Evrensel Kardeşlik Buluşması; Hac
Kutlu bir seferin, kutlu yolcuları yine hareket halindeler...

03/10/2011 - 12:13

“Elveda ev!... Elveda evdekiler!..” diyorlar...

En yüce Ev’e, en güzel Ev’e niyetlenerek…

Yani, Beytü’l-Atik/Özgürlük Evi'ne… (22/29)

Beytü’l-Haram/Güvenlik Evi'ne… (5/97)

Kıyam/Direniş Evi’ne… (5/97)

Daha doğrusu Beyt’in Rabbine misafir olmak için… Duyufu'r-Rahman/Rahman'ın misafirleri olarak kalmak için... Hem de bütün üniforma, forma, rozet, etiket, unvan, nişan, makam, kariyer, sınıf, statü vs.lerden sıyrılarak… Tüm sadelik ve samimiyetleri ile, sadece iki parça bezle yola çıkıyorlar… Yani ihramla… İhramla eşitlenerek… Renkler tek renge dönüşüyor… Allah'ın boyası ile boyanmak nasılmış şimdi daha iyi anlaşılıyor...

İhram, kefenlenme provası… Makyajsız, maskesiz, örtüsüz bir yüzle…

Mü'minler, evrensel kardeşlik buluşmasını gerçekleştirmek için Beyt'in mimarının çağrısına icabet ediyorlar...

"Lebbeyk" diyorlar...

Oralar ata yurdumuz… Baba Ocağımız… Ana kucağımız…

Orası Ümmü’l-Kura/Kentlerin anası… Abdulmuttalib’in öksüzüne de analık etmişti… Bu gün de ümmet, dünyanın dört bir yanından Ümmü'l-Kura'nın kucağına kendini atmak için koşuyor... Hacer ananın bağrına sığınmak için… Safa ve Merve arasında anne Hacer’in iniltisine kulak verecekler... Onun kutlu adımlarının ritmine eşlik edecekler… Hacerce bir teslimiyetin sukunetine erecekler… Yüreklerini kavuran, ruhlarını çölleştiren, sekülerizmin yakıcı ateşinden kurtulup zemzemle serinlemek için yoldalar…

Beytü’l-Atik’te özgürlüğün şifreleri aranacak... Güven vermeyen bir dünyadan eman yurduna kanatlanacaklar...

Çünkü insanın insan olabilmesi ve insan kalabilmesi özgürlük ve güvenlikle ilgilidir.

Bu bilinçle “çıkar dünyası”ndan, “değerler dünyası”na uzananalar kazanıyor...

Ruhları ve yürekleri bedenlerinden önce uçuyor... Yüzeylerde gezinmekten bıkanlar, öze dalıyorlar… Acaba eşyadan sıyrılıp anlam dünyasına dalabilecek miyiz, diye... Çünkü hac, yaşama yeni bir anlam yükleme eylemidir.

Rutin gündemlerden kaçıp rabbani bir gündeme kendini terketmektir. İnsan olarak, yalnızlığımızı, bize “şah damarımızdan daha yakın” olanla paylaşmak zorundayız... Allah ile zayıflayan ilişkilerin telafisi için hac bir fırsattır.

Ona yakın durmak en büyük gaye… Acaba, “yakîn”nimiz bu yakınlığa yetecek kıvamda mı? Evet, Kabe’ye yakın olmak değil, yakîn sahibi olmak önemli… Kabe’nin örtüsüne yüz sürüp de Allah'a uzak düşmek de var!

Biliyoruz ki, Allah'a rağmen edinilen yakınlıklar yakıcıdır… O’nun için rağbetimiz, ric'atimiz ve ricamız sadece Allah’adır…

Şimdi hac vakti...

Hac; gündemi sadece Allah olan günlere denir… Yani Allah'a özgü kılınmış vakit… Her tavaf, Rab ile gerçekleşen bir randevu adeta… Tavaf, hayatı Rabbani yörüngeye oturtmaktır… Her tavaf, aynı zamanda bir tavırdır… Allah’tan gayrısına bir tepkidir…

Hac; Allah’ı öncelemek ve önemsemektir… Böylece, dünyada hangi eksende dönmemiz gerektiğini idrak ve ilan ediyoruz… Kısır döngülerden, fasit dairelerden, dönekliklerden, dümen ve dolaplardan kurtulup Allah merkezli bir hayata kanat açmaktır…

Hac; kendimizi bakıma almaktır… Hayatı rıza ve rıdvan ekseninde rotasına oturtmaktır… Yaşama, İlahi direktifler çerçevesinde ayar vermektir…

Vahiy ikliminde hayatı resetlemektir…

Hac; umuttur… Derûni, lahutî bir ufuk turu… Kabe'ye yolculuk... ve kalbe yolculuk...

Hac; insanın kendini keşfetmesidir... Çamurundaki cevheri gün yüzüne çıkarmasıdır... Kendini aşarak Allah ile buluşmasıdır...

Hac; bir fırsattır… Sadece imkânı olanlara özel bir ibadet değil, öncelikle imanı olanların nasibinde olan bir imkândır…

Hac; insanı inşa ve imar eder… İnsan ibadete memurdur… İşte bu memuriyet hayatı mamur kılar…

Haccın, Mekke’de başladığını biliyoruz... Fakat Mekke’de bitmediğini de bilmek gerekmiyor mu? Tüm hayatı haclaştırmadıkça sadece hac günlerinin tatlı hatıraları ile yaşamış oluruz... Haccın hac olması, hac sonrası hayatın akışından anlaşılır ancak…

 

Kimilerine göre Mekke sanki cennete bilet kesme gişesi…

Bilenler ve hac bilincini taşıyanlar için ise kullukta yenilenme ve bilenme zeminidir… Mekke’de Hacerü’l-Esved’i istilam etmekle Allah ile biatleşiyoruz … Medine’de ise Rasulullah ile biatımızı yeniliyoruz ...

Bu bilinçle Mekkemizi ve Medinemizi yüreğimizde taşıyor muyuz? Yoksa her şey gümrükten geçinceye kadar mı? Hac sonrası, hayata bıraktığımız yerden devam mı diyoruz, yoksa her şeye yeniden bir çeki-düzen mi veriyoruz?

Evet, hac, hayatımıza ne katıyor?

Unutmamak gerekir ki, mebrur bir hac için mebrur bir hayat şarttır…

Kutsal beldelerdeki şiarların bize sunduğu şuur nedir? Sembollerde kendimizi bulabiliyor muyuz? Makam-ı İbrahim de dururken, Nemrutlara karşı duruşumuzu hala netleştirmemiş isek… Kabe ile doğrudan temas kurarken kıblesizleştirilen ya da çok kıbleli bir yaşama sürüklenen nesillerin akıbetine müdahil olamıyorsak… Vahyin berrak pınarından İsmaillerimizin susuzluğunu gideremiyorsak… Harem’de olsak da halimiz haraptır…

Evet, Haccalaşanların hacdan nasibi olmaz ki!?

Hira Nur Dağı'nı seyrederken, hayatta Hira kriterlerini aramalıyız... Roma kriterlerini yaşamdan söküp atamayan hacılara Hira ziyareti ne kazandıracak ki?

Uhud’da Okçular Tepesi'nde, nöbet mahallerini terk eden askerlere örtülü sitemlerimizi sunarken, biz bize emanet edilen tepelerde mevzilerinde sebat edebilenlerden miyiz acaba?

Kuba’da Takva Mescid'inde Cumartesi günü kılınacak iki rekat namazla bir umre sevabı arzularken; yapılarımızın, oluşumlarımızın, mabed, mesken, kurum, kuruluş ve mekanlarımızın takva temelinde inşa olunup-olunmadığını sormak ihtiyacı duymayacak mıyız?

Kabe’yi çıplak ve ıslak gözlerle doyasıya seyretmek, şüphesiz büyük bir nimet... Islak kelimelerle Kabe’nin Rabbine yakarmak bulunmaz bir fırsat… Ancak Beytullah/Allah’ın Evi'nin sadeliği gözlerimizin önünde olduğu halde, kendi evlerimizin lüks, israf ve şatafatını gözden geçirme ihtiyacı duyacak mıyız?

Kabe’nin örtüsüne tutunup ağlayan hanım kardeşlerimiz, o örtünün sadeliğinde kendi örtülerinin nasıllığını görebilecekler mi, sorgulayabilecekler mi acaba?

Bol yıldızlı otellerin yüksek katlarında yeryüzü yıldızlarının izini yakalayabilmek mümkün olabilecek mi? Sanki kimi eller o izlerin bu çağa izdüşümünü silmek için görevli!

Hacılar, Hicazda Mekke’yi, Medine’yi arayacaklar… Asr-ı Saadet iklimini solumak için… O güne çağrışım yapacak bir şeyler bulabiliriz umudu ile...

Nafile…

Mekke’de Cennetü-l Mualla, Medine’de Cennetü’l-Baki kabristanları dışında o güne çağrışım yapacak bir işaret bulmak çok zor...

Ebuzer'in ta o günden tepkisini, Bilal’in ta ilk günden terkinin nedenini orada insan daha iyi anlayabiliyor…

Bu şartlarda ne ile müteselli olacağız?

Yaptığımız tavafların sayısı ile mi teselli bulacağız? Yoksa hac ile kimlik ve kişiliğimi tahkim ve teçhiz etme yoluna mı gideceğiz?

Hac ile donanım, doyum ve dolum gerçekleşmeli değil mi? Dünyanın baş döndürücü koşuşturmasından sıyrılıp kendimizi attığımız bu iklim yeni açılımlara kapı aralaması gerekmiyor mu?

Özgürlük evine uçarak gidenler gerçekte özgürlüğe ne kadar yakınlar?

Bu bilinç ve özlemle Beyt-i Atik’de bir özgürlük aşısı yapmadan buradan kopmamak lazım... Özgürlük bilincini besleyecek bir fırsattır bu... Ancak, bu aşının tutması bir aşk işidir… Özgürlük aşkı… Zillete, zulmete, zulme, esarete, sömürüye baş kaldırıyı aşılayan, kamçılayan bir aşk… Kıyam evi olan Kabe (5/97) bu mesajı ruhumuza nakşediyor… Veraların verası ile bir iletişim gerçekleşiyor…

Mekke-i Mükerreme… Her karesinde kerem ve hilim sahibi Hz.İbrahim’in sizi karşıladığını hissediyorsunuz…

Yüce Allah’ın Mekke’ye ikramı, Al-i İbrahim/İbrahim ailesi…

Kur’an-ı Kerim iki “Üsve-i hasene/güzel örneklik”ten bahseder…

Biri; “İbrahim ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel örnek vardır” (Mümtehine-4)

Mekke’nin taşı, toprağı, suyu, soluğu bu güzel örnekliğe tanıklık ediyor… İbrahim ailesinin eşsiz güzelliklerinin, örnekliklerinin sahnelendiği mekan… İbrahimî semboller her taraftan karşılıyor, sizi…

Diğeri Allah’ın Medine’ye ihsanı; Al-i Muhammed/Muhammed ailesi…

O eşsiz örnekliği gündemleştiren yine Kar’an’dır :

“Andolsun, sizin için Allah’ın Rasulün’de güzel bir örneklik vardır” (Ahzap-21)

Kadim/önceki üsve/örnek ile hatim/sonraki üsve/örneği birlikte özümsemek lazım!

Medine-i Münevvere… Siracen münira/Nur saçan kandil’in şualarını taşıyor… Attığınız her adımda O’nun hatırası sizi karşılıyor… Ancak Müslümanlara lazım olan O’nun hatırası değil hayatıdır! Çünkü Muhammed hayattır!

Al-i İbrahim ve Al-i Muhammed ile tanış olmak… Ancak bu tanışıklıkta bir eksiklik var... Al-i İmran/İmran ailesini teğet geçebilir miyiz? Bu kutlu seferin üçüncü ayağı Mescid-i Aksa olması gerekmiyor mu?

Hüccac el-Aksa'ya neden bu kadar uzak?!

Efendimiz (s.a.v) üç Mescid-i birlikte anmamış mıydı?

Mescid-i Haram!

Mescid-i Nebevi!

Mescid-i Aksa!

Acaba ölmeden evvel özgür bir Mescid-i Aksa’da secde etmek, mümkün olacak mı? Bedeli ödendikten sonra neden olmasın ki!?

Harem-i Şerif'deki secdeleri el-Aksa’ya taşıma sorumluluğu bizim omuzlarımızda… Aksi takdirde bu kutlu sefer hep eksik kalacaktır!

Başta hacılar ve umreciler olmak üzere bu ümmetin en büyük kusuru "Kudüssüz" bir sefere razı olmaları değil midir?

Elleri Allah’a açıp, Kudüs’ü dualarımızın başına koyduk mu? Dua kelimelerimizi, gözyaşı ile yıkayıp, yüreğimize yükleyip O’na arzettik mi?

Mebrur bir haccın öncelikle cahiliyeden teberri ile mümkün olacağını bilmeliyiz! Hacca gidemeyenlerimiz, bulundukları ortamda hayatı haclaştırmanın sorumluluğunu kuşanmaları gerekiyor... Bu da Mekke ve Medine'yi inşa eden ruhu yakalamakla mümkündür…