Tevhidi Varoluş |
Tevhid, Allah’ı birlemektir Allah’ın belirlediği yerde durmaktır Tüm cahili, tağuti, şeytani bağlardan, bağımlılıklardan, bağlantılardan özgürleşip Allah ile birlikte olmaktır… Ne beşeri güçlerin boyunduruğu altında kullara kulluğu kabullenmek, ne de kendi başına buyruk hareket etme yolunu seçmek Sadece Allah’a bağımlı kalmak ve O’nunla barışık olmaktır Tevhid Allah’ı öncelemek ve önemsemektir |
22/06/2010 - 12:18 |
Sahte ilahların manyetik alanına girmeden, putların kapsam alanında gezinmeden, tağutların çekim gücü karşısında savrulmadan, şeytani odakların tehdit ve baskıları karşısında yol ve yön değişimine gitmeden âlemlerin Rabbinin işaret ettiği çizgide sebat etmektir… Tevhid, yaşamın anlam ve amacıdır… Tevhidden kopuş anlamsızlığın ve hiçliğin girdabında helake düşmektir. Tevhidle tashih edilmeyen hayatlar merduttur… Tevhid, “Allah’ı birlemektir” dedik, fakat bu sadece “Allah’tan başka ilah yoktur.” sözünden ibaret değildir. Zira tevhidin hayata yansıyan, insanı kuşatan açılımı, kapsamı, müdahalesi söz konusudur. Allah’tan başka ilah kabul etmeyen insan, büyük bir inanç sistemini, imana dayalı yaşam modelini kabul ettiğini ilan, ikrar ve tasdik ediyor. Buna dair bir sözleşmeyi imzalamış oluyor… Tevhid bilincinin kökleri, ruhlar âleminde gerçekleşen ahd-ü misaka dayanıyor. Tevhid bir bütündür. Tecezzi kabul etmez. Bu bütünlük içinde kabul edilmedikçe iman gerçekleşmez… Gönderilen tüm peygamberlerin ortak inancı, ortak söylemi, ortak eylemi tevhid idi… Ancak çoğunlukla sorun, Allah’ı kabul ya da red meselesi değil, Allah’ı gereği gibi idrak ve iman konusu idi… İnsanlık tarihi boyunca insanlığın en ciddi sapkınlık ve şaşkınlık alanı şirk konusu olmuştur. Allah’a inananlar bile çoğu zaman “Nasıl bir Allah?” tasavvurunda netleşmediler… Allah inancını doğru okumadılar. Kabul ettikleri Allah’ın gücü, alanı, yetkisi sıfatları nedir, bilemediler, ya da bilmek istemediler… Veyahut işlerine gelmedi… Zamanla Allah ile aralarına mesafe koydular… Kendileri Allah’a alan belirlemeye kalkıştılar… Kimi zaman “vicdan”lara ittiler… Gün oldu “mabet”lerle sınırladılar… Çoğunlukla “kozmik” âleme sürdüler… Kültürel bir “kabul”e indirgediler… Zaman zaman felsefik tartışmaların “gündemi” olarak kullandılar… Merkeze kendilerini aldılar, Allah’ı çevrede tuttular… Bunu da O’nu yüceltmek adına yaptılar… Böylelikle sürekli Allah’ın yetkilerini gasp ederek kendilerine yeni alanlar açtılar… Bunları yaparken kendilerince temellendirmeyi de unutmadılar… Bazen “rasyonellik” adına, kimi zaman “bilimsellik” söylemi ile, çoğu zaman “atalar yolu” iddiası ile, zaman zaman “insanlığın ortak tecrübesi” olarak, yer yer “geleneğe” yaslanarak pazarlama yoluna gittiler… Allah’ın iradesi ve hükümleri dışında kalan yaşam tarzları, ahlak ölçüleri, hukuk normları, siyasi ilkeleri belirlemek, benimsemek ve bağlanmak Allah’tan başkasına teveccüh, tevessül ve tenezzül etmektir… Yani şirk ile iştigal etmektir… İlke, esas, değer, doğru, gerçek tevhide istinad ediyorsa anlamlıdır ve geçerlidir… Ahlakın, adaletin, hukukun, özgürlüğün, insan haklarının, sivil insiyatifin, siyasi erkin menşei, mebdei, menbaı tevhidse sahihtir… O zaman sahiplenebiliriz… Çünkü tevhid kullara, kurumlara, kurullara, kanunlara, kamuoyuna kulluğu sonlandırıyor. Vahid’ül-Kahhar olan Allah’a çağrıyor… Adetler, alışkanlıklar, arzular, algılar, tutkular, gelenekler… Tevhidle her şey yeniden olması gereken zemine çekiliyor… Tapınma, tavır, tutum, talep, tercih, tepki, tevhid eksenli bir tashihe tabi tutuluyor… Tüm hesaplamalarda Allah’ı hesaba katma mecburiyeti var… Hiçbir işte “Allah’ı bu işe karıştırma” deme hakkı verilmiyor… Çünkü Vekil O… Kefil O… Veli O… Rabb O… İşte kurulu düzenleri, hakim kültürleri, egemen otoriteleri, şer odakları sorgulayan, sarsan tevhid inancıdır… Tarih boyunca müşrikleri çıldırtan, istikbarı kudurtan tevhidin sırrı neydi? Kulun Allah’a dayanması ve O’nun istediği doğrultu da davranmasıdır… Dik duruşun menbaı tevhiddir… Varoluşun mayası tevhiddir… Tevhid hayatın tamamını Allah’a tahsis etmektir… Allah’tan başkasının tasarrufuna, tahakkümüne izin vermemektir… “Allah’tan ayrı hiçbir anım, hiçbir alanım, hiçbir amacım olamaz” demektir… Allah’ın yanına yedek ilahlar, ek mabutlar, ilave rabler, yarı insan – yarı tanrı aracılar verilmesine müsaade etmemektir… Çünkü O’nun varlığı hiç kimseye bağımlı, ilintili ve izinli değildir… Rızkın, ecelin, şifanın, faydanın, zararın Fail-i Mutlak’ı kuşkusuz Allah’tır… Yaratan da O, yöneten de O… Yapay, sanal tanrılar, tanrıçalar, monarklar, totemler, tabular, anıtlar, sunaklar, heykeller, temsiller, sanemler hepsi sonradan uydurulmuş, hiç bir geçerliliği olmayan isimlerdir… Ancak görünen putlar birer formdur, sadece zarftır. Onların içindeki, gerisindeki mazrufa, maksada bakmak lazım… Onların arkasına gizlenen güçleri fark etmek gerekir.. Azerler, Samiriler, Firavunlar bu gün de sahnede… Çağdaş buzağılar piyasayı tutmuş durumda… Dünya adeta bir put galerisi, şirk arenası… Sanat, siyaset ve spor dünyasında sahte ilah ve ilahelerden geçilmiyor… Rableştirilen “ruhani”ler, ilahlaştırılan “siyasi”ler, kutsanan “aydın”lar uluhiyetin paylaşımında aktif rol alıyorlar… Aziz, ermiş, veli, mürşid, şeyh, lider tevhidi bilinçle doğru konumlandırılmadığı zaman insanların ayağı kayıyor, akide zedeleniyor… Menkibevi, ananevi, milli, tarihi, beşeri algılar tevhidi bilincin önüne geçiyor… Statükocu, sağcı, vatancı, ulusçu, toprakçı, ırkçı inanışlar tevhidi bilincin sosyalleşmesinin önünde en ciddi engeller olarak duruyor… Cahili kimlikler, renkler ve kirlilikler bulanık ve eklektik bir anlayışı sürekli besliyor… İslam; dünya görüşü olmayan, vicdanlara hasredilen, bazı ibadet ritüelleri ile yetinen ya da bunlarla sınırlanan bir zemine çekilmek isteniyor… Böylece İslam’ı ulusal kimliğin tamamlayıcısı veya meşrulaştırıcısı bir alt unsura indirgemek hesabındalar… Beşeri sistemlerin kontrol dışı bir İslam’a tahammülleri yok, zaten onlardan bu beklenemez de… Onların amacı; kayıt altına alınan, sınırlanan, budanan ve zamanla sıfırlanan bir İslam’dır… İslam’ın disiplinine tabi olması gereken beşer, gücü arkasına aldıktan sonra İslam’ı terbiye etmeye kalkıştı… Allah’ın iradesi ve emri çerçevesinde yaşaması gereken insan, canının istediği gibi yaşamakta itikadi bir beis görmez oldu… İşte Liberalizmin insanı çektiği kaygan zemin ve Modernizmin ortaya çıkardığı kaypak insan budur… Örtülü bir “sekülerleşme” tevhidi temelleri aşındırıyor… Gizli bir “liberalleşme” tevhid mücadelesini sulandırıyor… Modern, müreffeh ve müsrif bir hayatın cazibesi insanımızın başını döndürüyor… Belki de öncelikle, derinlerdeki bu zemin kaybına çözüm bulmak gerekiyor… Çözüm mü? Vahiyle zihnin yeniden inşası… Vahyin şahitliğini cesaretle üstlenmek… Tevhidi ilkeleri sosyalleştirmek… Vahyi, eksene alan bir yapılanma ve mücadele… Bu süreç bizi muvahhid, muttaki, mücahid bir toplumun inşasına taşıyacaktır… Üst kimlik, tevhid bilinci olunca bu sorumluluğun altından kalkabiliriz… Evet, tevhidi bilinçlenme, toplumsal sorumluluk demektir… Tevhidi bilinçlenme sürecinde temel parametrelerimiz ise şunlardır : Siyasette hüküm Allah’ındır… Allah’ın karıştırılmadığı bir siyaset zulümdür ve o siyaset ahlak dışıdır… “Hüküm ancak Allah’ındır.” (Yusuf – 40) Ekonomide mülk Allah’ındır… Allah’ın karıştırılmadığı ekonomi batıldır ve ahlak dışıdır… “De ki : Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü alırsın…” (Al-i İmran – 26) Kültürde söz Allah’ındır… Allah’ın karıştırılmadığı kültür ve uygarlık münker ve şerden başka bir şey değildir… “Allah’ın kelimesi (sözü) ise en üstün olandır.” (Tevbe – 40) Sözün, özü ve özeti tevhiddir… Tevhid, Allah’ı birlemektir… Vahdet ise Allah’ı birleyenlerin birlikte yürümeleridir… |