TEZKİYE GÜNLERİ
Peygamberlerin gönderildiği toplumları ve dönemleri incelediğimizde şu gerçekle karşılaşırız. Kirliliklerin sınır tanımadığı, insaniyetin dibe vurduğu, zulmün ayyuka çıktığı zaman dilimleridir. İflasın eşiğinde olan insanların yeni ıslahlara muhtaç olduğu günlerdir. İnsanların fıtrata dönmeleri için uyarıcıya ihtiyaç vardır. Tam da o sırada risalet devreye giriyor… Peygamberi söz ve soluk yeniden dirilişin nefesi oluyor.
24/09/2009 - 11:13

Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as)in ortak dualarında bu gerçek dile getiriliyor:

 ‘‘Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, Kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları tezkiye etsin (arındırsın). Şüphesiz, sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin.’’ (Bakara 129)

 Gelecek peygamberin misyonu şu kelimelerle netlik kazanıyor: Tilavet, talim, tezkiye…

 Kitap ve hikmetle devreye giren peygamber ölü bir toplumdan diri bir neslin doğuşuna tanıklık edecekti.

 Peygamber aynı anda hem mübelliğ, hem muallim, hem de mürebbi idi… Tebliğle başlayan süreç talim, tedris ve tezkiye ile tamamlanıyordu. Tebliği yüreklerde makes bulamadığı zamanlar, için için kendini yiyip bitirecek oluyordu:

 ‘‘Şimdi onlar bu söze (Kur’an’a) inanmayacak olurlarsa sen onların peşi sıra üzülerek kendi kendini kahredeceksin (öyle mi)?’’ (Kehf 6)

 O öyle bir yürek idi ki; tevhid mücadelesinde en azılı düşmanı Ebu Cehl’i bile tezkiye olması için duasına katıyordu.

 ‘‘Allah’ım bu dini ya Ömer b. Hattab ile ya da Amr b. Hişam (Ebu Cehil) ile teyid eyle.’’ diyebiliyordu.

 İşte O’(sav)nun insanlığın arınmasında hedefe koyduğu çıta bu kadar yüksek idi. Taif dönüşü, hayatının en zor günlerini yaşamasına rağmen, onlarla ilgili beddua etmek aklına gelmiyordu.

 Cibril’le gelen tecziye (cezalandırma) teklifine O (sav) tezkiye (arınma) umutlarını besleyerek cevap veriyordu:

 ‘‘(Hayır ben bunu istemem) ben, Allah’ın, bu müşriklerin soyundan bir olan Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi eş koşmayan muvahhid bir nesil getirmesini dilerim.’’ (Buhari)

 İşte nebevi ufuk…

 Nebevi yöntemi dillendiren bizlerin kendi çağımızın Ebu Cehillerinin hidayet bulmaları için dua etmek, hiç aklımızdan geçti mi acaba?

 O’nun rahmet boyutunu idrak ve tatbik ettikçe biz de rahmetin temsilcisi ve taşıyıcısı olma özelliğini kazanmış olacağız…

 Kaldı ki, yüce Kitabımız, muhatabımız kim olursa olsun, ön yargılardan uzak, onun hidayetini ve tezkiyesini hedeflemeyi bize öğretiyor…

 Bu kişi, rububiyet iddiasında bulunan Firavun bile olsa…

 ‘‘Firavun’a git, çünkü o azdı.

 O’na de ki: Tezkiye olmak (temizlenmek) ister misin?

 Seni Rabbine yönelteyim, böylece(O’ndan )korkmuş olursun.’’ (Taha 17 -19)

 ‘‘O’na (Firavun’a) yumuşak söz söyleyin; umulur ki, öğüt alıp düşünür veya içi titrer korkar’’ (Taha 44)

            Muhatabın Firavun olması onu peşinen mahkum etmemizi gerektirmiyor…

Ona isyan etmeden önce onu saflara katmanın yollarını aramamız gerektiğini öğreniyoruz…

            İslam, insanlara bu kapıyı hep açık tuttu ve hâlâ tutuyor… Arınmak isteyenlere çağrı yapıyor… Gerçek bu iken, şimdi kim bu kapıyı kapatabilir?

            Tevbe ve tezkiye kapısı sonuna kadar açık… Tüm zamanlarda ve tüm insanlar için…

 Öyle olduğu içindir ki; gün geldi, Hz. Hamza (ra)ın ciğerlerini söken Vahşi bile bu kapıdan girebilme cesaretini kendinde bulabildi… Hind, o iğrenç eylemine rağmen kanlı ve kirli ellerinin bir gün tezkiye olabileceği umudunu yitirmedi…

 Rasulullah (sav)’e gelen en şiddetli uyarı, tezkiye talebi ile gelen İbni Ümmü Mektum’u ihmal etmesinden dolayı değil miydi?

 ‘‘Surat astı ve yüz çevirdi;

 Kendisine o kör geldi diye.

 Nerden biliyorsun; belki o, temizlenip arınacak?’’ (Abes .1-3)

 Evet, nerden biliyorsun; kimin yarınlarda ne olacağını? Her insan potansiyel olarak fücur işlemeye de, takvayı kuşanmaya da müsaittir… İşte önemli olan ve bize düşen görev, o insanı hesaba katmak ve tezkiye iklimine taşımaktır.

 Bir insanın hidayetine vesile olmaktan daha büyük bir kazanım mı olur? Dünya bir yana, bir insanın kurtuluşu diğer yana… İlahi ölçekte hangisi ağır basıyor?

 Bir insanı dirilten tüm insanları diriltmiş olmaz mı?

 Burada şu hakikatı da görmüş oluyoruz.

İslami öğretide, davetin, amacı sadece bilgilendirme değil, esas olan nefislerin İslam’la arınmasıdır…

 Şayet bugün dini malumat konusunda insanlar derinleştikleri halde marifetten yoksun bir din algısı kabul görüyorsa, burada atlanan bir gerçek var. İslam’la olgunlaşmayan kişilerin İslami okumaları nakıstır. Çünkü onlar İslam’ı ancak rivayet ederler, riayet etmeye zamanları yoktur.

 Yani temel sorun, nefis tezkiyesi…

 İslami kültür, eğitim, düşünce, bilinç, bilgi, davet, hareket, söylem, eylem bunlar doğrularımız ve görevlerimiz… Ancak bu sorumlulukları üstlenirken bununla birlikte vahiyle gerçekleşen bir tezkiye yoksa, terbiye süreci işlemiyorsa beklenen hedefleri yakalamak mümkün olmayacaktır…

 Ahlaken temiz, duru ve dolu insanların akideyi omuzlayıp taşıyabileceklerini unutmamalıyız…

 Takva bedenimize elbise, cesedimize ruh olmadıkça, biz İslam’ı gerçek anlamda ne temsil edebiliriz, ne de tebliğ edebiliriz… Etsek bile inandırıcı olamayız… Kimseyi ikna edemeyiz.

 Vahyin potasında demlenmeyen ruh direnemez…

 İnsanın yapısında var olan kötülük eğilimlerini terbiye edip, takva tohumlarını yeşertmek için nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesi zorunludur.

 Bu zaruret, son derece kaygan bir zeminde var olmak ve kendine bir yer açma çabasıdır…

 Uzun, yorucu ve ayartıcı bir yaşam serüveninde Müslümanca varolabilmek için kişinin kendisini bekleyen tehlikeleri ve tuzakları bilmesi, düşmanlarını tanıması ve bunlara karşı tedbirli olması gerekiyor…

 İşte bu tedbirin en önemli boyutu; ruhi terbiye ve nefsi tezkiyedir…

 O halde tezkiye nedir?

 Sözlükte; temizlemek, geliştirmek, feyizlendirmek, büyütmek ve temize çıkarmak demektir

 Kavram olarak da nefsi temizlemek, onu şirk, günah, nifak, rics, cehalet, riya, kibir gibi kötü duygulardan arındırmak ve takvayı öğretmek demektir…

 Tezkiye; arınma çabası… Murakabe şuuru… Hesap günü bilincidir…

Burada öncelikle ilahi iradeye boyun eğip, şehevi ihtiyaçlara ve çirkin hallere karşı koymak gerekir…

 Evet, nefsin arzularına iyi bir mecra bulup, hayatı olması gereken rotaya oturtmaktır…

 Değerlerden ve ilkelerden azade kılınan arzular insanı azgınlaştırır.

 İnsanoğlunun bu zaafını bilen Peygamber (sav) Efendimiz çıkış yolunu gösteriyor:

 ‘‘Arzuları benim getirdiğim (İslam gerçeğin)e tabi olmadıkça hiç biriniz (olgun) mümin olamaz.’’

 Arzuları özgürleştirmek değil, olgunlaştırmak…

 Nefsi şımartmak değil, şuurlandırmak...

 Nefsi öldürmek değil, kontrol altında tutmak…

 İnsan nefsi; arzu, hırs, özlem, şehvet, öfke, korku ve ihtiyaçlarıyla insanın bizzat kendisidir.

 Bu açıdan nefsimiz düşmanımız değildir… Düalizme yer yok… Ama nefisler terbiyeye muhtaçtır… Tezkiyeye ihtiyaç vardır…

 Yeryüzünün ıslahına ve iktidarına aday olanların, işe, nefsi tezkiye ile başlamaları gerekiyor…

 Burada olması gereken, nefsimizi ‘‘temize çıkarmak’’ değil, temizlemektir…

 ‘‘Nefsinizi tezkiye etmeyin (temize çıkarmayın)…’’ (Necm 32)

 ‘‘(Yusuf) Ben nefsimi temize çıkarmıyorum’’ (Yusuf 53)

 Kendini temize çıkarmanın diğer ismi; tekebbür, tefahür ve gururdur…

 Bu konuda diğer bir tuzak ise ‘‘kalbim temiz’’ iddiasıdır… Diyebiliriz ki arınmanın önündeki en ciddi engel bu tepkidir…

 Şunu da belirtmek gerekir ki; arınmak isteyen için ne özel bir törene, ne de aracı kişi ve kurumlara ihtiyaç vardır… Tezkiye ruhun derinliklerinden gelen içtenlikli bir nedamet, ulvi amaçlara yöneliş, ‘‘olma’’ ve ‘‘arınma’’ talebidir…

 Tezkiye, dünyadan el-etek çekmek değildir… Hayattan kopmadan ‘‘Allah için’’leşmenin sırrına ermektir… Dünya ‘‘için’’de kalıp, ‘‘Allah için’’ olmanın erdemini solumaktır…

 Yeryüzünde adeta bir ‘‘nefsi emmare’’ imparatorluğu hüküm ferma…

 Bize düşen görev; arzı, nefsi emmarenin tasallutundan kurtarıp özgür ve onurlu bir yaşamı sunmaktır… Bu bakımdan sadece bireylerin tezkiyesi yeterli değil… Sistemlerin, toplumların, uygarlıkların, evrenin, eşyanın, kurumların, kültürlerin, düşüncelerin, algıların tezkiyesi kaçınılmaz oluyor…

Kulluk keyfiyetinin özeti; fitneden arındırılmış bir dünyada, her türlü kirlilikten aklanıp tevhidi bir donanımla sahih bir çizgiyi sürdürmektir.

            Evet, tezkiye bir arınma eylemidir… İçkin bir inkişaf… Deruni bir donanımdır…

            Tezkiye ruhbanlık değil, rabbaniliktir

 Münzevilik değil, mütevazi fakat onurlu bir duruştur…

            Toplumun beğenisine takılı kalmak değil, Hakk’ın rızasında karar kılmaktır…

 Hazların dünyasında gezinmek değil, huşu iklimine kanat çırpmaktır…

 Bu gün ‘‘kişisel gelişim dersleri’’nden ziyade, nefis terbiyesi için diz çökmeye ve gözyaşı dökmeye ihtiyacımız var… Dua kelimelerimizi gözyaşı ile yıkamanın tam zamanı…

 Yıllardır süregelen bunaltıcı ‘‘özeleştiri’’ oturumlarına ara verip toplu tevbe atmosferinde buluşmamız gerekiyor…

 Bilincimizi tazelemeye, irademizi güçlendirmeye, zorluklara karşı sabrı ve tahammülü öğrenmeye, güzel ahlakı kuşanmaya her zamandan daha çok bu gün ihtiyacımız var…

 Ama kısmi değil, külli bir arınma… Parça parça değil komple bir arınma sürecine girmeliyiz… Kişisel arınma çabalarıyla yetinmeden kollektif arınma zeminleri oluşturmalıyız… Toplumsal bir arınmanın öznesi biz olmalıyız…

 İşte bunun için de, sahip olduğumuz her şeyi vahyin süzgecinden geçirerek yeni bir filtreleme ile hayatı tashih ve tahkim edebilmeliyiz…

 Vahiyle terbiye edilmemiş ‘‘akıl’’ çılgınlıklar arenasıdır…

 Vahiyle tezkiye edilmemiş ‘‘bilgi’’ münker ve şer deposudur…

 Vahiyle tavsiye edilmemiş ‘‘güç’’ zulüm ve zillet adresidir…

 Vahiyle takviye edilmemiş ‘‘iktidar’’ her türlü kötülüğün odağıdır…

 Vahiyle tahliye edilmemiş ‘‘servet’’ sömürü ve savaş sebebidir…

 Vahiy dışı terbiye sistemleri fıtri değil, fuzulidir… Asli değil arızidir…

 Şayet şimdi bizde İslam var, İslami terbiye yoksa, ne İslami temsil edebilme yeterliliğimiz kalır, ne de tebliği sürdürme gücümüz…

 Yine şayet bizde Kur’an var, Kur’ani terbiye yoksa geriye sadece Kur’an’ın nağmesi ve resmi kalır…

Ve unutmayalım ki ;

 Yarın Hesap Gününde zeki (akıllı) -peltek ze ile yazılır- olmamız bizi kurtarmayacaktır… Zekiyy (temiz) -keskin ze ile yazılır- olmamız işe yarayacaktır…

 Şimdi Ramazan günleri yani tezkiye günleri…