Mesuliyeti İdrak Etmek
Enes ibn Mâlik (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (sav.)şöyle buyurur:
Hiç biriniz, kendiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için arzu etmedikçe, (kemâliyle) iman etmiş olmaz. (1)
21/01/2010 - 11:03

Âlemlerin Rabbi Allah’tan başka hüküm koyucu ve hükmüne boyun bükerek itaat olunucu Rabb ve ilâh kabul etmeyen muvahhid mü’min şahsiyet,  Ümmet okyanusunun bir damlası, Aziz İslâm Milleti’nin bir ferdi ve Tevhid ailesinin mensubu olarak, diğer mü’minlerin kardeşi olduğunun idrakinde olmalıdır… Muvahhid mü’minler, birbirlerinin birer parçası ve kardeşleridirler…(2) Bir bütünün dağılmaz parçaları olan mü’minler, hep beraber Allah’ın ipi olan hayat kitabımız Kur’ân-ı Kerim’e sımsıkı sarılmalı ve asla birbirinden ayrılmamalıdırlar…(3)  Birbiriyle kenetlenmeli, birbirini Allah için sevmeli ve saymalıdırlar…

Mü’min Müslüman şahsiyet, kendisi için sevip arzuladığını, mü’min kardeşi içinde sevip arzulamalıdır… Kendisi için olmasını arzu etmediği herhangi bir şeyi, mü’min kardeşi içinde istememelidir… Mü’min kardeşini, kendisi gibi görmeli, hattâ kendisinden daha değerli kabul edip kıymetini bilmelidir… Böyle bilmesi, böyle inanması ve böyle kabul etmesi, onun katıksız iman etmesinin bir gereğidir… Şirkten, küfürden, bid’at ve hurafeden arınmış bir iman, mü’min ve muvahhid bir kalbe yerleşince, bütün bu güzel şeyleri yapmak konusunda asla sakin durmaz, devamlı hareket hâlinde olur…
     

 Mü’min Müslümanlar, sanki iki bedene yerleşmiş bir ruh gibidirler… Her ne kadar bedenleri ayrı ise de, akîdeleri, anlayışları, hayata bakış açıları, hedefleri, metodları ve yolları birdir… Bu birlik, onları bir bedenin organları hâline getirmiş ve birbiriyle kurşun ile kaynatılmış sapasağlam bir kalenin duvarları gibi olmuşlardır… Tağutu inkâr edip Allah’a inanmış olan mü’minler, kopması imkânsız kulpa yapışmış,(4) Allah’a imanlarından dolayı iyiliği emredip kötülükten alıkoymuşlardır… (5) Birbirlerini Allah için seven ve sayan muvahhid mü’minler, yaratılış gayeleri olan yalnızca Allah’a ibadet etmek konusunda(6) birbirlerinin yardımcıları olmuş, bu velâyet ile iyilik ve takva üzere yardımlaşmalarını sağlamıştır…(7)
        Rabbimiz Allah Teâlâ, birbirlerinin iman kardeşleri olan mü’min Müslüman kullarının özelliklerini şöyle beyan buyuruyor:
       “Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaı (kısa süreli faydalanması) dır. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. (Bu da,) iman edip Rabblerine tevekkül edenler içindir.
        (Bunlar,) büyük günahlardan ve çirkin utanmazlıklardan kaçınanlar ve gazaplandıkları zaman bağışlayanlar,
        Rabblerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler,
        Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.”(8)
        Bu birlik, Ümmet birliğidir… Bu birlik, İslâm milletli olmak şuuruna ermenin bir neticesidir… Bu birlik, müvahhid mü’min olmanın mesuliyyetini taşımanın bir gereğidir… Bu mesuliyet, birbirinden sorulmanın ve birbirinden olmanın, yani iman kardeşliğinin gereğini yapmanın mesuliyyetidir!..
      “Peygamberlerin varisleri” olan muvahhid mü’minler, Allah’ın kendilerini ateş çukurunun kenarında iken kurtardıkları gibi, birbirlerini ateşten korumalı ve kurtarmalıdırlar…
       Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Azze ve Celle:
      “Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Siz, düşmanlar idiniz. O, kalblerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz,  O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (3/Âl-i İmran,103)

            Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (sav.) şöyle buyurur:
            “Benim meselimle insanların meseli şu adamın meseli gibidir:
           O, bir ateş yaktı da ateşin ışığı etrafını aydınlattığı zaman, küçük kelebekler ve ateşin içine düşer olan şu hayvancıklar, ateşin içine düşmeye başladılar. O adam da bu hayvancıkları geri çekmeye başladı. Fakat hayvanlar, ona galip gelip hepsi de ateşin içine düşüyorlardı.
           İşte ben de, sizlerin izâr bağlarınızdan tutuyor ve sizleri ateşten çekip kurtarmaya çalışıyorum. İnsanlar ise, ateşe giriyorlar.”(9)
          Yegâne hayat önderleri ve örnekleri olan Rasulullah Muhammed (sav.)’in peşinde giden ve O’nun Sünneti üzere yaşamaya gayret eden Mü’min müslümanlar, birbirlerini ateşten korumak için Rasulullah (sav.) gibi davranmalıdırlar… Çünkü onların tek önderi ve tek örnekleri Rasulullah (sav.)’ dir… Gerçek kurtuluş ve mutluluk ise, Rasulullah (sav.)’e itaat edip O’nun gibi davranmaktır… Dünyada izzet, ahirette cennet, Rasulullah (sav.)’e uymak ile elde edilir…

          “Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlara gelince, onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (85/Buruc,11) diye kurtuluşun ve mutluluğun yolunu gösteren Rabbimiz Allah Teâlâ:
         “Kim Rasule itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur.” (4/Nisa, 80) buyurmaktadır…
          Muvahhid mü’minlerin her biri, “merhamet olunmuş Vasat Ümmet” ailesinin birer ferdidirler ve mutlaka birbirinden mesuldürler… Her mü’min Müslüman, diğer mü’min ve müslümandan mesuldur… O nu, dünya hayatında günahlardan korumak ve ahirette cehennem ateşinden kurtulmasına vesile olmak, bir kardeşlik vazifesidir…
          “Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah, kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.” (66/Tahrim, 6) diye buyuran Rabbimiz Allah Teâlâ, mü’min müslüman kullarının mesuliyyetini hatırlatmaktadır…
           Muvahhid mü’minler, kendilerini, çoluk çocuklarını ve mü’min kardeşlerini, yakacağı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden korumak için bütün gayretiyle çalışmalıdırlar… Çünkü onlar, birbirlerinin velileri, yani yardımcı ve destekleyicileridirler…
          

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ:
           “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılar, zekatı verirler ve Allah’a ve Rasulüne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
            ‘‘Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedî kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler va’detmiştir. Allah’dan olan hoşnudluk en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (9/Tevbe, 71-72)
           Mü’min müslümanlar, kadınıyla ve erkeğiyle birbirinden mesuldürler… Birbirlerini Allah yolunda ve Allah rızası için uyarmak, bilgilendirmek, korumak ve kollamak onların vazifesidir… Ulaştıkları bir nimeti aralarında paylaşır, birbirlerinin dertleriyle dertlenirler… Birbirlerini günahtan ve kötülükten alıkorlar… Kötülükleri ortadan kaldırmak için elbirliği yaparlar… Onlardan herhangi birisi hâtâ eder de, ateş çukuruna düşmeye kalkışırsa, hep beraber onu önlemeli, kemerinden tutup onu geri çekip ateşe düşmekten kurtarmalıdırlar… Kardeşi ateşe düşmek üzere iken, “bana ne!” diyemez katıksız iman sahibi bir mü’min şahsiyet!..
          Yüz yıldan beridir işgal edilen İslâm topraklarında egemen olan zalim tağutlar, şirk ve küfür yönetimleriyle nesilleri yok etmeye çalışmaktadır… Şirk inancı ve kültürüyle eğitip öğrettiği nesiller, yediden yetmişe, kadından erkeğe, şehirliden köylüye kendilerini müslüman olarak kabul etmektedirler… Hak ile batılı ve iman ile şirkin karıştırıldığı bir anlayışa sahib oldular… İslâm ile gayr-ı İslâmî düzenleri birbirine karıştırmakta, bir yanıyla müslüman, diğer yanıyla tağuti olan nesiller…

          Egemen oldukları beldelerde Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmedilmeyi yasaklayan, hevalarından kaynaklanan şirk hükümlerini iktidar yapan ve bu şirk hükümleriyle halkı sevk ve idare eden tağutî güçler, insanın yaratılış gayesi olan şirk koşmadan yalnızca Allah’a ibadet etmeyi, (10) kendilerine ibadet edilmeye çevirip yönelttikleri kitlelere rablik etmeye başladılar… Onların helâl-haram, serbest-yasak hüküm ve sınırlarına itaat edenler, bilerek veya bilmeyerek onları, Allah’dan başka rabler edindiler…(11) Böylece “ben müslümanım” diyen insanlardan oluşan kitleler, iki rablı, iki ilâhlı ve iki dinli bir duruma getirildi… Bir tarafta Allah’ın Rabb ve İlâh oluşuna itibar edip inandıklarını beyan ederek, İslâm’ın bazı amelî ibadetlerini yaparken, diğer tarafta egemen tağutların kendilerine verdikleri şirk kültürüyle onlarıda kabul edip, hükümlerine göre hayatlarını tanzim eder oldular… Bir yanda Allah’ın hükümleri, diğer yanda tağutun hükümleri… Yaşanan hayat bu iki hükme göre tanzim edilir oldu… Bu düzenlemede, hayatın çoğuna tağutî hükümlerin egemenliği gündeme geldi… Çünkü egemen olan tağut idi… Güç onda, iktidar onda ve yaptırım ondaydı… Hayatın can damarlarına hakim olan tağut, kendi egemenliğine ve iktidarına zarar vermeyen, aksine faydası olan konularda İslâm’a müsaade etmekte ve kontrolü elinde tutmaktadır… Hattâ zaman zaman cahil ve zayıf bıraktığı kitleleri aldatmak için, kendi hükümleriyle hükmeden, fakat müslüman görünen tipleri iktidar yapmakta, onlar vasıtasıyla esaret altında tuttuğu aldatılmış kitleleri daha kolay ve rahat bir şekilde yönetmektedir…

        Yegâne Rabbimiz Allah Azze ve Celle’nin kendilerine hidayet ettiği, iman nimetiyle şereflendirdiği izzet sahibi muvahhid mü’minler, böyle bir ateş çukurunun yanı başında bulunan ve her an ateşe düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalan bu insanları, Allah’ın izni ve yardımıyla kurtarmaya gayret etmelidirler… Onlara İslâm’ı tebliğ etmeli, onları İslâm’a davet etmeli ve tağutî kültürden kaynaklanan cehâletlerini gidermelidirler…
       “Rabbinin nimetini durmaksızın anlat!” (93/Duha, 11) diye buyuran Rabbimiz Allah Teâlâ:
       “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.” (16/Nahl,125) emriyle mü’min müslüman kullarının davet ve irşâd görevlerini beyan buyurmaktadır.
       Yegâne önderi Rasulullah (sav.)’in izinde olan ve O’nun Sünneti üzere yaşayan mü’min müslümanların birbirlerinin üzerindeki haklarından birisi, birbirlerinin velîleri olarak, birbirlerini irşâd etmeleri, birbirlerine hakkı tavsiye etmeleri, hak üzere yaşamayı sağlamaları, birbirlerinin yardımcıları olup, birbirlerini şirk, küfür, bid’at, hurafe ve her türlü günah ateşinden korumaları…

      İslâm topraklarını işgal eden zalim egemen tağutların, müslüman nesilleri yok etmelerine engel olmak, onlarla mücahede etmek, onları reddedip egemenliklerini kabul etmemek her muvahhit mü’minin baş vazifesidir… Bu kötülüklerin anasını ortadan kaldırmak için eliyle, diliyle ve kalbiyle mücadele etmek, her mü’min müslümana emrolunmuştur… Her ferd yeryüzünde fitneyi kaldırmak için mücadele ederken, üzerine düşen ferdî görevlerini hakkıyla yapmanın yanı başında, diğer mü’minlerle bir araya gelmeli, birlikte hareket etmeli, güçlerini birleştirmelidirler… Birlikte hareket etmek, damlaların birleşmesinden meydana gelen sele benzer… Bir damlacığın herhangi bir yaptırımı olmazken, diğer damlalarla bir araya geldiklerinde bir şehri önlerine katıp sürükledikleri korkunç bir güç ortaya çıkmaktadır… Eğer bir damla, diğer damlalarla birleşmez ise, ya güneşin sıcaklığından dolayı buharlaşır, ya da küçük bir kuşun yuttuğu ve onun susuzluğunu gideren bir su olur… Böylece yok olup gider…

        Rabbimiz Allah Teâlâ, mü’min müslüman kullarına birlik ve beraberliği emretmekte, dağılıp ayrılmayı yasaklamaktadır:
         “Allah’a ve Rasulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (8/Enfal, 46)
        “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah dan korkup sakının. Umulur ki, esirgenirsiniz.” (49/Hucurat, 10)
        Yüzyıl dan bu yana İslâm toprakları, gayr-ı Müslim olan İslâm düşmanları tarafından işgal edilmiş, yerli uşaklarını iktidar yapan işgal güçleri, İslâm’ı hayattan uzaklaştırmış ve tağutî hükümleri egemen kılmıştır… Bu kalpleri parçalayan hüzünlü durum karşısında ilk günler sıcağı sıcağına üzerlerine düşen tağuta karşı kıyam vazifesini gerçekleştiren İslâm mücahitlerinin yüz binlercesi şehîd edilerek, kıyam bastırılmış ve şirk iktidarlarına baş kaldıranların başı parçalanmıştır… Seslerini yükseltenlerin sesleri susturulmuş, böylece egemen müstevlî tağutî güçler iktidarları ele almışlardır… İslâm’ın egemen olduğu “Daru’l-İslâm”, şirkin egemen olduğu “Daru’ş- Şirk”, “Daru’l- Cahiliye”, “Daru’l-Harp” ve “Daru’l- Küfr” ’e dönüşmüştür…
        Bütün bu aleyhde olan durum ve olumsuz şartlara rağmen, katıksız iman sahibi mü’min müslümanlar, umutlarını yetirmemeli, birbirine destek vererek, “Yeniden İslâm’a”  demeli ve büyük bir umutla gayret etmelidirler…

       Rabbimiz Allah Teâlâ:
      “Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (3/Âl-i İmrân, 139) buyurmaktadır.
       Âlemlerin Rabbi Allah’a velî olan (12) ve Allah’ı velî edinenler, iyice bilip iman etmişlerdir ki, Allah Teâlâ:
      “Allah, iman edenlerin velîsi (dostu ve destekçisi)dir. Onları, karanlıklardan nûra çıkarır.” (2/Bakara, 257). buyurmuş ve mutlaka va’dını gerçekleştirecektir…
       Bu değişmez hakikatin farkına varan mü’min müslümanlar, birbirlerini şirk, küfür ve zulüm karanlıklarından korumaya çalışırken, Allah Teâlâ’nın, onlara her an yardımını ulaştırdığını, Allah’ın yardımı ile bu karanlıklardan korunduklarını idrak etmelidirler… Maddî ve manevî güç ve imkânlarını bir araya getirmeli, merkezîleşmeli, suya atılan bir taşın oluşturduğu dalgalar gibi etrafa açılmalıdırlar…
      “Artık kim bir mü’min olarak salih amellerde bulunursa onun çabası için (karşılık olarak) küfran (nankörlük) yoktur. Şübhesiz Biz, onu yazıcılarız.” (21/Enbiya, 94)

      Yalnızca Allah Teâlâyı yegâne hüküm koyucu ve hükmüne itaat edilici Rabb ve İlâh kabul edip katıksız iman edenler, imanlarının gereği olan emrolundukları salih amelleri işleyenler, dünyada da, ahirette de hayırlı bir karşılık alacaklardır… Çünkü onlar, mü’min kardeşlerini kendileri gibi kabul edip, arzu edip sevdikleri hayrı onlar için de arzu edip severlerdir… Kendilerini ve en yakınlarını korudukları ateşten o kardeşlerini de korumaya çalışanlardır…
      Önderleri Rasulullah (sav.)’i izleyen ve O’nun Sünneti üzere yaşamaya gayret eden mü’min müslümanlar, O’nun ümmetine karşı duyduğu merhameti, şefkati ve muhabbeti gibi birbirlerine merhamet etmeli, muhabbet duymalı ve kardeşlik ahkâmını canlı tutmalıdırlar… Rasulullah (sav.)’in izinde olmak demek, O’nun gibi davranmak demektir…
       Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
      “Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size pek düşkün, mü’minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir Rasul gelmiştir.” (9/Tevbe, 128)

      Zirve şahsiyet ve tek önder Rasulullah (sav.) böyle idi ve O’nun “merhamet olunmuş vasat ümmeti” de O’nun gibi olmalıdır!..
     Birbirlerinin velîsi ve aynası olan muvahhid mü’minler, birbirlerini korumalı ve düzeltmelidirler… Mü’min müslüman şahsiyet inci gibidir… Üzerine konan en küçük bir lekeyi kabul etmez, hemen gösterir… Bu değerli inci lekelenmemelidir…  Eğer bir hâtâ, bir yanlışlık ve bir gaflet sonucu üzerine bir leke konmuşsa, ona ayna olan diğer kardeşi, bu lekeyi hatırlatmalı ve hemen silmelidir… Pişmanlık ve tevbe ile yapılan hâtâlardan vazgeçmeli, yanlışlıklardan dönülmelidir… Hâtâlardan ve günahlardan pişman olup yapılan tevbe, o hâtâyı ve günahı siler, sanki hiç işlememiş bir hâle getirir…
       İmtihan sahası olan dünya hayatında iman edip salih ameller işleyen ve mü’min kardeşleriyle beraber olup hep birlikte Allah’ın ipine sarılanları, Kendisinden başka rab ve ilah tanımadıkları Allah Teâlâ şöyle ödüllendirecektir:
       “İman edenler ve salih amellerde bulunanlarda, Rabbleri onları imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan, nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip iletir (hidayet eder).
        Oradaki duâları: ‘Allah’ım, sen ne yücesindir ve oradaki dirlik temennîleri: ‘Selâm” dır, dualarının sonu da: ‘Gerçekten hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.” (10/Yunus, 9-10)

 

 

   
1) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İman, B.6, Hds.6.
      Sahih-i Müslim, Kitabu’l iman, B.17, Hds.71.
      Sünen-i Neseî, Kitabu’l iman, B. 19, Hds. 4983
      Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l Kıyame, B. 22, Hds. 2634.
      Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 9, Hds. 66.
      Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 3, Sh. 176, 251, 272, 289.
2) Bkz. Hucurat, 49/10.
3) Bkz. Âl-i İmrân, 3/103.
4) Bkz. Bakara, 2/256.
5) Bkz. Âl-i İmrân, 3/110.
6) Bkz. Zariyat, 51/56.
7) Bkz. Mâide, 5/2.
8) Bkz. Şura, 42/36-39.
9) Sahih-i Buhârî, Kitabu’r-Rikak, B. 26, Hds. 70.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Fedail, B. 6, Hds. 17-19.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Emsâl, B.6, Hds. 3033.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh. 244.
10) Bkz. Kehf, 18/110.
11) Bkz. Tevbe, 9/31.
12) Bkz. Yunus, 10/62-64