Çocuklarımız filizlenip büyürken |
Çocuk yetiştirmek, istenilen hasletlere sahip yeni bir nesil hazırlamak... Dile kolay; ancak, bugün bataklıklarla dolu hayatın içinde boğuşurken hiç de kolay olmayan bir şey. Bütün kötü şartlara rağmen asla ihmal edilmemesi, gaflette bulunulmaması gereken bir görev. Bir canavarın ağzından avını almak kadar zor ama son derece önemli.. |
25/06/2009 - 09:20 |
Rasülullah (s.a.v.) uzunca bir hadis-i şerifinde, hesab gününde, o dehşetli bunaltı ve sıcaklığın hakim olduğu anda Allah'ın özel gölgede gölgelendireceği yedi zümreden biri olarak, Rabb'ine ibadetle yetişen, filizlenip büyüyen, kemikleri, kasları bu duygu ve teslimiyetle gelişip sertleşen genci sayıyor ve şöyle buyuruyor:"Yedi zümre vardır ki. Allah onları kendi Gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı hesap gününde kendi özel gölgesinde gölgelendirecektir: ..Rabb'ine kulluk ve O'na ibadetle gelişip yetişen genç..."' Bir çocuğu, bir genci yetiştirmek deyince; onu maddî mânevi açılardan güzel hasletlerle donatmak için çalışmak, gayret etmek, eğilmek kastedilir. Bu da başlı başına bir araştırma konusudur. Biz bu satırlarda arzu ve ümidimizi dile getirmeye, misallerle duygularımızı aktarmaya çalışacağız. Halife Ömer (r.a.). Rasûlullah'ın (s.a.v.) sünnetine bağlılığın bir gereği olarak valilere yazdığı bir yazı da şöyle emrediyordu: "Çocuklarınıza alıcılığı ve yüzmeyi öğretin. Onlara, bir sıçrayışta atlara binecek hale gelmelerini emredin!"O, canlı, atik, güçlü, kabiliyetli, kendisine güvenli, cihad ruhlu bir gençlik isliyordu. Nitekim Rasulullah (s.a.v.): "Güçlü bir mü'min, zayıf bir mü'minden daha hayırlı, Allah kalında daha sevimlidir. Elbette ki her mü'minde hayır vardır"buyurmaktadır. Şüphesiz Rasülullah (s.a.v.} bu hadiste yalnızca bir açıdan güçlülüğü kasdetmiyordu. Cesaret dikbaşlıhğa, sarahat (açık sözlülük), edepsizlik ve küstahlığa dönmeden, güçlü, cesur, zeki, atılgan, düşüncelerini yaşının samimiyeti ve sadeliği içinde ifade kabiliyeti olan, kendisine değer verildiğinde şımarmayan. Kendi ne güvenen, dürüst, inançlı ve İslâmî değerleri bilen ve onlarla yoğrularak yetişen yeni bir nesle olan ihtiyacımız; suya, havaya olan ihtiyacımız kadar kesin ve lüzumludur. Ubâde İbn Sâmit (r.a.) anlatıyor: "Biz Allah Rasulune (s.a.v.), hoşumuza giden gitmeyen. acı tatlı, iyi kötü günde, zorluk ve rahatlıkta... iman etmek ve ne durumda olursak olalım, Allah uğrunda hiç kimsenin kınamasından, baskısından korkmadan çekinmeden, hakkı dile getirmek üzere biat ettik." Bugün buna hazır bir neslin özlemindeyiz. Şair. Çocuklarımızla ilgili duygularımıza tercüman olarak şöyle der: "Aramızda dolaşır durur da yavrularımız, çocuklarımız, Onlar, bizim yeryüzünde yürüyen ciğer parçalarımız...Yere ayak basmış, orada yürüyen ciğerparelerimizi, canavarlaşan hayata kurban verip vermemek konusunda çok iyi düşünmek; doğru değerlendirmeler yapmak, hislerimize, aldatıcı görüntülere kapılmamak zorundayız. Hepsinden öle yavrumuzu nasıl görmek istiyorsak, öyle yetiştirebilmek için tedbirler almak, diğer mü'min kardeşlerle dayanışma içinde olmak ve bu azmi şuurlu bir şekilde gevşemeden, ihmale terk etmeden korumak zorundayız. Sâdİbn Ebi Vakkâs(r.a.):"Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) gazvelerini çocuklarımıza, tıpkı Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi Öğretir, ezberletildik,"' der ve bu sözleriyle çocukların bu ruh. bu şuur ve cesaretle yetişmesinin lüzumuna işaret eder. Hicretin ilk çocuğu olan. doğumuyla bütün mü'minleri sevince boğan, hz. Âişe'nin ablası esmâ (r.a.) ile Zübeyr İbn Avvâm'm (r.a.) oğlu Abdullah İbn Zübeyr (r.a.), sokakta arkadaşları ile oynuyordu. Sokağın başında bütün heybetiyle Halife Ömer (r.a.) görünmüş, onun geldiğini gören bütün çocuklar, kaçarak "Suç işlemedim ki senden kaçayım; yol dar değil ki gecesin diye yolu boşaltayım."Asırlara sığmayan Mü'minler Emîri, bu sözleri duyunca, yoluna dudaklarındaki tebessümle devam etti... Din Ömer İbn Abdiilaziz (r.a.), kısa süren hilâfet devresinde mü'min gönüllerin hayranlığını ve hayır dualarını kazanmış, unutulmaz hatıralar bırakarak dünyayı terletmiş birisiydi. Bir bayram günü oğlunu görüyor. Üstünde eski ve yamalı bir elbise var. Gözleri yaşatıyor. Çocuk, onun gözlerinde biriken yaşları sezince soruyor: "Ey Mü'minlerin Emiri. niçin ağlıyorsun?" "Yavrum! Çocuklar yırtık yerleri yamanmış bu elbiseler içinde seni görünce kalbin kırılır, yaralanırsın diye korkuyorum." Çocuğun buna verdiği cevap, büyüklere ders verecek bîr olgunlukla: Babacığım! Allah rızasını kaybedenin veya ana-babaya karşı gelenin kalbi kırık olur. hüzün doku: Ben ise. senin rızanı kazanarak Rabb'imin rızasına nail olma ümidini taşıyorum. İşte mü'minlerin emîri! İşte ona yakışır oğlu!.. Sahihi Müslim'de Sehl İbn es-Sâ'idî'den naklediliyor; "Rasulullah'a (s.a.v.) bir içecek getirildi. Getirilen içecekten içti. Sağında bir çocuk duruyordu, solunda yaşlı insanlar vardı. Çocuğa; İtana izin verir misin, İçeceği onlara vereyim? buyurdu. Çocuk; Hayır vallahi! Senden gelen nasibi başkasına kaptırmam, başkasını bu konuda kendime tercih etmem, dedi. Bu sözler üzerine Rasulullah (s.a.v.). kabı onun eline verdi."' Rasulullah (s.a.v.) da, orada bulunan sahâbîler de bunun bir küstahlık, dik başlılık olmadığım, küçük delikanlının Allah Rasûlü'ne karşı duygulanın, içtenlik ve açık bir ifade ile çekinmeden dile getirişi ve arzusuna olasısı olduğunu biliyordu. Hişam İbn Mâlik'in hilafet günleriydi. Sahralarda üç yıl süren bir kıtlık yaşanmış. yokluk insanları çaresizlik içinde kıvrandırmıştı. Sahradan gelen bir heyet, Hişam'ın huzuruna çıkmıştı. Yardım isteyeceklerdi. Heyette yer alan insanlar konuşmaya çekmiyorlardı. Heyetin içinde Virdâs İbn hıbeyb de vardı. Çocuk denecek yaştaydı. Hişam onu görünce, huzuruna girişlerle İlgilenen hâcibine sitemle: "Her gelen yanıma girebiliyor, hattâ çocuklar bile--" diyordu. Ama çok geçmeden huzurdaki suskunluğu bu çocuk bozmuştu: "Ey Mü'minlerin Emiri! Üç kıtlık yılı geldi geçti. Birincisi vücüttaki yağları eritti bitirdi. İkincisi, etimizi yedi yoketti. üçüncüsü kemiğimizin iliğini sömürdü.Elinizde fazla mal var. Eğer bu mallar Allah'a ait ise. onu Allah'ın kullarına dağıt. Eğer mal halka ait ise, niçin mallarımın engelliyor, elinde tutuyorsun? Eğer size ail İse, o zaman sadaka olarak dağıtsan ne güzel olur! Gün o gündür." Hayretler içinde bu sözleri dinleyen Hişam: "Bu çocuk, her üç durumda da bize çıkacak kapı bırakmadı." diyor, gelen heyete bin dinar (altın), Virdâs'a bin dirhem (gümüş) emrediyordu. Virdâs: "Mü'minlerin Emiri! Onu da diğerlerini yanına koydur. Ellerindekilerin ihtiyaçlarına yetmeyeceğinden korkarım." "Senin ihtiyacın yok mu?" "Benim diğer Müslümanlardan ayrı bir ihtiyacım yok." Virdâs. Yadırganarak girdiği bu yerden o topluluğun en gözde kişisi olarak ayrılmıştı. Gençliğin içtenlik ve açık sözlülükle bütünleşmesi, baharın canlılığı ve tazeliği gibi. hayat baharına da bir başka güzellik ve canlılık katar. Ancak ahlâk güzelliği bütünüyle, duygulara, ifadelere sığmayacak bir güzelliktir. Onu görünce, yaşayınca, iç içe olunca anlarsınız. Üzerinizde unutulmaz bir hatıra ve derin iz bırakır. Sizi tabiatın güzelliğinden daha fazla tesir altında bırakır ve duygulandım, Bir gülün tomurcuğundaki tazelik, bahar yapraklarının körpeliği, taze kuzuların yeşillikler üzerinde zıplayıp oynayışlarmdaki sevimlilik, çiçeklerin kırları bezeyişi, şırıldayan bir pınarın, çağıldayan bir derenin akışı, su içmeye çalışan bir serçenin hareketleri... Gönlünüzde tarif edilemez uyanışlara ve huzura sebeb olur. Ahlâk güzelliği bütün bunların üstünde huzur ve uyanışlara, güzel hasletlerin beslenmesi ve canlanmasına sebep olan bir başka güzelliktir. Onunla dolu dolu olan bir nesle ihtiyacımız var. Allah Rasûlu: "En hayırlınız, görüldüğü zaman Allah'ın hatırlandığı kimsedir" buyuruyor.'"Gerçek odur ki; hakiki dosl, gördüğünüzde sizde hayırlı duygular uyandıran, gönlünüze ebedî hayatı ve güzel hisler hatırlatan, hayırlı işler yapma azminizi canlandıran dosttur. Allah Rasûlü'nün hicreti sırasında, yaptıklarıyla beynimizde, gönlümüzde yer etmesi gereken küçük bir delikanlı vardır. Ebu Bekir Hazretlerinin oğlu Abdullah. Hicret sırasında çocuk denecek yaşlardaydı. Peygamber Efendimiz, Ebu Bekir'le birlikle Mekke'den ayrılmış, şaşırtma bir hareketle Medine yolundan uzakta Sevr dağındaki bir mağaraya saklanarak ilk hızın geçmesini beklemeye başlamıştı. Abdullah, küçük yaşına rağmen, yaşının da kendisine sağladığı imkanla kimsenin dikkatini çekmeden Mekke'de dolaşıyor; her toplantıyı, her konuşmayı takip ediyor; hangi tarafa ekipler çıkarıldı, hangi güzergahta kimler arama yapıyor, neler planlanıyor?.. Bütün bu bilgileri topluyor, gecenin karanlığından istifade ederek Mekke ile Sevr arasındaki yamaçları, tepelen asıp dağa tırmanıyor, topladığı bilgileri Rasûlullah'a (s.a.v.) aktarıyordu. Abdullah'ın yaşı küçüklü; ama, gerçekleştirdiği iş çok büyüktü. O, zekiydi, cesurdu, gayretliydi, sabırlıydı, dayanıklıydı... Aynı zamanda yaptığı iş, istihbaratın ne derece önemli olduğunu da vurguluyordu. O yaştaki bir çocuğun bu kıvrak zekaya sahip oluşu, yorulmadan, çekinmeden azimle görevine devam etmesi, gecenin karanlığında korkmadan, ürkmeden, tepeler aşıp her gün Sevr'e çıkması; unutulmaması, gıpta edilmesi gereken bir hizmetti. Abdullah, çocuklarımız için güzel bir etmek ve onları nasıl yetiştirmemiz gerektiğine dair de bir ibret levhasıydı. Uhud Gazvesi için ordu Medine'den ayrılmış, şehirden çıktıktan sonra Medine ile Uhud arasında yer alan ve "Şeyhayn" diye adlandırılan yerde konaklamıştı. Rasûlullahı (s.a.v.), orduyu burada son bir defa daha gözden geçirdi. Müslümanların sayısı düşmana göre az ve yetersizdi. Bütün yiğitler cihada çağırılmış, Allah Rasûlü'nün yanında cihad safında yer almak isteyen mücahidler. saflardaki yerlerini almışlardı. Ama ordunun "Şeyhayn" denilen konaklama yerindeki teftişi, gözleri yaşartacak bir gerçeği gözler önüne seriyordu. Saflar arasında 13-15 yaşları arasındaki çocuklar da vardı. Onların bu hali, yiğitçe ve pervasız duruşları, cesaretleri, iştiyakları Rasulullah'ı (s.a.v.) son derece duygulandırmış ama onları saflardan ayırmıştı. Bu durumu daha da sevimli hale getiren, bu delikanlıların uzun boylu görünmek için ayak parmaklarının üzerinde yükselmeye çalışmaları, bazısının göze batmamak için saf aralarına gizlenmeleriydi. O gün savaşa çıkmasına razı olunmayan sahabîler arasında ömer (r.a.)'in oğlu Abdullah, Rasûlullah'ın (s.a.v.) yanında yetişen Zeyd'in oğlu Üsâme, Zeyd İbn Sabit. Beni İbn Âzib. Ebu Sa'îd el-Hudri, RalV İbn Hadîc. Semüre ibn Cündüb... (r.a.) vardı. Bunların çoğunun yaşı ancak ondörttü. Râll' (r.a.) ise, o gün onbeş yaşındaydı. Babası, oğlunun cihad sallarından ayrılmasını islemiyor, Rasûlullah'a (s.a.v.) gelerek: "Ya Rasûlallah. O, çok iyi ok kullanır, iyi bir atıcı!" diyerek, oğlunun cihad sallarında kalmasını sağlıyordu. Bunu gözden kaçırmayan ve iyi değerlendiren biri daha vardı. Semüra İbn Cündüb (r.a.). O da. Allah Rasûlü'ne gelerek: "Ya Rasûlallah! Râfi'ye izin verdin, beni savaşa kabul etmedin. Ben onu güreşte yenerim!" diyor ve sallara katılıyordu. Uhud gazvesine alınmayan bu genç yiğitler, Hendek gazvesinde cihad sallarındaki yerlerini alıyorlardı. '' Bu küçük yiğitlerin azmi ve cesaretinin diğer sahâbîleri nasıl ateşlediğini uzun uzun düşünmeye hacet olmasa gerek. Ama Evet çocuklar, bizim yeryüzünde yürüyen ciğerparelerimizde onların hak yolda müstakim olmaları ve iki cihan saadetine ulaşmalan elbetteki en büyük arzumuz olmalıdır. Bizim hayran olunacak örneklerimiz, şanlı tarihimiz, sarsılmaz imanımız vardır. Hak yolda filizlenip gelişecek, gönüllere sürür verecek, göz nurumuz olacak bir neslin hasretiyle kavrulunması gereken günleri yaşıyoruz."Rahmân'ın kulları; Rabb'imiz! Bizlere, yüzümüzü ağartacak, göz nurumuz olacak eşler ve çocuklar, nesiller nasib eyle! Bizleri takva sahiplerine önder kıl! derler." (Furkân, 25/ 74). Biz de Rabb'ımızın Zikri Hakîm'de buyurduğu gibi dua ediyor; arzu ve ümitle O'na yöneliyor, bu yönde ciddi çalışmaların yapılmasının lüzumuna dikkat çekmek istiyoruz. |