İNSAN ONURU VE

ALLAH’A KULLUK

Yaratılmışlar arasında yaratılış ve misyon farkındalığı ve onuruna sahip olan insan, yalnız Allah’a ve O’ndan gelenlere inanmak ve kulluğunun manevi hazzına ermek, nefsini terbiye etmek, rıza ve hakikate ermek yolunda ihlaslı mücadele etmek suretiyle insanlık onurunu taçlandırabilir.
02/10/2017


İslam inancına göre varlık alanında insan, yaratılış şekli, gayesi ve misyonu itibarıyla mükemmeli ve en güzeli temsil etmektedir. Yaratıcı Kudret’in ifadesiyle ilahî tekliflere muhatap ve her şey kendisi için yaratılmış olan mükerrem varlık insanın yaratılış gayesi, Allah’ın (c.c.) varlık ve kudretinin delillerini görme, anlama temeline dayalı yalnız O’na yönelik ve O’nun rızası için yapılan ubudiyettir. Bu bilinçle insan, Yaratıcı Kudret karşısında: “Sen Hâlıksın, ben mahlukum.” diyerek yeryüzünde yalnız O’na kul olma, yalnız O’na teslim olma ve yalnız O’ndan yardım isteme üstünlüğüne, Allah ve rızası dışındaki şeylerden uzaklaşıp özgür olma bahtiyarlığına erecektir. İnsan, ancak bu hâliyle Allah adına tasarruf etme yükümlülüğü taşıyan, akıl ve idrakiyle doğru düşünerek hayatını anlamlandıran, hayatından lezzet alan, en şerefli (onurlu) ve en saygın varlıktır.



Yaratılmışlar arasında yaratılış ve misyon farkındalığı ve onuruna sahip olan insan, yalnız Allah’a ve O’ndan gelenlere inanmak ve kulluğunun manevi hazzına ermek, nefsini terbiye etmek, rıza ve hakikate ermek yolunda ihlaslı mücadele etmek suretiyle insanlık onurunu taçlandırabilir. Tabii ki böyle bir durum,  iman eri hakiki ve bilinçli bir mümin için erişilebilecek mevkilerin en yükseği,  onursal gayretlerin de en güzeli olur.  Allah’a kul olma yolunda mücadele veren insandan sadır olan böyle bir gayret, netice itibarıyla onu hem Allah katında yükseltir, hem de insanlar arasında kendisinden beklenen insanca ve medenice yaşamaya muvaffak eder. 



Yüce Allah’ın, ilahî hitabına muhatap aldığı insan,  Kur’an-ı Kerim’de “insan”, “ins” ve “ünâs” şekillerinde 89 ayette geçmektedir. (Abdülbâki, Muhammed Fuâd, el-Mu’cemü’l-müfehres li-elfâzı’l-Kur’âni’l-Kerîm, Çağrı Yayınları, İstanbul, ts., s. 93-94.) Konunun diğer anahtar kelimesi “ubudiyyet” (kulluk) kelimesi de, “abd” kökünden kul, köle ve hür insan anlamlarında olup Kur’an-ı Kerim’de “abd”, “âbid” ve “ıbâd” şekillerinde 131 ayette isim olarak; 133 ayette de mazi, müzari, emir ve nehiy şekillerinde fiil olarak; toplam 264 yerde zikredilmektedir.



Kelimenin kökünü teşkil eden “ibadet” ve “ubudiyyet” kavramlarında; kulluk etmek, boyun eğmek ve itaat etmek anlamları mevcuttur. Bunlardan maksat, Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır. İnsanların ve cinlerin yeğâne yaradılış amacı da ibadet ve Allah’a kulluktur. (Zariyat, 51/56; Fecr, 89/28-29.) Kulluk, bu dünyada yalnız Allah’a karşı yapılıyorsa “abd” kavramı hür insanı anlatmakta; Allah’tan başkasına karşı yapılıyorsa köle insanı anlatmaktadır.



Ubudiyetin kökü olan “abd” kavramı Kur’an’da mümin ve itaatli, asi tüm insanlar için kullanılmasının yanında peygamberler ve özellikle âlemlerin Efendisi Hz. Muhammed için de kullanılmıştır. (İsra, 17/1; Neml, 27/59; Fürkan, 25/1; Fatır, 35/32; Necm, 53/10.) Ayrıca İslam’a ilk giriş kelimeleri olan tevhidin ve şehadetin iki esasından biri de Rasulüllah’ın (s.a.s.) kulluk vasfıdır. Söz konusu kavram, değişik kişiler için kullanılsa da, bunun özellikle Allah’ın emirlerine saygı ile itaat eden, boyun eğen ve onun sevgisini kazanan iman eri mümin kimseler için bir vasıf olduğunu anlamaktayız. Nitekim bazı İslam âlimleri kulluğu şöyle tanımlamaktadır: “Allah ve Rasulünün emirlerini, Allah ve Rasulü emrettiği için, Allah ve Rasulünün emrettiği biçimde münakaşasız, mukabelesiz ve itirazsız yerine getirmedir.” Zira varlıklar içinde mükerrem ve onurlu varlık olan insanın mükellefiyeti kulluktur. Bunun aksine Yaratıcı kudrete itaatten kaçınma, büyüklük taslama ve bunun sonucunda ilahî huzurdan “racîm”, “mez’ûm” ve “medhûr” olarak (Allah’ın rahmetinden kovulmuş ve yerilmiş olarak) aşağılanmış olmak lanetlenmiş varlık olan İblis’in vasfıdır. Kur’an’da; “Ey Rabbim! Öyleyse bana insanların diriltilecekleri zamana kadar mühlet ver.” diyen İblis’in kovulma ve aşağılanma sebebi, Yüce Allah’ı inkâr etmesi veya O’na iman etmemesi değil ubudiyetin zıddı olan itaatsizlik etmesi ve tevazu göstermemesi, Allah kendisine emrettiği halde Hz. Âdem’e secde etmemesi yani Yaratıcı Kudret’in emrine tezellül edip boyun eğmemesi, O’na karşı başkaldırması ve büyüklük taslayarak kâfirlerden (nankörlerden) olmasıdır. (A’raf, 7/11, 13, 18.)



İnsan ve kullukla ilgili birçok ayette insanın yaratılış biçimi ve gayesi ve onun bütün yönleri hakkında (fıtri güzellikleri ve çirkinlikleriyle ilgili) bizzat insanın kendisine bilgi verilmektedir. Diğer bir ifadeyle, insanın her yönüyle ilgili bilim dalları konuları ana hatlarıyla Kur’an’da yer almaktadır. Bir realite olarak Kur’an, insanı ahsen-i takvim üzere (maddi ve manevi bütün güzelliğe sahip) yaratılmış; psikolojik ve sosyal bir varlık olarak görmektedir. En güzel biçimde yarattığı, düzgün yapılı ve endamlı kıldığı insana Yüce Allah, kendi ruhundan üfleyerek onu yüceltmiş ve secde edilmeye değer hâle getirmiştir. Yalnız Allah’a kul olmak, O’nun emirlerini yerine getirmek üzere yaratılmış olduğu için de Yaratıcı Kudret tarafından bütün kâinat onun emrine musahhar kılınmıştır. Allah’a kul olma ve tüm eşyayı kullanabilme donanım ve yetisindeki insan, O’nun adına yeryüzünde yetkili, eşyalar üzerinde yönetim, tasarruf ve hâkimiyeti elinde bulundurma (halife) olma mükerremliğine (onur, şeref ve üstünlüğüne) de mazhar olmuştur. Yüce Allah’ın insanı kendi eliyle yaratıp onu tesviye etmesi, ona kendi ruhundan üflemesi ve yeryüzünde kendine halife seçmesi onun ahsen-i takvim kapsamındaki güzelliklerindendir. Ancak insan bu güzelliğini koruyamadığı takdirde aşağıların en aşağısına indirilme durumundadır. Maddi güzelliğini kaybeden bir insanın yalnız bu sebeple cehenneme girmesi (esfel-i safilinden olması) mümkün olmadığına göre, ayetteki ahsen-i takvim ifadesi daha çok insanın manevi ve ahlaki güzelliğine delâlet etmektedir. Kuşkusuz insanı onurlu ve üstün kılan, mükerremliğe eriştiren şey de insanî özellikleri, kısacası olumlu yanları, aklı ve iradesidir.  



Hilkati ve gayesindeki bu güzellikleri nedeniyle esasen “insan”, sözlükte; izzet, şeref, kuvvet, üstünlük, haysiyet, öz saygı, izzet-i nefis ve itibar anlamlarına gelen ve konunun anahtar kelimesi olan “onur” kavramıyla da özdeş görülmektedir. (Râgıb, el-Müfredât,  s.332333; Türkçe Sözlük, II, 1111, 1380, Türk Dil Kurumu; Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 556, 868.)



Hiç kuşkusuz insanı onurlu kılan, ödüllendirip yükseklere çıkaran ya da cezalandırıp aşağıların en aşağısına indiren şeyler, insani özellikleri, aklı ve iradesi; kısaca olumlu ve olumsuz nitelikleri ve yönleridir. Ancak genelde saygı, şeref ve üstünlük anlamlarına gelen “onur” kavramının insana nispetle iki yönü bulunmaktadır. Onlardan biri insanın kendisine karşı duyduğu saygı, diğeri de başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değerdir. (Türkçe Sözlük, II, 1111, 1380; Doğan, age. s. 556, 868.)



Kur’an’da vurgulanan “İyi bilin ki sizin Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır…” (Hucurat, 49/13.) ifadesiyle Allah yanında en kerim (en üstün) insan, Allah’tan korkan deruni kontrol sahibi, halk içinde Hâk ile beraber olarak Allah’ın emir ve yasaklarına riayetle nefsini tehlikelerden koruyan ve terbiye eden “takva” sahibi kimsedir. Bu durumda,  onun onur ve şerefi, bir kul olarak günde 40 defa “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha, 1/5.) ayetinin temasına uygun şekilde “Allah’ım sen Hâliksın, ben mahlukum; yegâne güç ve kuvvet sahibi olarak itaat edilmeye layık olan ancak sensin; ben ise acizim.” diyerek ve kulluğun hazzına ererek yalnız O’na, Yaratıcı Kudret’e secde etmesidir. Onu ya kâmil ve üstün, ya da şaki ve adi insan yapabilecek olan unsur ise fıtratında mevcut olan sıfatlarını terbiye edip etmemesidir. 



Allah yanında hakiki ve onurlu kimse, sadece Allah’a kul olan onur ve şerefi O’nun emir ve yasaklarına riayette arayan kimsedir. Çünkü o, yalnız mutlak kudret sahibi bir olan Allah’a boyun eğmekte, ancak O’na ibadet etmekte ve O’ndan yardım istemektedir. Nitekim rahmet Peygamberi de Allah’tan kul olmayı dilemekte; dinin esası olan şehadet kelimesinde “abd” vasfı “rasullük” vasfından önde gelmektedir.



 



Doç. Dr. Abdullah YILDIZ / Diyanet Aylık Dergi