İnsanı yaratan Allah, onu boşuna yaratmadı… Yarattıktan sonra onu başıboş da bırakmadı… Ve onu korudu… Nübüvvet kervanının temel gayesi insanı korumak ve kurtuluşa çağırmaktır...
“…Allah en hayırlı koruyucudur ve O merhamet edenlerin en merhametlisidir. (Yusuf 64)
İşte O’nun rahmetinin taşıyıcısı alemlere rahmet Hz. Muhammed’dir… Yine o rahmetin tecelli ettiği sistem ve disiplinin ismi ise; Şeriattır…
O halde İslam’ın maslahatı, şeriatın amacı neye yöneliktir?
Makasıdu’ş-Şeria/Şeriatın genel amaçlarına baktığımızda şu beş hususu hedefine koyduğunu görürüz: Din, can, mal, akıl ve nesil emniyeti…
Evet, Şeriat’ın böyle bir amacı vardır. Bunlar fıtri haklardır. İnsanın doğuştan sahip olduğu ve kullanılması için insan olmanın dışında herhangi bir şarta bağlı olmayan haklardır…
İslam bunlara yönelik tüm şerleri ve münkerleri gidermek için vardır… Tabii ki bu görev müminlerin uhdesindedir…
Yeryüzünün halifesi ve efendisi olan mümin, doğal olarak yeryüzünün güvenlik ve geleceğinden sorumludur…
İmanın tanımına yoğunlaştığımızda şu iki anlam öne çıkacaktır:
1-Başkalarına güven vermek…
2-Güven içinde olmak
Bu bakımdan iman eden kişi, yani mümin hem inandığı Rabbin verdiği güven içinde emin olandır, hem de kendisi başkalarına güven verendir. Evet, Allah’ın buyruklarına “Lebbeyk/buyur” diyen mümin, ilahi güvenceye girmiş, emanetin taşıyıcısı olma liyakatını da kuşanmış olur. Artık ondan ihanet sadır olmaz. Diğer bir ifade ile güvenliğin güvencesi Müslümanlardır… Şayet bu güvenceyi veremiyorlarsa akideleri ile çelişiyorlar demektir…
El-Emin’e ümmet olmak da güvenliğin adresi olmayı gerekitiriyor.. İmanımız eminliğimizle bağlantılı ve orantılıdır…
Evet, konumuz makasıdu’ş-Şeria idi… Tüm şerlere ve münkerlere karşı koruyucu şemsiye Şeriattır. Öyle ki şeriat farklı dinlere bile bir güvenlik koridoru açıyor. Şeriatın olmadığı yerde ne emniyet, ne de emanet kalıyor…
İslam’ın temel hedefi insanların özgür iradeleri ile tercihe gidebilecekleri bir dünyanın inşasıdır… Cihadın esas amacı özgürlük yolundaki engelleri bertaraf etmektir…
Cihad kimseyi zorla Müslüman etme gayreti değildir… İradeler ve akıllar üzerindeki tahakküm ve tasallutu sonlandırma çabasıdır… Ta ki insanlar diledikleri gibi karar verme fırsatı bulabilsinler diye…
Bu bakımdan bizim için İslami davet, tevhidi mücadele zorunlu bir görevdir, ancak kimse davetimizi kabul etmek zorunda değildir… Yani zora dayalı bir çağrı değildir… Bunun içindir ki; Rabbimiz bize hikmeti, güzel öğüdü, en güzel mücadeleyi öneriyor…
Baskıcı ortamlar, dayatmacı uygulamalar çoğu zaman insanları münafıklaştırmaktan başka bir sonuç da vermiyor…
İnsanların özgürce, hiçbir baskı, kuşatma, tehdit altında kalmada inanç seçme hürriyetine ve cesaretine sahip olması esastır…
İnsanlık tarihi boyunca farklı din ve inanışların varlığı hep olagelmiştir… İnsanlar bunlardan birini kabul etmek durumunda olmuşlardır… Bu toplumsal ve tarihsel bir realitedir… Dini çoğulculuk yeryüzündeki yaşamın doğal bir sonucudur… İslam’ın öngördüğü çoğulculuk her din ve inancın doğru olabileceği varsayımına dayanmıyor… Hepsinin hakikat olabileceği ihtimali üzerinde durmuyor… Aralarındaki farkı yok saymıyor…
İslam diğer din ve ideolojileri batıl olarak niteliyor, tek hak din İslam’dır, diyor… Ancak dünyada diğer dinlere de hayat hakkı tanıyor… İslam onları hak olarak görmemekle birlikte varolmalarını fiilen engellemiyor… İslam dışı din, sistem, doktrin, ideolojileri eleştirir anacak mensuplarını zorla Müslüman etme yoluna gitmez…
“Ve de ki: Hak Rabbindendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” (Kehf 29)
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mümin oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?” (Yunus 99)
“Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın. Onlara zor ve baskı kullanacak değilsin.” (Ğaşiye 21-22)
Esasında iman etme, insanın iç dünyasıyla ilgili bir durum olduğu için bunu dayatmak veya yasaklamak fazla bir anlam ifade etmiyor…
İnanç ve fikir özgürlüğü, insana insanlık vasfını kazandıran ve en başta gelen bir haktır… bu konuda insana uygulanan yasak ve baskılar insanlık dışı zorbaca bir tutumdur…
İslam bu konuda en ileri adımı atmıştır.. Başka dinlerin mabetlerini koruma altına almıştır:
“Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve için Allah’ın isminin çokça anıldığ mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah güçlüdür, üstündür.” (Hac 40)
İslam tarihi bunun kanıtı ve tanığıdır…
Hz. Ömer (ra) 638 yılında Kudüs’ü fethedince meşhur Kıyamet Kilisesi’nin içinde değil dışarıda namaz kılıyor… Niçin dışarıda namaz kıldığı sorulunca şu cevabı veriyor:
“Şayet kilisenin içinde namaz kılacak olursam, daha sonra Müslümanların burayı mescide çevirmelerinden endişe ediyorum.”
Daha sonra Hz. Ömer (ra) Kudüs’teki gayri müslimlere verdiği imtiyaz fermanında şu maddeleri görüyoruz:
1-Bu sözleşme, müminlerin emiri ve Allah’ın kulu Ömer tarafından İliya halkına verilen bir emandır.
2-Onların, canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, yerleşik ve göçebe olan bütün fertlerine verilen bir teminattır.
3-Kiliseleri mesken yapılmayacak ve yıkılmayacak ve kısmen dahi olsa işgal edilmeyecektir. İçindeki kutsal eşyaya dokunulmayacaktır.
4-Mallarına el sürülmeyecektir.
5-Kimse dini inançlarından dolayı zorlanmayacak, kendilerine asla zarar gelmeyecek ve yurtlarına Yahudiler iskan olunmayacaktır.
6-Buna karşılık onlar da cizye vereceklerdir.
7-Bunlardan kim yurdunu terketmek isterse, gideceği yere kadar mal ve can emniyeti sağlanacaktır. Yurdunda kalmak isteyenler ise, güvende olacaklardır ve cizye vereceklerdir. İsteyen Rumlarla gidecek ve isteyen de toprağına dönecektir.
8-Hasat elde edilinceye kadar onlardan bir şey istenmeyecektir.
9-Bu Allah’ın, Rasulü’nün, Halifelerin ve müminlerin Kudüs halkına vediği güvenlik ahdidir. Cizye ödedikleri müddetçe geçerlidir.
Şahitler:
Halid bin Velid Amr bin As Abdurrahman bin Avf Muaviye bin Ebi Süfyan
Tarihte şahittir ki; Müslümanlar ahitlerine sadakat gösterdiler… Öylesine gösterdiler ki, İspanya Kraliçesi I. İsabella ve kocası II. Ferdinand İspanya ordusu ile Endülüs üzerine yürüyüp Gırnata’yı kuşattığı zaman, Memlük sultanı Eşref Kansu (Kansu Gavri) işgalci güçlere şöyle bir tehditte bulunmuştu:
“Şayet siz Gırnata’ya girip de işgal ederseniz, biz de Kudüs Hıristiyanlarını sürer, Kıyamet Kilisesi’ni kapatırız.”
O dönemin, Papası bu tehdit karşısında İspanya ordusuna şu sözlerle teminat veriyordu:
“Müslümanlar suçsuz bir halkı ne sürerler, ne de kiliseyi kapatırlar, endişelenmeyin.”
Bundan cesaret alan işgal ordusu Endülüs’ü kan gölüne çevirdi… Engizisyon mahkemeleri yıllarca Müslüman kıyımında bulundu…
Evet, Müslümanların sicilinde Endülüs diye bir sabıkaları yok…
Ama Batı’nın sicilinde neler yok ki; dün Endülüs, bugün Nagazaki, Hiroşima, Srebrenitsa, Felluce, Grozni, Grojde, Gazze, Sabra ve Şatilla…
Gazze saldırısında işgalci Siyonistlerin ilk hedefi camilerdi… Yirmi cami yerle bir edildi…
Demokrasi ve özgürlük cenneti diye pazarlanan Batıda hâlâ açıktan ezanın okunmasına ve minareye tahammül yok…
Aslında Batı’ya şuraya buraya yani uzağa gitmeye gerek yok… İçimizdeki Batıcı ve batılcı Kemalist zorbaların sicili önümüzde duruyor… Laik despotizmin din dışılık ve İslam karşıtlığından başka bir tanımı var mıdır?
Hâlâ sürdürülmekte olan başörtüsü yasağı “din emniyeti” noktasında sistemin nerede durduğunu bizlere göstermiyor mu?
Din statükonun, resmi ideolojinin, egemen güçlerin müdahalesinden kurtarılmadan “din emniyeti”nden söz edilemez. Emniyeti olmayan dinin etkisi de olmaz…
Dinin bağımsız hareket etme gücü yoksa, gücün dini devreye giriyor…
Toplum mühendisliği projeleri, tektipleştirme programları, ideolojik dayatmalar temelde dini önce sınırlama sonra da sıfırlama amacına matuftur…
Olmadı, dini sulandırma ve bulandırma operasyonları hayata geçiriliyor… Modern bidatlar, çağdaş hurafeler, seküler tuzaklar, liberal hileler, popüler suikastler, geleneksel tabular, yasal baskılar hep dinin başına örülen çoraplar olarak karşımıza çıkıyor…
Dine sadakatı olan herkesin ilk görevi, dini dış müdahalalerden korumaktır..
İslam’ın beş dokunulmazına bugün artık dokunulur oldu…
5 EM (Din, can, mal, akıl, nesil emniyeti) formülü ile hayatı yeniden formatlamak zorundayız… |
|