Zilletlerini Düşünmeden Dinlerini Tartışanlar |
Hicrî ondördüncüyüzyıl ve Miladî yîrminciyüzyıl İslam Milleti'nin karakışı idi... Hicrî onbeşinçi yüzyılın ilk çeyreği ve miladî yirmibirinci yüzyılın başları, İslam milleti'nin zemherî zamanıdır... |
03/06/2011 - 15:01 |
Her tarafta fırtına, her yandan boran... Kimsenin kimseyi tanıyamayacağı ve güvenemeyeceği korkunç bir karanlık... Kurtarıcı gîbi gelen seslere doğru gidenler, yeni bir felaketle karşı karşıya kalıyor, ayakları kayıyor, yüz üstü düşüyor, yada kendisini bir derin çukurun dibinde buluyor... Kîtaplı veya kîtapsız İslâm düşmanları, İslâm topraklarını işgal ettikten sonra, yerli işbirlikçilerle yaptıkları anlaşmalar sonucu, İslâm Milleti'nin esareti ve tağutî hüküm lerle idareleri şartı ile ülkelerine çekildiler... Emperyalist güçler adına yönetimi devralan yerli işbirlikçiler, İslâm'ı bütün Kurum ve Kuruluşlarıyla devre dışı bırakıp, İslâm'a aid olup her şeyi hayattan silip süpürdüler ve hayat nizamı İslâm'ın yerine ilâhlaştırdıkları hevalarından kaynaklanan hükümleri egemen kıldılar... Böylece egemen zalim tağutlar, İslâm topraklarında Allah'dan başka rabler ve ilâhlar oldular... İslâm topraklarını kendi aralarında pay eden emperyalist İslâm düşmanları, kendi paylarına düşen parçasını, kendilerine kul olan yerli işbirlikçileri vasıtasıyla sömürmeye başlamaların üzerinden yüzyıl geçti... Mü'min müslümanlara her türlü zulmü ve işkenceyi revâ gören tağutların hakim, mü'min müslümanların mahkum oldukları ve "Daru'l- İslâm"ın İslâm düşmanları tarafından işgal edilerek şirkin egemen kılındığı durumda ne yapılmalıdır? sorusuna, "İnsanın mutmain olduğu, Kabul edebileceği görüş de bu olsa gerektir. Bu görüş istikametinde amel edilmelidir" diyen İslâm âlimleri şöyle cevap vermişlerdir: "Gerekli olan, müslümanların kendi aralarında birine bu görevi (emirliği) vermeleridir. Orda ittifak etmeleri vacibdir. Onu, kendilerine îdareci olarak seçerler O da, kadı tayin eder. Böylece kendi aralarında vuku bulan hadiselerin yargı organlarına aktarılması sağlanmış olur. Yine buralarda kendilerine Cuma namazı kıldıracak bir imam da nasb ederler."(1) Kendilerini İslâm'a nispet eden yüz milyonlarca kitleler, tağuti eğitim ve kültür ile eğitildikleri için köleleştirilmiş bir ruha sahip olmalarından dolayı, üzerine düşen İslâmî vazifelerini yerine getireceklerine, egemen tağutların rehberliğine teslim oldular... Emperyalist güçler adına yönetimde bulunan yerli işbirlikçi tağutlar, egemen olduğu işgal altındaki İslam topraklarının her parçasındaki müslüman olduklarını beyan eden kitleleri parçaladılar, fırka fırka edip, her fırkasını siyasî bir anlayışa yönlendirdiler... Bu siyasî anlayışları, kendileri oluşturmuş ve her anlayış, bir tek egemen anlayışın hizmetine verilmiştir... hepsi tağut ailesinin çocukları olup aile reisi olan babalarına tamamen sapık olan ve sapık kalacaklarına dair yemin edip, verdikleri sözde duran kişilerdir... her nekadar görüntüleri, sloganları, proğramları, anlayış ve hareketleri ayrı görünüyorsa da, hepsi tağut ailesinin birer ferdidir... Değişmez hakikat; "Küfür, tek Millettir!" Egemen zalim tağutların egemenliğinde ve onun eğitiminden geçen, onun kültürünün bulaştığı müslümanlar, tağutî ve şeytanî tuzaklara düşerek, parça parça oldular... Bu parçalanma, onları birbirinden uzaklaştırdı, hatta tağutun oyununa gelenler birbirine düşman olurlar... eğemen zalim tağutlara itaat edenler, kendilerini Kur'ân'a nisbet ettikleri ve Rabbimiz Allah'dır dedikleri hâlde bu itaatlerini sürdürmektedirler... "Bizim Kitabımızdır" dedikleri, fakat hükümlerinden gafil oldukları hayat Kitabımız Kur'ân-ı Kerim'de Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Kim tağutu inkâr edip iman ederse, o,muhakkak kopması mümkün olmayan sapasağlam kulpa (Kur' ân'a İslâm'a) yapışmış olur." (2) Allah Teâlâ,kendisi ne katıksız iman etmeyi, tağutu bütün kurum ve kuruluşlarıyla reddetmeye bağlamıştır... Allah'a iman ve itaat, tağutu inkâr ve asla itaat etmemekle gerçekleşir... Allah'a iman ettiklerini beyan edenler, tağutu, yani Allah'tan başka hüküm koyuculara ve hükümlerini yaptırıcılara inkâr etmez de kabul edecek ve tağuta itaat edecek olurlarsa hâlleri nasıl olur? Böyle bir çarpıklığın, böyle bir sapıklığın sonucu ortada!.. Allah'a inandıklarını söyleyenler tağuta itaat etmektedirler... Halbuki Allah'a iman ve itaat ettiklerini söyleyenlerin, tağutu reddedip itaat etmemeleri gerekir... Bu kulluk vazifelerini hakkıyla ye rine getirmedikleri için, kalpleri birbirinden soğudu, fikirleri ayrıldı, anlayışları uzaklaştı ve kardeşlik duyguları körelip ayrılığa düştüler... Zaten egemen zalim tağutların arzuları bu idi... Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın.Dağılıp ayrılmayın."(3) Ve Allah'ın ipine sımsıkı sarılmanın gereğini beyan buyuruyor Allah: "Allah ve Rasulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin, şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir."(4) "iyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup sakının."(5) "Küfür, tek millettir" ve kafirler, menfaatleri etrafında birleşerek, islâm karşısında tek cephe meydana getirip savaşını devam ederek yardımlaşmaya çalışırken, islâm milleti paramparça olmuş ve birbirlerinden el çekmişlerdir... Rabbimiz Allah bu gerçeği hatırlatarak, mü'min müslüman kullarının dağılmışlıktan kurtulup iman ve islâm ve vahdetini meydana getirmelerini emrediyor... Eğer bu Tevhîdî vahdet oluşmazsa, yeryüzünde korkunç bozulmalar olur... "Kafir olanlar da birbirlerinin velileri (yardımcıları, desleyicileri)dir. Eğer siz bunu yapmazsanız (biribirinize yardım etmez ve dost olmazsanız), yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesad) olur." (6) Abdullah ibn Abbas (r. anhuma)’nın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyur: "Kardeşinle münakaşa etme,onunla (kırıcı şekilde) şaka yapma ve ona yerine getiremeyeceğin va'dde bulunma!" (7) "Mü'minler, ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah'tan korkup sakının, umulur ki esirgenirsiniz." (8) diye buyuran ve bütün mü'minlerin iman kardeşleri olduğunu ilan eden Allah Teâlâ'nın mü'min müslüman kullarının birlik-beraberlik ve vahdetinin emretmesine rağmen, egemen tağutların şeytanî oyunlara gelenler, parçalanıp gruplaşmışlardır. Vahdet ve Tevhid dini olan islâm'a mensup olduklarını söyleyenler böyle dağılmışlığın içine düşmemeliydiler!.. Yegâne Rabbimiz Allah'ın ve önderimiz Rasullulah (s.a.s.)nin emirlerine, uyarılarına rağmen inandıklarını beyan eden kitleler, dinlerinde, dinlerine anlamalarında, ana kaynaklarında ayrılığa düştüler... Egemen zalim tağutların esaretindeki bu zillete rağmen, dinlerini tartışma ortamına getirdiler... Nasıl bir araya gelir, birleşir, sömürücü egemen zalimin tağutların mahkumu olmaktan nasıl kurtuluruz diye, araştırıp soruşturup bu vahdeti sağlayacakları yerde ayrılığı körükleyen konular ortaya atıp dinlerini tartışmaya hız vermektedirler... Rabbimiz Allah Teâlâ: "Elif, Lam, Mim Bu, kendisinde hiç bir şüphe olmayan muttakîler için yol gösterici bir kitabdır." (9) diye buyurduğu Kur'ân-ı Kerim'i tartışmaya açıyor, üzerinde münakaşa yapıyor ve şüpheler oluşturuyorlar... Hükümleriyle hükmetmek gereken Kitabın, hükümlerini tartışıyorlar... Okuyup,inanıp amel etmeleri gere Allah Teâlâ, kullarının arasında ihtilaf edilen meseleleri çözmek için hak kitap indirdi: "Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi."(14) "Biz Kitabı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik."(15) İnsanların ihtilaflarını en güzel şekilde çözmek üzere Allah tarafından gönderilen hak kitap, insanlar tarafından ihtilaf konusu edildi... Kendilerini bu konuda yetkili görenler, "Kitab"ı tartıştıkları gibi bu konuda hiçbir yetkisi bulunmayanlar, Kur'ân hakkında ciddi bir bilgileri olmayan ve Kur'ân usulünden haberdar bulunmayanlar da, Kitab'ı tarşılanlardan cesaret alarak, kendi aralarında Kur'ân-ı Kerim'i tartışıyor, ayetleri birbiriyle çarpıştırıyorlar... "İnsanlardan kimi hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışıp durur. Allah'ın yolundan saptırmak amacıyla gururla salınıp kasılarak (bunu yapar). Dünyada onun için aşağılanma vardır, kıyamet günü de yakıcı azabı ona tattıracağız." (16) buyuran Rabbimiz Allah, bu konunun ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu beyan buyurarak, insan kullarını uyarıyor... "O, 'Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin' diye dinden Nuh (a.s)'a vasiyet ettiğini ve Sana vahyettiğimizi, İbrahim (a.s)'a, Musa (a.s)'a ve İsa (a.s)'a vasiyet ettiğimizi sizin içinde teşri etti (bir şeriat kıldı)."(17) Din, yani yegane hayat nizamı İslâm, ihtilaf edip ayrılığa düşmek için değil, dosdoğru tutup yaşamaya gelmiştir... İslâm, tartışılmaz, ancak O'nun emir ve nehiyleri öğrenilip katıksız iman edilerek hayat haline getirilir... İslâm, hayat olmalı, hayatsa İslâmlaşmalıdır... Ne yazık ki, Müslüman kitleler, içine düştükleri tağutların esareti zilletinden nasıl kurtulacaklarını düşünüp, bunun için bir araya gelerek plan ve programlar yapacaklarına, Kur'ân-ı ve Allah'ın ayetlerini tartışıp bilgi yarıştırmak için toplantılar düzenliyorlar!.. Düştükleri zillete bak, gündemde tuttukları konuya bak!.. Hayat kitabı Kur'ân-ı Kerim'i tartışma konusu eden zihniyetin bu olumsuz ve kabul görmez tavrından, yegane önderimiz Rasulullah (s.a.s)'in "Sahih sünneti ve sahih hadisleri" de payını almaktadır... İçine düştükleri zilletden kurtuluş yollarını araştırmaları asıl vazifeleri iken, bunu bırakıp önderleri ve hayat örnekleri Rasulullah (s.a.s)'in sünnetini ve hadislerini tartışma ortamına getirmiş, kendilerince kabul ve red ederek tartışıp durmaktadırlar... Bindörtyüz yıldan beridir Rasulullah (s.a.s)'in hadisleri üzerinde yapılan binlerce çalışmaya, gerçekten ehil olan alimlerin, mütevatirini, meşhurunu, sahihini, hasenini, garibini, zaifini, mürselini, merfuunu, mevkufunu ve mevzuunu tamamen birbirinden ayırmasına, ayrı ayrı değerlendirmesine rağmen, bu ilimden gafil olanlar veya bile bile gaflet edenler, hadisleri tartışma gündemine getirip, üzerlerine vazifeymiş gibi tartışmaya devam etmektedirler... Asırlardan beri kendilerine yapılan hücumlara rağmen asla sarsılmayan sünnet ve hadis kalesini sarsmaya çalışanlar, mâmut filini ısırmaya çalışan karıncalara benzerler!.. Karıncanın ısırması, mâmut filine ne zarar verebilir ki?! Bu, ne yaptıklarından gaflette bulunanlar, sanki İslam Âleminde hiç kimse "Mevzu hadiseler" hakkında hiçbir çalışma yapılmamış gibi, "birçok uydurma hadis var" düşüncesiyle, güya sahih hadisleri, mevzu olanlarından ayırmak iyi niyetiyle hadise, dolayısıyla "Sünnet"e şüphe sokmaktadırlar… Başta "Sahih-i Buhari" ve "Sahih-i Müslim" olmak üzere sarsılmaz dev yapılı hadis kitaplarını dillerine dolayıp, bunlarda uydurma hadisler var diye iddia etmekte, kendi "bence, benim kanaatime göre" kriterlerini gündeme getirerek, İslam Dini'nin ikinci kaynağı olan hadislere, dolayısıyla sünnete güveni sarsmak istemektedirler… Bu tartışmalar, gerek akademisyenler, gerek entellektüel seviyede olanlar arasında açık oturumlar, paneller ve sempozyumlar şeklinde devam ederken, onları taklide kalkışan diğerleri arasında da gündem oluşturmaktadır… Kendisine rahmet olarak gönderilen (18) Rasulullah (s.a.s)'i dinlemek ve itaat etmek (19) vazifeleri iken, O'ndan gelen emir ve nehiyleri tartışma konusu yapmaktadırlar… Asla hevasından konuşmayan ve konuştukları, kendisine vahy olunan bir vahy olan (20) Rasulullah (s.a.s)'in verdiklerini almalı ve sakındırdıklarından uzaklaşmalı(21). Vazifesine talip olmayanlar, O'ndan sahih senet ile gelen hadislere itimat etmiyor ve doğruluğu ispatlanmışı, tekrar "doğrumu-yanlış mı?" diye kendince araştırmaya koyuluyorlar… Gözü sağlam, aklı yerinde, idrakında herhangi bir sakatlık olmayanlar için "görünen köy kılavuz istemez!.." Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s), vasat ümmetini bu konuda uyarmakta ve böyle tiplere karşı uyanık olmaya, hassa davranmaya davet etmektedir. Ebu Râfi (r.a)'dan Rasulullah (s.a.s)'den: "Sakın, sizden birinize emrettiğim veya menettiğim hususlardan biri kendisine gelince, koltuğuna yaslanmış olduğu halde: -'Bilmiyorum?. Allah'ın kitabında ne bulursak ona uyarız'! derken bulmayayım." (22) El-Mikdan ibn. Ma'dikerib (r.a)'dan Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur: "Şunu iyi biliniz ki bana, Kur'an-ı Kerim ile birlikte (O'nun bir) benzeri de verilmiştir. Dikkatli olun! Koltuğuna kurulan tok bir adamın size: -(Sadece) şu Kur'an lazımdır. O'nda bulduğunuz helâli helâl, Haramı da haram kabul ediniz (yeter) diyeceği (günler) yakındır." (23) Emperyalist müşrik müstekbir güçler adına egemen olan tağutların hüküm sürdüğü İslam topraklarında, tağutlar tarafından beslenen ve İslami ilimleri kendisine meslek edinmiş tipler, önderimiz Rasulullah (s.a.s)'in beyan buyurduğu tiplerdir!.. Yaşadığımız zillet hayatının günleri ise yine hadiste beyan edilen söz sahibi olduğu günlerdir… Bu tipler, Kur'ân ayetleri ile Rasulullah (s.a.s)'in hadislerini karşı karşıya getiriyor, kendilerince çarpıştırıyor ve sahih hadisleri ayetlere ters görmeye çalıştıkları için reddediyorlar… Bunların ölçüsü, İslam Âlimleri'nin kitap ve sünnetten hareketle ilkelerini belirlediği hadis ölçüsü değil, kendi kanaatleri ve kendi hevalarıdır… Bundan dolayı sahih hadisi, ayete muhalif görür ve hadisleri kendi içinde çelişkili zannını hakikat olarak benimserler… Kendi hevâlarına ve delilsiz kanatlarına ters düşen sahih hadisleri reddederek: -'Benim Peygamberim böyle bir şey söylemez!' diye kendi zevkine, hevâsına ve kanaatine göre bir peygamber arayışı içine girerler… Bu zihniyet yeni değil… Kaynak eserlerde yer alan haberler, bu zihniyetin, ta tabiin dönemine kadar uzandığını bize bildirmektedir… Ya'la b. Hâkim anlatıyor: Said b. Cübeyr (r.ha) bir gün Rasulullah (s.a.s)'den bir hadis rivayet etmişti. Bir adam: -Allah'ın kitabında buna muhalif olan şeyler var! demişti. (Bunun üzerine Said) şöyle karşılık vermişti: -Allah, Allah! Ben sana Rasulullah (s.a.s)'den hadis rivayet ediyorum. Sense, Allah'ın kitabı ile O'na tarizde bulunuyorsun! Rasulullah (s.a.s), Allah'ın kitabını senden daha iyi bilirdi. (24) Sahih sünnete ve sahih hadislere şüphe ile yaklaşıp, ümmet içinde bu sarsılmaz kaynağa güveni sarsmaya gayret edenlere sormak lazım: -Acaba İslam Milleti, Sahih-i Buhâri ve Sahih-i Müslim başta olmak üzere diğer sıhhatli hadis kaynaklarında yer alan hangi hadislerle amel ettiler de, bu zillet durumuna düştüler? Hangi hadis ile amel etmeleri, kendilerini mahkûm ve zalim tağutları hâkim yaptı? Hangi hadis zulme, sömürüye, küfre, şirke ve bid'ate rıza gösterin, egemen tağutlara boyun büküp köle olun diyor? Hangi hadis 'aman ha çalışmayın, yeni buluşlar peşinde olmayın, yeraltı ve yerüstü servetlerini işletmeyin, yerinizde sayın, gayri müslimler ilerlesin, sizler geri kalın' diye emrediyor ki? Böyle bir hadis veya hadisler mi var? Yoksa vasat ümmet, üzerine düşen kulluk görevini yapmadığından, yani kitap ve sünnete tabi olmadığından mı bu zillet durumuna düştü? Ayet ve sahih hadislerle amel etmediğinden mi bu mustaz'af duruma müstehak oldu? Bu sorulara onlar cevap verirken, her vicdan ve akıl sahibi de cevap arayıp bulmaya çalışmalıdır!.. Arayan bulur, isteyen ulaşır ve düşünen kavrar!.. Muvahhit mü'minler dinlerini asla tartışma ortamına getirmemeli, kitap ve sünnet üzere münakaşa etmemeli ve bütün arzu ve isteklerini Rasulullah (s.a.s)'in getirdiğine teslim etmelidir… Abdullah b. Emr (r.a)'dan Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor: "Hiç biriniz, gönlü (arzusu) benim tebliğ ettim şeylere tabi olmadıkça mü'min olmuş olmazsınız." (25) 1) İbn Abidin, Reddül Muhtar Aled Dürri-l Muhtar, çev. Mehmet Savaş, İst. 1985, c.12, sh.145. 2) Bakara, 2/256. 3) Al-i İmran, 3/103. 4) Enfal, 8/46. 5) Mâide, 5/2. 6) Enfal, 8/73. 7) Sünen-i Tirmizi, Kitabu-l Birrî ve's-Sıla, B. 57, hds. 2063. 8) Hucurat, 49/10. 9) Bakara, 1/2. 10) Sahih-i Buhari, Kitab’ul-İ'tisam, B. 26, hds. 91-92 (İbn-i Cebeli'den) Kitabu Fedai’l-ul Kur'an, B.37, hds. 83-84. Sahih-i Müslim, Kitab-u’l-İlm, B.1, hds 3-4. Sünen-i Dârimi, Kitab’u-Fedai-lil Kur'an, B.7, hds 3362-3364. Ayrıca bkz. Ahmet B. Hanbel, Müsned, ç. 4, sh 313. 11) Sünen-i Ebu Davud, Kitab’us-Sünne, B. 5,hds 4603, İmam Hafız El-Muuzirî, Hadislerle İslam-Terğib ve Terhib, çev. A. Muhtar Büyükçınar, vdğ, İst. t. y. ç. 1, sh 195, hds 8. İbn-i Hibban ve Tâberâni'den. El-Hafız Şîhabuddin, Ahmet B. Ali İbn-i Hacer El-Askâlani, Teğib ve Terhib, çev. Adbulvahhab Öztürk, İst. 1982, sh 44, hds 47. Ahmet B. Hanbel'den. 12) Sahih-i Buhari, Kitab’ul-Enbiya, b. 56, hds 143, Kitab’ul-Husumet, B.1, hds 1. 13) Sünen-i Tîrmizi, Kitab’u- Tefsir’ul Kur'an, B.1, hds 3121-3122. 14) Bakara, 2/213. 15) Nahl, 16/64. 16) Hacc, 22/8-9. 17) Şurâ, 42/13. 18) Bkz. Enbiya, 21/107. 19) Bkz. Nur, 24/51. 20) Bkz. Necm, 53/3-4. 21) Bkz. Haşr, 59/7. 22) Sünen-i Tirmizi, Kitab’ul-İlm, B.10, hds 2800, Sünen-i ibn-i Mace, Mukaddime, B. 2, hds 13. Sünen-i İbn-i Davut, Kitab’us-Sünne, B. 5,hds 4605, İmam Ahmed B. Hanbel'den El- Müsned, çev. Rıfat Oral, Konya, 2003, ç. 2, sh 20, hds 12/290. 23) Sünen-i Ebu Davut, Kitab’us- Sünne, B. 5, hds 4604, Kitab’ul Harac, B. 31-33, hds 3050, Sünen-i ibn-i Mace, Mukaddime, B. 2 hds 12, Sünen-i Dârimi, Mukaddime, B. 45, hds 592. 24) Sünen-i Dârimi, Mukaddime, B. 49,hds 596. 25) İmam Nevevi, 40 Hadis, çev. Ahmed Naim, Beyrut/ Lübnan, 1980, sh 51, hds 41. İmam Nevevi (rh.a) bu hadisi şerif "Kitab-ul Hucce" de sahih isnat ile bize rivayet olunan bir sahih hadistir. "Aynı sahifenin hadis ile ilgili 1 nolu dipnotunda mütercim Ahmed Naim, şu bilgiyi vermektedir: "Kitab’ul-Hucce fi't-Tibâil Mehecceti fi Âkideti Ehl-i Sünne, Hafız Ebu’l-Kasım İsfehâni’nin, bir kavle göre de Ebu-l Feth El-Makdisi'nin kitabıdır. Bunu sihah'dan olmak üzere Musa Bih Sahibi Beğavî, Hafız Ebu Nuaym naklettikleri gibi Tâberâni ile Hafız Ebu Bekr İsfehanî'de rivayet etmişleridir." Hatib-i Tebrizi, Mişkat-ul Mesabih, Kitab’ul-İman, hds 167. Hatib-i Tebrizi (rh.a) notu: "Hadisi İmam Beğavi, Şerh’us-Sünne adlı eserinde rivayet etmiştir." Ayrıca bkz.El-Hindi, Kenz’ul-Ummal, c.1, sh. 217, hds 1084. |