Allah Rasûlü(sav) hem Sahih-i Buhârî'de hem de Sahih-i Müslim'de yer alan bir
hadisinde; "Düşmanla karşılaşmayı temennî etmeyin. Karşılaşınca sabredin, sebat
edin," (1) buyuruyor, savaş çıkınca cihadın hakkının verilmesini emrediyordu.
Sahih-i Müslim'de nakledilen bir rivayette bu cümlelerin arkasından şöyle
buyrulur: "Bilin ki Cennet kılıçların gölgesi altındadır." (2) Bir Müslüman
savaş çıkmasını, insanların birbirini öldürmesini de temennî etmez. Ancak
zalimlerin, hainlerin varlığını unutmaz, gaflete düşmez, daima cihada hazır
olur. Kılıcın lüzumunu unutmaz. Gerektiğinde Allah yolunda canını, malını ortaya
koymaktan çekinmez. Her şart durumda cihada hazır güç bulundurur. Bu güç,
bütün cehdini ortaya koyan ve sebat eden mücahitlerden ve onun cihad için
hazırlanan silahlardan meydana gelen bir güçtür. Olması gereken de budur.
Allah düşmanları, mü'min gönüllerin edeb, terbiye, ahlak güzelliği ve ibadet
düşkünlüğünü bildikleri gibi, gerektiğinde nasıl çelikten bir irade
kesildiklerini, birbirlerine bağlılıklarının, güç ve kuvvetlerinin nasıl önüne
geçilemez bir mertebeye yükseldiğini de bilmeli, hissetmelidir. Bu çerçevede
Rabbimizin şu buyruğuna dikkat ediniz ve hikmetleri üzerinde düşününüz: "Ey
iman edenler! Hemen yakınınızda bulunan kâfirlere karşı savaşın. Sizde sertlik,
güç ve kuvvet bulsunlar. Bilin ki Allah takva ehliyle beraberdir." (Tevbe 9/
123) Rabbimiz kafirlerin bizlerdeki gücün varlığını, bilmelerini,
hissetmelerini istiyor. Şayet saldırırlarsa veya aramızda savaş çıkarsa nasıl
bir yiğitler ordusuyla karşı karşıya geleceklerinin korkusunu, ürküntüsünü
taşımalarını istiyor. Savaş gücünün yüksek tutulmasını emrediyor. Açık veya
gizli düşmanların; "-Bu insanlar yılmıyor, korkmuyor, çekinmiyor, gafil
avlanmıyorlar," demek zorunda kalmalarını istiyor… Düşman, mikrop gibidir.
Nasıl mikroplar, virüsler bedenin içinde ve dışında vücud direncinin düşmesini,
mukavemetinin zayıflamasını beklerler, en küçük bir fırsatta saldırıya
geçerlerse düşmanlar da Müslümanların direncinin düşük, zayıf anlarını bekler,
içten ve dıştan saldırıya geçerler. Osmanlı Devletini zayıf günlerindeki
saldırılar, hıyanetler henüz tazeliğini koruyan ibret levhalarıyla doludur…
Günümüzde İslâm Ülkelerinin hali, iç ve dış düşmanların tavrı, Müslüman halk
üzerinde oynanan oyunlar, gelecek günler için yapılan planlar birer birer
incelenip değerlendirilmeye muhtaçtır. Dünyada barış, huzur ve kardeşlik
istediklerini, teröre karşı olduklarını sık sık tekrar edenlerin Bosna'da
yaşanılan katliamı nasıl seyrettikleri, için için destekledikleri, imkân
hazırladıkları, değişik yollarla yardım ettikleri, belki de yükselen
feryadlardan zevk aldıkları asla unutulmamalıdır. Sırplara üst üste nasıl süre
verdikleri, zulümden yana görünmemek için, Sırplara zaman kazandırmak arzusuyla
nasıl ve ne şekilde rol yaptıkları, Birleşmiş Milletler bünyesinde görev yapan
askerlerin alınan karar gereği; "-Sizi biz koruyacağız" diyerek nasıl Müslüman
Boşnakların ellerinden silahlarını toplayıp aldıkları ve onları savunmasız
olarak sırp katillere teslim ettikleri de unutulmamalıdır. İnkâr edilmesi mümkün
olmayan bu katliâmı hiçbir gizlilik çuvalına sığdıramayınca, Sırbistan Devleti
ve ordusu yerine fertlere yükleyerek işin içinden sıyrıldıkları da unutulmaması
gerekenler listesine şahid olunan ibret sahneleri ile birlikte eklenmelidir.
Aynı acı ve dehşet farklı şekillerde Filistin'de kaç kere yaşandı ve kaç
kere daha yaşanacağa benziyor?!. Son Gazze saldırısı insanlığın kanını bütünüyle
donduracak kadar iğrenç, bütün hukuk prensiplerini çiğneyecek kadar pervasız,
saldırganın korkaklığına belge olacak kadar dengesiz, asırlar boyunca
silinemeyecek kadar büyük bir ar kaynağıdır… Kadın ve çocukların bulunduğu
evlere, okullara, hastahanelere, hasta taşıyan arabalara, pazaryerlerine
saldırıların ortaya serdiği manzaralar hep gözlerimizin önünde. Bombaların
parçaladığı, yaraladığı insanlar ve diğer canlıların yürek parçalayan halleri,
örtme çabalarının örtemeyeceği, silme ve karartma gayretlerinin silemeyeceği,
karartamayacağı kadar çok ve canlı. Yasak bombalar veya sivil halk ve çocuklar
üzerinde denenen silahlar tarihin unutamayacağı kadar vahim… Uzun yıllardır
değişmeyen bir hakikat yine sergilenecek, herkesin gözleri önünde sergilenen bu
cinayetler, İlâhî adalete kadar canîlerin yanına kâr kalacak, Birleşmiş
Milletler yine suskunluğu devam ettirmenin bir bahanesini bulacak veya
göstermelik manevralar ekranlarda boy gösterecektir. Kimse inanmasa, acı ve
buruk ifadelerle karşılasa bile… * Acı Bir Gerçek Unutulmaması gereken
acı bir gerçek daha vardır: Bütün İslâm âleminin küçük çırpınışlardan öte hiçbir
şey yapamadıkları, zalimden merhamet bekleme aczinin içine düştükleri…
Zalimlerin ve zalimlerin tahrik ve teşvikçilerinin gözlerinin içine bakarak
onlardan merhamet dilendikleri… Devlet olarak vicdanı sızlatan
vurdumduymazlıkların sergilenişi, birbirini takip eden oyalayıcı cümleler,
tavırlar… Hatta zalimin tavrını hoş gören, destekleyen, onlara cesaret veren
beyanatlar ve davranışlar… Bunlara karşı fertlerin, cemiyetlerin gayretleri,
fedakârlıkları, çırpınışları… Bu acı sahnelerden yeniden vurgulamak
istediğimiz gerçeğe dönüyoruz: İç direncin ve gücün yüksekliği fırsat
kollayan düşmanlar için caydırıcı, saldırıları önleyici, tuzakları ve planları
boşa çıkarıcı, tesirsiz hale getiricidir. Zikr-i Hakîmin buyruğuna kulak
veriyoruz: "Küffâra karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Cihad
için atlar besleyip eğitin. Böylece Allah düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı,
onların dışında sizin bilemediğiniz, ancak Allah'ın bildiği düşmanlara korku
salarsınız. Allah yolunda ne infak ederseniz, bunun eksiksiz karşılığını
bulur, asla haksızlığa uğratılmazsınız." (Enfal 8/ 60) Müslümanlar daima
güçlü ve hazır olmalıdır. Güç, kuvvet ve hareket kabiliyetlerini yüksek
tutmalıdır. Dünyadaki gelişmeler takip edilmeli, yeni fikirler geliştirmeli, en
basitinden en modernine kadar silahlar iyi tanınmalı ve iyi değerlendirilmeli,
onların kullanılması, onlara karşı nasıl korunacağı, nasıl tedbir alınacağı,
nasıl hareket edileceği yönünde eğitilmelidir. Allah Rasûlü'ne(sav) âyet-i
kerîmedeki kuvvetten atış gücü olduğunu söylemiş ve bunu iç kere tekrar
etmiştir. (3) Günümüzde de savaşların temel olarak atış gücüne dayandığı
bilinen bir gerçektir. İnsanlığın hayrını düşünenler, iki cihan saadetini
arzu edenler, şerlilerden, yeryüzünü fesada boğmaya çalışanlardan daha güçlü ve
daha ilerde, daha iradeli, daha kararlı ve istikrarlı olmak zorundadır.
* Küfür Tek Millettir İnançları, birçok duyguları ve düşünceleri
birbirinden farklı olsa da küfür tek millettir. Allah yolunun yolcularına karşı
İblis'in tahriki ve teşvikiyle bir araya geldikleri, savaş yürüttükleri tarih
boyunca çok görülen hadislerdendir. Dün Yahudîlerle müşriklerin ittifakı, bu
gün Haçlı zihniyetle, Siyonist zihniyetin İslâma karşı saldırıları, bu
saldırılarda harp ahlâkını ve ahkamını hiçe sayışları, her türlü silahı
kullanmaktan çekinmeyişleri, satın aldıkları hainlerle, içten ve dıştan tarifi
zor hücumlar tazeleyişleri tarihin kaydettiği ve kaydetmeye devam ettiği bir
gerçektir. Bir savaş, küfür önderleri göz önünde tutularak sürdürülür. Eğer
küfür önderleri ihmal edilir ve küfrün tek millet olduğu gerçeği unutulursa
mücadele arzulanan netîceyi vermeyecek, bataklık tehlike üretmeye devam
edecektir. Yahudîler ile Hıristiyan dünya arasında İsa Aleyhisselam'ın
gönderilişinden bu güne kadar süren mücadeleyi, zulüm ve kıtalleri gözden
geçiriniz. Çok defa zulümden kaçarak Müslümanlara sığınışları ve Müslümanların
onlara tavırları hakkında bilgi edininiz. Sonra dönünüz onların bu günkü
durumlarını göz önüne getiriniz… Küfrün ve zulmün hakikati örten zifiri bir
karanlık olduğunu unutmayınız. Karanlıklar arasında koyuluk farkı olsa da
hepsinin karanlık olduğunu aklınızdan çıkartmayınız. İman nûru için hamd ediniz.
İnsanlığın nûra kavuşması için gayret ediniz. * Bir Başka Gerçek
Küfür ehli, çığırtkanları, dalâlet yolcuları ve saldırganları, fitne, fesad
yayıcıları ve temsilcileri ile mücadelenin en temel yollarından biri onların
güçleri, dirençleri, zaaf noktaları, düşünceleri, planları, hamleleri hakkında
bilgi toplamak, toplanan bilgileri değerlendirerek mücadele veya harp planı
hazırlamak, onların karşı istihbarat çalışmalarını önlemek dirençlerini kırmak,
onları yanıltmak ve planlarını boşa çıkartmak, iradelerini çökertmektir.
Zikr-i Hakîm tedebbürle okunduğunda her âyetin yeni bir ibret ve bilgi
pınarı, yeni bir ufuk penceresi olduğu görülecektir. Âyet-i kerîmeler zaman
zaman bize İslâm düşmanlarının iç dünyasında yaşadıklarını, düşündüklerini,
arzuladıklarını, nasıl bir hırsa, duyguya sahip olduklarını, içlerinde neler
beslediklerini, kendi adamlarıyla baş başa kaldıkları zaman nasıl bir üslupla
konuştuklarını, taşıdıkları duyguları zapt edemeyip kin ve nefretlerini zaman
zaman nasıl dışa vurduklarını, içlerinde sakladıklarının çok daha büyük
olduğunu, ruh hallerini ve fırsatı ele geçirince nasıl harekete geçtiklerini
dile getirir. Bir âyet-i kerîme var ki üzerinde uzun uzun durup düşünülmesi
gerekir. Âyet, bütün hırs, hedef ve çalışmalarının sanki özetini dile getirip
bizi tehlikelere karşı ikaz etmekte, zalimleri tehdit etmektedir. Şimdi âyet-i
kerîmeyi dikkatle okuyoruz: "Onlar, dünya hayatını (ve geçici zevklerini,
hırslarını) âhirete tercih ederler, bütün planlarını dünya hayatına göre
yaparlar, Allah yoluna sırt çevirirler, Allah yoluna set çekmeye, insanları bu
yoldan alıkoymaya çalışırlar ve hak dininin eğriliğini isterler, onu çarpıtıp
çirkin göstermeye çalışırlar; işte onlar, derin bir sapıklık içindedirler."
(İbrâhim, 14/ 1-3) Bu âyet-i kerîme İslâm düşmanlarının üç temel tavrına
dikkat çekiyor: 1 - Onlar dünya hayatını seçmişlerdir. Âhireti yok sayarlar
ve bütün planlarını dünya hayatına göre yaparlar. Onun için dünya malına,
zevkine, makam ve mevkiine düşkündürler, hırslıdırlar, hırslarının önüne geçen
her şeye karşı saldırgandırlar. Hayatları, arzuları, emelleri, hayalleri dünya
hayatıyla sınırlıdır. Yaşatışları, davranışları da buna göredir. Ancak
üzerinde düşünmedikleri, düşünmeyi de istemedikleri bir başka düşünce açısı var:
Eğer gerçekler böyle olsaydı, insanlık çığırından çıkardı. Özetle söylemek
gerekirse zâlim zulmünde, hırsız hırsızlığında, arsız arsızlığında, ahlaksız
ahlaksızlığında, iffetsiz iffetsizliğinde, devlet ve millet malını
hortumlayanlar hortumculuğunda, çeteler, katiller, şâkîler işledikleri suçlarda,
hâinler hıyanetinde, reziller rezaletinde hiç de haksız olmazlardı… Eğer âhiret
muhasebesi yoksa, ceza ve mükafât hak değilse, dünyada yapılan dünyada
kalacaksa, yapılan zulüm ve işkencelerin, gasp ve soygunların cezası
olmayacaksa, çaresizlerin çaresizlikleri, insanların acıları, kan ve gözyaşları
üzerine zevk ve safâ çarkı kuranların, yeryüzünü fesada boğmak için gayret
gösterenlerin yaptıkları yanlarına kar kalacaksa hayat ne kadar mânâsız ve
çekilmez hale gelirdi. İnsanlık ne kadar değerini yitirir, Allah'ın mükerrem
kıldığı insan ne kadar büyük bir rezalet bataklığında sürünürdü… Bu düşünce,
çeşitli kalıplara bürünse de, çeşitli ambalajlar içinde sunulsa, boyansa,
süslense de, bütün değerleri yerinden oynatacak, dünyayı canavarların savaş
alanına çevirecek bir düşüncedir. İnsan fıtratına da ters, bizi yaratan ve
hayatımızın devamı için nimetlerle donatana da isyandır… İçimizdeki bir sesin
durmadan yanlışlığını haykırdığı, selim düşüncenin reddettiği bir anlayıştır.
Üzerine söylenecekler kitaplara sığmayacak kadar geniştir… 2 - Onlar, Allah
yoluna set çekmeye çalışırlar. İnsanları hak yoldan alıkoymak için gayret
ederler, ellerindeki imkânları bunun için seferber ederler. Bu yapıları da
üzerinde çok düşünülmesi, değerlendirilmesi gereken bir husustur. Tarihte nice
örneklerinin görüldüğü, günümüzde de görülmeye devam edildiği bir gerçektir.
İleriye doğru da görülmeye devam edeceği her basiret ehlinin kabul etmesi
gereken bir başka hakikattir. Üzerinde düşündükçe nice yaşanan misaller
gözlerde canlanacaktır… 3 - Allah yolunun, hak yolun, doğru yolun
eğriliğini isterler. Günümüzde bu ayrıca dikkat çekilmesi, üzerinde
durulması, düşünülmesi, iyi teşhisler konulması, karşı tedbirler alınması için
gayretlerin sarf edilmesi, düşüncelerin yoğunlaştırılması gereken bir husustur.
Yukarıdaki cümleyi biraz daha açarsak muradın ne olduğu, nasıl bir noktaya
dikkat çekildiği daha netleşecektir. Allah yolu, Zikr-i hakîm'de, hidayet
yolu, sırat-ı müstakîm olarak isimlendirir. Dalalet ehli, bataklık çığırtkanları
dosdoğru olan bu yolu eğri ve çarpık, doğru bilgileri yanlış, güzellikleri
çirkin göstermek için gayret eder, hayret uyandıracak yol ve üslup denerler.
Bilgileri bulandırır, bakış açılarını değiştirir, adam satın alır, basın ve
yayını yanıltıcı bilgiler için kullanırlar. İlmî çalışmaların, araştırmaların
neticeleri ile oynar, boş ve manasız sözlere ilmî araştırma süsü verir, yanlışı
doğru diye adlandırır, yanlışları koruyan ve kollayan deyimler üretir hatta
kanunlar çıkartır, var olanları istediği istikamete sündürürler. Doğruları
küçümser, horlar, doğruyu dile getirenlere söz hakkı vermez, yanlışları da kabul
edilmiş gerçekler olarak sunarlar… Âyet ve hadislerin asıl dile getirdiği
manayı örtmek için zikzaklar çizer, şer'î esasları sarsmak için eline geçen
fırsatları kullanır, gerçek değerlerle alay eder, onları küçümseyici ifadelerle
dile getirir ve doğruluğunu savunma yollarını keser, savunulamayan saldırır,
savunulamadığı için haklıyı haksız ilan ederler. Ve daha niceleri… Hak
düşmanlarının, dünyayı fitne ve fesada boğmak isteyenlerin hedeflerini bilmek,
en çok kullandıkları üsluplar hakkında bilgi toplamak, planlarından,
niyetlerinden, ne tarafa, nasıl bir hamle yapacaklarından haberdar olmak,
güçlerini, kabiliyetlerini, bir sonraki niyetlerini, eksiklerini, açıklarını ve
zaaflarını tespit etmek, ona göre tedbirler almak, üsluplar geliştirmek, en
uygun zamanda veya onlar harekete geçmeden zayıf noktalarından vurmak,
çalışmalarını akamete uğratmak, morallerini bozmak, mü'min gönüllerin saflarını
sıklaştırmak, dirençlerini artırmak onlara karşı yürütülen mücadelenin
vazgeçilmez başarı yollarından olmalıdır. Bu yol ihmal asla edilmemesi gereken
bir yoldur. Ülkesini seven, İslâm âleminin, bütün dünyanın güzel günlere yelken
açmasını isteyen basiret sahiplerinin başkalarından önde olması fitne ve
fesadlara fırsat bırakmayacaktır. Bu gün devletler bünyesinde istihbarat
çalışması yürütecek birimler kurulmuş, dünya çapında iyi veya kötü yönde amansız
bir istihbarat savaşı cereyan etmeye başlamıştır. Bu sadece bir bilgi toplama
savaşı da değildir. Yönlendirme, organize etme, zemin hazırlama, kundaklama,
bölüp parçalama, adam kazanma ve kullanma, şekillendirme ve daha neler neler…
CIA'nın ve MOSSAD'ın, OGPU, KGB, İngiliz Entelijans Servis, Çeka, Ohrana ve
diğer istihbarat servislerinin yaptıkları dehşet uyandıracak boyutlardadır.
İstihbarat örgütleri ve çalışmaları üzerine yapılacak bir araştırma ortaya
akıllara durgunluk verecek bilgiler çıkaracaktır. Son bir buçuk asır içinde
istihbarat servislerinin petrol kaynaklarını ele geçirme, pay koparma üzerinde
yürüttükleri savaş, işledikleri ve işlettikleri cinayetlerle ilgili bilgiler
ciltler doldurur. Satın aldıkları veya çeşitli menfaatler karşılığı
kullandıkları adamlar ve bu adamların hıyanetleri insanlık adına tiksinilecek
bir yekûn tutar. Petrol kaynaklarının çoğunun üzerinde oturan İslâm âlemini
parçalamak, dağıtmak, dağıtılan parçaları birbirine düşman etmek ve bir araya
geliş yollarını bütünüyle kapamak uğruna yapılanlar yürekleri yakacak, içleri
dağlayacak, akıllara durgunluk verecek derecededir… Günümüzde hızla
ilerleyen teknik dinleme, gözetleme ve takip etme alanlarında yeni ufuklar
açmış, müthiş imkânlar sunmuş, uzaya yerleştirilen uydular da devreye girince
neredeyse bütün dünya dinlenilir ve gözetlenilir hale gelmiştir. Biz bütün
bunların acaba neresindeyiz? İslâm düşmanlarının niyet, plan ve dirençleri
hakkında neler biliyoruz? Ne kadar biliyoruz? Bizim elimizdeki imkânlar nedir?
Onları nasıl değerlendirebiliriz? Yarınlar için neler hazırlıyoruz?.. Uzun
vadeli büyük planlar ve hamleler için neler yapılmalı, dar zamanlı, ufku,
çerçevesi, hedefi belli hamleler için neler yapılmalı?.. Küfür önderlerinin
kirli dünyasını gözler önüne sermek için neler yapılmalı, fitne ve fesad
çalışmaları nasıl durdurulmalı?.. Yapılan propagandaların tesiri altında kalarak
zihinlerini toparlayamayanlara, gözleri kamaşıp gerçekleri göremeyenlere, yanlış
bilgilerle zihinleri bulandırılıp iyiyi kötüden ayırt edemeyenlere, basireti kıt
olup anlara onların iç yüzleri nasıl gösterilmeli? Bunun için neler yapılmalı?..
Toplanan bilgiler nasıl değerlendirilmeli?... Bunlar hep üzerinde çalışılması
gereken hususlardır. Ancak önce lüzumuna inanmak, üzerinde düşünmek, mü'min
gönüller olarak bütünleşip kaynaşmak, sarsılmaz kaleler haline gelmek
zorundayız. Bu alanda mütehassıslar yetişmeli, prensipler konulmalı, imkânlar
birleştirilmelidir. İçimizden istihbarat örgütlerinin oyuncakları veya maşaları
olacak insanlar çıkmamalı, küçük emeller uğruna iki cihan saadeti heba
edilmemeli, mevkî makam hırsına kurbanlar verilmemelidir. Düşmanın direncini
kırmak da önemlidir, iç dünyasını öğrenmek de, emellerini boşa çıkartmak da…
İslâm âlemi, hak ve adalet, şefkat ve rahmet güçlenmezse zulüm ve acılar
güçlenecektir… § Dipnotlar: 1-Sahih-i Buhârî, Cihad (Umdetü'l-Kârî
12/ 95), Sahih-i Müslim, Cihad (3/ 1362 Hadis No: 1741) 2-Sahih-i Müslim,
Cihad (3/ 1363 Hadis No: 1742) 3-Sahih-i Buhârî, İmare (4/ 1522 Hadis No:
1917) Hadisi, Ukbe İbn Âmir(ra) minberden hitap eden Rasûlullah'tan (sav)
duyduğunu söyler. Ayrıca İbn Kesîr Tefsirinde âyetin tefsirine müracaat ediniz.
(Muhtasar 2/ 114) 4-Bak: Tevbe Sûresi, âyet 12. |