Çocukluktan kaynaklanan hatalarını hoş görünüz.
Allah Rasûlü(sav); "Çocuklarınıza değer verin, onlara ikramda bulunun, onların terbiyelerini güzel yapın!" buyurur
04/07/2011 - 12:24

İşaret edildiği gibi çocuklar ergenlik çağına ulaşıncaya kadar mükellef değildir. Bizi yaratan, gizlimizi, açığımızı, her hal ve durumumuzu bizden iyi bilen Rabbimiz onlara akılları olgunlaşıncaya kadar fırsat vermiştir. Ergenlik çağı öncesinde, özellikle temyiz çağında güzel alışkanlıklar edinmeleri, doğruları ve yanlışları öğrenmeleri, büyüklerin onları yetiştirmesi  için teşvikte bulunmuştur. Onların ongunlaşmaları için gayret sarf etmeli, çocukluktan kaynaklanan davranışlarını da hoş karşılamalı, tekrarlanmaması, alışkanlığa dönüşmemsi için tedbirler almalıyız.

   Enes ten(ra), Üsve-i hasenemiz olan Allah Rasûlü yle yaşadığı bir hatırayı bize kendi duyguları ile yoğurarak anlatıyor:

    “Rasûlullah(sav) insanların en güzel ahlâklısı idi. Bir gün beni bir ihtiyaç için göndermişti. “Vallahi gitmem!” dedim. İçimden geçen ise Rasûlullah’ın emrettiği yere gitmekti. Çıktım. Çarşıda oyun oynayan çocukların yanına uğradım.

    Çok geçmeden ben de onlara kapılarak dalıp gitmiştim. Birden Rasûlullah(sav) başımı arkadan tuttu. Döndüm ona baktım; gülümsüyordu.“Enescik! Söylediğim yere gittin mi?” diye sordu.

    Kendilerine; “Evet, hemen gidiyorum ya Rasûlallah!” dedim.[1]

    Şimdi Enes’in anlattıkları üzerine düşünüyoruz:  Allah Rasûlü(sav) bir büyük olarak onun; “— Gitmem!” dediği zamanki duygularını da biliyor, söz ve davranışlarını yaş ve durumuna göre değerlendiriyordu. Oyuna daldığı zamanki durumunu da, yanına geldiğinde; “— Şimdi gidiyorum!” dediği zamanki durumunu da biliyordu. Onu azarlamıyor, yaralamıyor, zihninde acı hatıra, gönlünde acı duygular bırakmıyordu. Yıllar sonra her hatırlayışta Enes’in gönlünde yer eden sevgisini artıracak, zihninde sonraki nesillere de örnek olacak tatlı bir hatıra bırakıyordu. Enes de, önüne duygularını dile getiren güzel kelimeler ekleyerek bu hatırâyı yâd ediyordu.

    Enes(ra), hem Sahih-i Buhârî’de hem de Sahih-i Müslim’de yer alan bir hadiste de; “Allah Rasûlü’ne on sene hizmet ettim. Bir kere bile bana; “öff! demedi. ‘–Şunu niye şöyle yaptın?’ veya; ‘–Şunu niçin yapmadın?’ diye beni azarlamadı. Beni hiçbir zaman kınamadı, ayıplamadı,” der.[2]

    Sahih-i Müslim’de yer alan bir rivâyet farklı bir vurguyla aynı güzel örnekliği dile getirir ve şöyle der:

    “Ben Allah Rasûlü’ne(sav) ikâmet halinde de, seferde de hizmet ettim. Allah’a yemin ederim ki, yaptığım bir şey için bana; “Bunun niçin böyle yaptın!”, yapmadığım bir şey için de; “Neden bunu böyle yapmadın!” demedi.” [3]

    Allah Rasûlü nün ahlâkı buydu… O, kırmadan, yaralamadan, acı söz söylemeden hatayı doğrultabiliyor, tatlı söz ve güzel üslup kullanarak doğruları zihinlere ve kalplere yerleştirebiliyordu… Yukarıdaki sözler, onun terbiyesi altında yetişen bir gencin, sonraki yıllarda bizlere hatıra ve duygularını aktaran sözleriydi. Bu sözlerin içinde yatan Rasûlullah(sav) sevgisine dikkat ediniz.

    Arkanızdan böyle söylenildiğini, hayırla ve duâlarla anıldığınızı düşününüz. Gönle ne kadar hoş geliyor. Gönül bundan hoşlanıyorsa davranışlar da buna uygun olmalıdır.

    Bir başka tatlı hatırayı Nu’mân İbn Beşîr(ra) anlatıyor: “Allah Rasûlü’ne(sav) Tâif üzümlerinden hediye edilmişti. Beni yanına çağırdı ve; “– Bu salkımı al ve onu annene ulaştır,” dedi. Ben o salkımı aldım ve anneme götürmeden yedim.

    Birkaç gece geçmişti ki bana sordu: “– Salkımı ne yaptın? Annene götürdün mü?”

   “–Hayır!” dedim.

   Allah Rasûlü(sav) o gün beni “Ğuder” (Vefâsız), diye isimlendirdi.” [4] 

   Numan İbn Beşîr(ra) hicretten sonra Medîne’de dünyaya gelen ilk Ensar çocuğudur.[5] İbn Hacer, hicretten on dört ay sonra dünyaya geldiğini söyler.

    Annesi Amrâ, özü, sözü güzel aziz şehidimiz Abdullah İbn Revâha’nın(ra) kız kardeşidir.[6]

    Bir başka rivâyette Rasûlullah’ın ona iki salkım verdiği ve; “-Bunu sen ye, bunu da annene götür!” buyurduğu, Numan’ın her ikisini de yediği yer alır.[7]

    Allah Rasûlü(sav) bu davranışı ile hem ona latife yollu hatasını hatırlatıyor, hem de onu kırmıyordu.

    Bu noktada önceden birkaç kelime ile işaret ettiğimiz bir gerçeğe birkaç kelime daha eklemekte fayda görüyoruz: Anlayışlı, hoşgörülü, şefkatli, merhametli davranmak başka şeydir; gevşek davranmak, çocuğun her isteğine boyun bükmek, -iyi olsun kötü olsun- onun her yaptığına katlanmak, durmadan nazını çekmek ve onu buna alıştırmak ayrı şeydir.

    Bir çocuğun doğruyu bilmeye olan ihtiyacı kadar yanlışı bilmeye de ihtiyacı vardır. Annesinin, babasının ve diğer büyüklerinin kendisinin iyiliğini, iyi bir insan olmasını istediğini bilmeye, yanlış yapınca veya yapmak isteyince kendisini durdurulacağını, kötülüklerden ve kötü davranışlardan korunacağını da bilmeye ihtiyacı vardır. Kendi haklarının var olduğunu bilmeye ihtiyacı olduğu gibi, başkalarının haklarının da var olduğunu, kendi canının bir şeyi çektiği kadar başkalarının da canının çektiğini, kendi merak ettiği kadar başkasının da merak edebileceğini, kendisinin rahatsız, tedirgin olduğu kadar başkasının da rahatsız ve tedirgin olabileceğini, kendi canının yandığı kadar başkasının da canının yanabileceğini bilmeye ihtiyacı vardır.

    Bencilce duygular taşımamalı, bu nevî duyguların esiri olmamalı, ben merkezli biri haline gelmemelidir. Çevresindeki insanların, diğer çocukların da kendisi gibi memnun olunca, sevincin daha da artacağını anlamalıdır. Kardeşleriyle, arkadaşlarıyla paylaşmanın kıymetini bilmeli, şuuruna ermelidir. Kötü davranışların ve huyların sevilmediğini de idrak etmelidir.

    Bütün bunların, her zaman hoşgörü göstermek, aldırmamakla olmadığını da bir gerçektir. Hataların tekrar edilmemesi, yanlışların düzeltilmesi, kötülüklerin iyiliklere dönüşmesi, kötü huyların yerini güzel huyların alması için çalışmak, gerektiğinde kesin ve kararlı tavır almak, “hayır!” demek, “yanlış!”, “bu böyle olmaz!”, “bunun sana yapılmasını ister misin?”, “ne kötü bir davranış!” demek ve güzel bir üslup ile çocuğu hatadan, yanlıştan kurtarıp iyiye, doğruya, güzele yöneltmek, onu gerçek manada sevmektir; ona şefkat duymak, onun iyiliğini istemektir.

    Bunun içindir ki Allah Rasûlü(sav); “Çocuklarınıza değer verin, onlara ikramda bulunun, onların terbiyelerini güzel yapın!” buyurur.[8]

    Her insan çocuğuna, kendi çocuğu olması hasebiyle değer verir. Ancak buradaki değer vermeden murat, daha çok onların duygularına, düşüncelerine, sözlerine, şahsiyetlerine değer vermek ve bunu kendilerine hissettirmektir. Onların terbiyelerine dikkat etmek, onları İslâm edeb ve terbiyesiyle yetiştirmek, onlara güzel hasletler aşılamak, onları hem kendilerine, hem âilelerine, hem ülkelerine, hem de inandıkları dâvâya faydalı olacak, takdire değer hizmetler sunacak şekilde yetiştirmektir. Bu onlara ayrı bir değer kazandıracaktır. Bir anne ve babanın çocuğuna yapacağı en büyük iyiliklerden biri de şüphesiz bu olsa gerektir.

    Bir anne ve baba çocuğunu güzel ahlâk, edeb ve terbiye çerçevesinde yetiştirmek, ona güzel hasletler aşılamak istiyorsa kendisi de güzel ahlâka, bu güzel hasletlere sahip olmalı, iç dünyasında güzel duygular beslemeli, bunu dış dünyaya yansıtmalıdır.

 

[1] Sahih-i Müslim, Fedâil (4/ 1805).

[2] Bak: Sahih-i Buhârî, Edeb (18/ 160), Sahih-i Müslim, Fedâil (4/ 1804-1805). 

[3] Sahih-i Müslim, Fedâil (4/ 1804).

[4] Sünen-i İbn Mâce, Et’ime (2/ 1117) Zevâid’de(2/ 1118); “İsnâdı sahih, ricâli güvenilir,” denmiştir.

[5] El-İstî‘âb (3/ 551), el-İsâbe (3/ 559).

Hicret’in ilk çocuğu Abdullah İbn Zübeyr dir. O, hicret ederek Medîne ye gelen Zübeyr ile Esmâ nın oğluydu. Nu man ise hicretten sonra dünyaya gelen ilk Medine’li çocuktur.

[6] El-İstî‘âb (3/ 551).

[7] El-İstî‘âb (3/ 552).

[8] Sünen-i İbn Mâce, Edeb (2/ 1211).