, hem de insanları dosdoğru yol olan İslâm’a davet edip İslâm’ın hükümleriyle idare edecektir… Emir sahibi olan kişi veya kişiler, şirk, küfür, günah, haram ve isyanı emretmedikleri müddetce, yani Tevhid, iman, helâl, sevab, iyilik ve hayır emrettikleri müddetçe kendilerine itaat edilir… Allah’ın indirdikleriyle hükmettikleri sürece kendilerine itaat etmenin farz olduğu malumdur… “Ehl-i Sünnet” in meşhur akîdesi risâlelerinden biri olan “el-Akîdetü’t-Tahâviyye”nin şarihi el-İmam el-Kadı el-Allâme Ali b. Ali b. Muhammed b. Ebi’l-İzz ed-Dımeşkî el-Hanefî (rh.a.), İmam Tahâvî (rh.a.)’ın akîde ile ilgili risâlesini şerhederken itaat konusunda şunları kaydeder: “Görüldüğü gibi Kitab ve Sünnet, günahı emretmeleri müstesnâ yöneticilere itaatin farz olduğunu ortaya koymaktadır. Yüce Allah’ın şu buyruğunu düşünelim: “Allah’a itaat edin, Rasule itaat edin ve sizden olan yöneticilere de.” (Nisa, 4/59) Burada yüce Allah, “itaat edin” emrini Rasul için tekrarladığı hâlde, yöneticiler için tekrarlamamıştır. Çünkü yöneticilere itaat müstakil değildir. Onlara ancak Allah’a ve Rasulüne isyan olmayan hususlarda itaat edilir. İtaatı emreden fiil, Allah Rasulü ile birlikte tekrarlanmıştır. Çünkü Allah Rasulüne itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.17 Zira Allah Rasulü, Allah’a itaat olmayan hiçbir işi emretmez. O, böyle bir emir vermekten korunmuştur. Yöneticiler ise, bazen Allah’a itaat olmayan işler emredebilirler. Onlara, ancak Allah’a ve Rasulüne itaat olan hususlarda itaat olunur.”18 Abdullah ibn Ömer (r.anhuma) nın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Sevdiği yahud sevmediği hususlardaki emirlerini dinlemek ve ma’siyetle emrolunmadıkça itaat ve icabet etmek müslüman kişi üzerine vâcib olan bir haktır. Ma’siyetle emrolunduğu zaman da onları, dinlemek ve boyun eğip itaat etmek yoktur!” 19 İmam Ebu Bekr el-Cassas (rh.a.), “Ahkâmu’l-Kur’ân” adlı eserinde şu hakikatı beyan etmektedir: “Zalim ya da fasık bir kimsenin Peygamber, halife ya da kadı olması, dinle ilgili meselelerde halkı kendi iradesine zorlayacağı bir mevkide bulunması câiz değildir. Sözgelimi müftü, şahid ya da hadis ravisi olamaz. Kur’ân-ı Kerim’deki: “Zalimler, Benim ahdime erişemez.”20 ayeti, dinle ilgili işleri idare mevkiine gelen kimselerin âdil ve faziletli olması gerektiğini göstermektedir. Bu ayet, dolaylı olarak fasıkın hilafetinin gayr-ı meşru olduğunu anlatmaktadır. Kötülüğü ile ünlenmiş bir kişi halife olamaz. Herhangi bir kötü şahsiyetin bu mevkiye gelmesi hâlinde halkın, ona tabi olması zorunluluğu yoktur. Peygamberimiz (s.a.s.) de: “Yaratıcıya isyan eden mahlûka itaat olunmaz!” derken aynı şeyi kasdetmektedir. Ayetten ayrıca, fasık birinin kadılık, valîlik ya da benzeri bir yüksek mevkiye gelemeyeceği, gelmesi hâlinde emirlerinin geçerli olmayacağı anlamı da çıkmaktadır. Onun şahidliği, Peygamberden rivayet ettiği hadis ve verdiği fetva makbul değildir.”21 Ümmü’l-Husayn (r.anha) anlatıyor: Vedâ Haccı’nda Rasulullah (s.a.s.) ile beraber hacc ettim. Rasulullah (s.a.s.), çok sözler söyledi. Sonra O’nu: “Üzerinize, sizi Allah’ın kitabı (Kur’ân) ile yönetecek kolları, bacakları kesilmiş siyah bir köle valî tayin edilse, onu dinleyin ve itaat edin!” buyururken işittim.22 Emiru’l-mü’minin İmam Ali (r.a.)’dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah’a isyan hususunda itaat yoktur. İtaat, ancak Meşru’ (olan bir şey hususun)dadır!”23 “Ehl-i Sünnet”in, “Ulu’l-emr ve itaat” konusunda inancı ve tutumu özet olarak beyan edildi… Bu deliller çerçevesinde daha çok söz söylenilebilinir… Allah’ın verdiği akıl nimetini kullanabilenler için bu kadar açıklama kâfîdir!.. “Artık ey basiret sahibleri ibret alın!” 24 Dipnotlar 1- Nisa, 4/59. 2- Nisa, 4/58. 3- Şeyhu’l-İslâm Ebu’s-Suûd Efendi, Ebussuûd Tefsiri, çev. Ali Akın, İst. 2006, C.3, Sh. 1310-1311. 4- Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İst. T.Y. C.3, Sh. 24. (Yenda Yayınları) Not: Metin sadeleştirilmiştir. Bkz. Hak Dini Kur’ân Dili, C.3, Sh.12. (Azim Yayınları) 5- Şeyhu’l-İslâm Ebu’s-Suûd Efendi, A.g.e. C.3, Sh. 1312. 6- Elmalılı M. Hamdi Yazır, A.g.e. C.3, Sh. 26. (Yenda Yayınları) Azim Yayınları nüshası, C.3, Sh. 14-15. 7- Bkz. Mâide, 5/44, 45, 47. Ayetleri ve tefsirlerine. 8- Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, Sh. 96. 9- Taftazânî, Kelâm İlmi ve İslâm Akâidi-Şerhu’l-Akâid, çev. Süleyman Uludağ, İst. 1991, Sh. 326-327. 3.Baskı.Yeni Terceme: Taftazânî, Şerhu’l-Akâid, çev. Talha Hakan Alp, İst. 2008, Sh. 284-285. 10- İmam Ebu’l-Muin en-Nesefî, İslâm İnançları ve Mezhebler Arasındaki Görüş Farkları, çev. Cemil Akpınar, Konya, T.Y. Sh. 179. Yeni Terceme: Ebu’l-Muin en-Nesefî, Bahru’l-Kelâm-Maturidî Akâidi, çev. Doç. Dr. Ramazan Biçer, İst. 2010, Sh. 129. 11-İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürrü’l-Muhtar, çev. Ahmed Davudoğlu, İst. 1982, C.2, Sh. 383. 12-İbn Âbidîn, A.g.e. C.2, Sh. 384. 13-İmam Ebu’l-Hasan el-Maverdî, el- Ahkâmu’s-Sultaniyye- İslâm’da Hilafet ve Devlet Hukuku, çev. Dr. Ali Şafak, İst. 1976, Sh. 5. 14-Sad, 38/26. 15-Sahih-i Buhârî, Kitabu’n-Nikâh, B. 82, Hds. 118. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, B. 5, Hds. 20. 16-İmam Ebu’l-Hasan el-Maverdî, A.g.e. Sh. 19-20. 17-“Kim Rasule itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur.” Nisa, 4/80. 18-İbn Ebi’l-İzz el-Hanefî, el-Akîdetü’t-Tahâviyye ve Şerhi, çev. M.Beşir Eryarsoy, İst. 2008, Sh. 410. 2. Baskı. 19-Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ahkâm, B.4, Hds.8. Kitabu’l-Cihad, B.-107, Hds. 163. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, B.8, Hds.38. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.87, Hds. 2626. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Cihad, B.29, Hds.1759. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B.40, Hds. 2864. Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-Bey’at, B.34, Hds. 4188. 20-Bakara, 2/124. 21-Ebu Nuaym el-İsfahânî, Sahabe’den Günümüze Allah Dostları –Hilyetu’l-Evliyâ, çev. Said Aykut, Vdğ. İst. 1995, C.4, Sh.294. Ebu Bekr el- Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, C.1, Sh.80. Not: Bu bölüm, kitabın aslında yoktur. Öneminden dolayı mütercim tarafından eklenmiştir. İslâm Düşünce Tarihi, Editör: M.M. Şerif, çev. Yusuf Ziya Cömert, İst. 1990, C.2, Sh. 311-312. el-Cassas, C.1, Sh. 80. (Ebu’l-A’lâ Mevdudî’nin yazısı) İmam Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 1997, C.2, Sh.320. Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî, Tefsirü’l-Münir, çev. Hamdi Arslan, Vdğ. İst. 2003, C.1, Sh.273. 22-Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, B.8, Hds.37 Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-Bey’at, B.26, Hds. 4174. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B.39, Hds. 2861. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Cihad, B. 28, Hds. 1758. 24- Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, B.8, Hds. 39- 40. Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ahbâri’l-Âhadi, B.1, Hds.12. Kitabu’l-Mağâzî, B.61, Hds. 340. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.87, Hds. 2625. Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-Bey’at, B.34, Hds. 4187. 25- Haşr, 59/2. |