NEFİS İLE MÜCADELE

CİHAD-I EKBER

Cihat, insanla İslam arasındaki engelleri kaldırmaya yönelik her türlü çaba ve gayretin adıdır. Bu çabanın dışa dönük ve başkalarını muhatap alanı küçük cihat, içe dönük insanın öz nefsine yönelik olanı ise büyük cihat olarak anılır.
04/01/2018


Savaş ve şehitliğe varan bir mücadele ve mücahedenin küçük cihat olarak değerlendirilmesi, nefisle cihadın ise cihad-ı ekber/en büyük cenk olarak görülmesi ilk nazarda insana ters gibi görünebilir. Birinde sonu ölümle bitecek şehitliğe varan bir cenk, diğerinde ise insanın kendi kendisiyle uğraşması; yani riyazat ve mücahedeyle nefsini ıslaha çalışması söz konusudur. Nasıl olur da sonu ölüm ve şehitliğe varan bir cihat küçük, nefisle cihat ise büyük olarak anılabilir?



Büyük cihat olarak anılan nefis ile mücahedenin diğerinden üstünlüğü hem niyette, hem de zorluğundadır. Küçük cihadın gayesi ve bunda kulun niyeti, Hakk’a vuslat ve cemal-i ilahîyi müşahededir. Bir başka ifadeyle küçük cihadın gayesi şehitlik, büyük cihadın gayesi ise sıddıklıktır. Yani Hz. Ebu Bekir gibi sadık ve samimi bir mümin olmaktır. Kur’an’ın diliyle sıddıklık, şehitlikten üstündür. Nitekim Allah Teala: “Kim Allah’a ve Rasule itaat ederse işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa, 4/69.) buyurarak sıddıklığı şehitlikten önce zikretmiştir. Ayetten, ahirette en yüksek derecenin peygamberlere, ardından sıddıklar ile şehit ve salihlere ait olduğu anlaşılmaktadır.



Küçük cihat, kâfirlerle yapılan cenk, mücahede ve muharebedir. Dış âlemin temizlenmesine ve ıslahına yöneliktir. Büyük cihat ise bâtını ıslah etmeye yöneliktir. Bâtın/iç âlemin ıslahı, zahir/dış âlemin ıslahından daha güç bir iştir. Zahirde görülen bir kâfirin nefsini öldürmek, bedenini ortadan kaldırmak kolaydır. Ama insanın bâtınında bulunan ve sürekli kötülüğü emreden nefisle (Yusuf, 12/53.) cenk etmek ve onu yenmek kolay değildir. Bu ancak Allah’ın yardımıyla sıdk kılıcı ile olabilecek bir iştir.



Mücahit, şehadet mertebesine ulaşınca her türlü yorgunluktan kurtulur; Hakk katında diri olarak rızıklandırılmaya hak kazanır. (bkz. Âl-i İmran, 3/169.) Ama sıdk ehli, nefislerini sıdk kılıcıyla günde bin kere öldürse, o nefis yine her defasında bir başka şekilde dirilir ve insana tuzak kurmaya devam eder. Bu yüzden nefis ile cihat eden cenk ehli, göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa nefis ile mücadeleye ara vermez. Nitekim Allah Rasulü’nün şu duası bunun en güzel ifâdesidir: “Ey Allah’ım, göz açıp kapayıncaya kadar, hatta ondan daha kısa bir süre beni nefsime bırakma!” (Ebu Da vud, Edeb, 100-101.)



Nefsin tuzağından emin olmak mümkün değildir. Nefis, Hakk’ın imtihan tuzağının sureti olduğundandır ki nefislerine zulmeden, kendi kendine kıyan kimseler hariç, kimse onun tuzağından emin olamaz. Cihad-ı ekber sayılan nefis ile cenk, zordur; fakat başarılı olunduğunda insanın gönlündeki şefkat ve merhameti artırır. Bu yüzden böylelerinden kimse zarar görmez.



Allah Rasulü’nün bir savaş sonrası söylediği rivâyet edilen: “Şimdi küçük cihattan büyük cihada nefis ile cenge dönüyoruz!” (bkz. Süyûtî, II, 73; Münâvî, Feyzü’l-kadîr şerhu’l-câmii’s-sağîr, Beyrut 1994, III, 141/2873; Ali el-Müttakî, IV, 430/11260.) sözü dikkat çekicidir. O, başka hadislerinde de nefis ile cihadın önemi konusunda şöyle buyurmuştur: “Mücahit, nefsine karşı cihat eden kimsedir.” (Tirmizi, Fedâilü’l-Cihâd, 2/1621; İbn Hanbel, VI, 20.) “Akıllı, nefsine hâkim olup onu hesaba çekerek ölüm ötesi için çalışan, ahmak ise nefsinin hevasına tabi olduğu hâlde bu durumundan hayır umandır.” (Tirmizi, Kıyâmet, 25/2459; İbn Mâce, Zühd, 31.)



Allah Rasulü: “Düşmanların en korkuncu senin iki yanın arasında/ içinde bulunan nefsindir.” (Keşfü’l-hafâ, I, 143 (Beyhakî’den).) buyurur. Nefis, karşı koyma açısından düşmanların en kuvvetlisi, kararlılık yönünden en güçlüsüdür. Nefisle cihadın “ekber” oluşu sonuçta nefsi Hakk’a teslim etmeyi amaçlamasından dolayıdır.



Nefis ile cengin en büyük cihat sayılmasının sebebi, nefsin sürekli tuzaklar kuran ve insanı kötülüğe çağıran özelliğidir. İnsan nefsinin sürekli kötülüğe çağıran heva sıfatları pek çoktur. Genelde kabul edilen yaygın görüşe göre onlar yedidir: Kibir/büyüklük taslama, uçup / kendini beğenme, riya/gösteriş, gadap / öfke, haset/kıskançlık, mal sevgisi ve makam tutkusudur. Bu yedi nefsani sıfattan her biri başa çıkılması çok zor özelliklerdir. Bunlarla her an diri bir gönül ve uyanık bir zihinle mücadele gerekir. En küçük ihmal ve gaflet insanı perişan edebilir. Nefsin bu vasıflarında başarıya erenler büyük cihadın muzafferleri sayılırlar.



Nefis ile mücadele bir eğitim işidir. Hem de maneviyat eğitimi. Maneviyat eğitiminde iyi model ve rehberin varlığı eğitim sürecindeki arayış ve adım adım kemale yaklaşmanın en önemli ilk merhalesidir. Ancak manevi eğitimde olgunlaşma süreci hemen akşamdan sabaha olacak bir husus değildir. Çünkü nefis ile mücadeledeki bu süreçte insanın safha safha kulluk; Allah’a ibadet ve taat ile kemal arayışı içerisinde bulunması gerekir. Nitekim Ziya Paşa der ki:



Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der



Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der.



Dün mektebe giden, bugün üstat olayım demeye kalkarsa eksik olur. Dolayısıyla insanın önce bir nefis mücahedesinden geçmesi gerekir. Çile çekmek, dert sahibi olmak insanı nefis ile mücadeleye hazırlayan önemli özelliklerdendir. Çilesiz, dertsiz bir insanın kemal sahibi olması mümkün değildir. Derler ki deniz sahillerindeki beyaz çakıl taşları aslında kayalardan kopmuş sivri kaya parçalarıdır. Ama dalgalar tarafından dövüle dövüle o kaya parçalarının hiçbir sivriliği kalmamış; âdeta cilalanmış gibi olmuşlardır. Taşların görüntülerindeki güzellik dalgalar tarafından dövülerek çektikleri çileler sayesinde oluşmuştur. İnsan da ne kadar çok çile çeker ve zorluklar aşarsa o kadar iyiliğe, güzelliğe ve kemâle kanat açar ve en büyük cengi kazanır. Hiç çilesi, dert ve sıkıntısı olmayan ve hiçbir imtihandan geçmeyen insanda kemal aranmaz. Nitekim altının en değerlisi kuyumcunun elinde çekiçle dövüle dövüle güzel bir şekle girenidir.



Nefis ile mücadelede kendinin farkında olmak; yani canı bilmek önem arz etmektedir. Çünkü insanın kendini tanıması, varoluşundan beri ilgi duyduğu bir alandır. Nitekim: “Kendini bilen Rabb’ini bilir.” sözü bu anlayışın temel mantığıdır. Kur’an’ın ilk inen ayetlerinde Allah Teala: “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır.” (Alak, 96/1-2.) buyurarak insana kendisine bakmasını ve varoluş sürecini izleyerek kendisini tanımasını emretmektedir. İnsanın içindeki canın farkına varması, nefis ile mücadelenin basamaklarındandır.



Kendini bilmek, canı bilmek; insanın nefsini, kendini tanıması, kabiliyet ve zaaflarının farkında olmasıdır. Kabiliyetlerini ortaya çıkarıp geliştirmesi, zaaflarını ıslah ile eğitmesidir. Nefsini bilen, tanıyan ve koruyan Hakk’a varır ve cihad-ı ekbere erer.



 



Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ / ARALIK 2017 DİYANET AYLIK DERGİ