Merhameti Kuşanmak

Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. (Buhari, İman, 7; Tirmizi, İman, 12.)
27/04/2015


İçimizde sönmeye yüz tutmuş insanlık kandilini yeniden tutuşturacak ve bizi insanlığımıza geri çağıracak olan duygunun merhamet olduğunu söylüyor Kemal Sayar. İnsana insan olduğunu hatırlatan en temel duygudur merhamet. O yüzden merhametini kaybeden insanlığını da yitiriyor. Ülke olarak büyük elem duyduğumuz son hadiselere baktığımız zaman hemen aklımıza gelen, insanlığımızı ne zaman ve nasıl kaybettik, sorusu oluyor. Başkalarının acısına bigâne kalmak bir yana, insanlara acımasızca saldırabilmeyi, sudan bahanelerle canlara kıyabilmeyi nasıl öğrendik? Her gün yanı başımızdan geçen, belki mahallemizde, sokağımızda karşılaştığımız sıradan insanlara ne oldu da bu hâle dönüşebildi?



Merhamet erozyonundan olacak artık şiddet pek çok yerde koltanıklık ediyor. Özellikle kadın ve çocuklara yönelen şiddetin sınırlarını tahayyül etmek de bile zorlanıyoruz. Tam da bu noktada yukarıda sıraladığımız sorulara cevap, Hz. Peygamber’in hadislerinden yükseliyor: “Merhamet, ancak kalbi katılaşmış, inançsız bedbahtların kalbinden kaldırılmıştır.” (Hakim, Müstedrek, Tevbe ve İnâbe Hadis no: 7632.) Kalplerden merhamet çekilip alındığında beraberinde sevgi, şefkat, ülfet ve rikkati de gidiyor insanın ve katılaşmış yürekler şiddetin öznesine dönüşüyor. İnsanların kalpleri bu hasletlerin yerine, kin öfke, nefret ve intikam hisleriyle doluyor. O zaman insan, insanlığını kaybediyor, kendi cinsine en akıl almaz kötülükleri reva görebiliyor.



Hâlbuki kaynağı iman olan merhamet, kötülüklerin panzehri olabilir. Sadece kendisi için değil başkaları için de var olması gerektiğini öğrendiğinde merhameti kuşanır insan. Yine rahmet peygamberi, rahmeti kuşanan bir İslam toplumu inşa etmenin birbirimizi sevme, birbirimize merhamet ve şefkat göstermede bir vücudun organları gibi bütün leşmemizle mümkün olacağını öğütlüyor. (Buhari, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66.) Zira her bir Müslüman diğerinin derdiyle hemhâl olduğunda, onun acısını yüreğinde hissettiğinde dünya daha huzurlu bir yere dönüşecek. Zulüm, zorbalık, haksız yere cana kıyma, masum insanlara saldırı ve daha pek çok kötülüğü toplumumuzdan silmek, empatiyi aşan bir duyarlılıkla yani merhametle birbirimize yaklaşmakla gerçekleşir. Hz. Peygamberin, insanı helake götüren günahların bir başkasının ırzına, haysiyet ve iffetine saldırmak (Ebu Davud, Menasik, 87.) olduğunu tekrar tekrar anlatarak ve anlayarak mücadele edebiliriz kötülükle. Ve Müslümanın Müslümana kanının, ırzının ve malının haram kılındığını (Müslim, Birr ve Sıla, 32.) unutmadan yaklaşırsak birbirimize; işte o zaman toplumda kardeşlik ahlakını ikame edebiliriz.



Can özgedir, dokunulmazdır



Ne zorluklarla büyütür anne evladını. Önce dokuz ay rahminde taşır ki, merhametin kucağıdır orası. Sonra bir zarar gelmesin diye gözünden bile sakınır onu. Hani Rabbimizin merhametini anlatırken Hz. Peygamber, işte bu annenin evladına duyduğu şefkati misal getirir. (Müslim, Tevbe, 21.) Anne için evladı canı kadar kıymetlidir, hatta canından yeğ tutar, gerektiğinde gözünü kırpmadan canını ortaya koyar evladı için.



Sadece anne babalar için mi kıymetli yavruları. Yaratan daha büyük kıymet vermiş insanoğluna. En güzel biçimde yaratmış sonra kendi ruhundan üfürmüş ona.



İlahî bir öz taşır her insan o yüzden canı özgedir; ırzı, şerefi, haysiyeti, onuru, namusu her türlü değerin üstündedir. İnsan kendi canına kıyma hakkına bile sahip değilken; bir başkası, hukukun ve ahlakın sınırlarını aşarak asla ona el uzatamaz. Öyle ki, Kerim Kitabımızda bir insanı öldüren sanki bütün insanları öldürmüştür. Bir insanı yaşatan da sanki bütün insanları yaşatmıştır. (Maide, 5/32.)



Ama insan bu ilahî ölçüyü aştığında; Rabbin değer verdiği, annelerin babaların el üstünde tuttuğu cana kast edebiliyor. Hele karşısındaki kendinden zayıfsa ve kadınsa daha da vahim tablolar ortaya çıkıyor. Kadına el kalkmaz, helali olmayana yan gözle dahi bakılmaz anlayışının hâkim olduğu bir kültürün bu tabloları üretmesi nasıl mümkün olur! Kadınları Allah’ın emaneti olarak gören bir dinin mensupları; elini, dilini, gözünü bir başkasına dokundurmaya, kız çocuğunun ve kadının iffet ve onurunu çiğnemeye, en temel insani hakkı olan yaşamına kastetmeye nasıl pervasızca cüret edebilir?



Şimdi o “anne”ye kim nasıl teselli verebilir? Sabah öpe koklaya okuluna uğurladığı can paresinin akşam hunharca katlediliş haberine hangi yürek dayanır? Anne babaların, gözü yaşlı kadınların ahları arşıâlâyı titretir, gayretullaha dokunur…



Asım’ın neslinden şiddet nesline



Toplumu sarsan şiddet olayları neden bu kadar yaygınlaştı diye düşünürsek pek çok sebep sayılabilir. Şimdi muhasebe yapma ve bu sebepleri ortaya çıkarma zamanıdır. Herkes kendince bu sorgulamayı yapmaya başladığında, sorunlarımızı ötelemeden konuşabilme zeminine kavuşabileceğiz. Her birimiz eteğindeki taşları dökmek ve meseleye bir ucundan dâhil olmak zorundadır.



“Yeni nesil nasıl yetişiyor”dan başlarsak çözümün de ipuçlarını yakalayabiliriz zannediyorum. Çok uzaklarda değil evimizin içinde yaşananlara bakmakla bile cevap bulabiliriz sorularımıza. Her şeyden önce çocuklarımızı, gençlerimizi esir alan küresel vahşet kültürü şiddeti türlü yöntemlerle meşrulaştırmaya çalıştı. Bizim ısrarla uzak durulmasını öğütlediğimiz kötülükler allanıp pullanıp güzel gösterildi körpecik dimağlara. Sanal savaş oyunların da acımasızca öldürmeyi öğrendi yavrularımız. Sonra türlü entrikaların döndüğü diziler, filmler değer yargılarını yaraladı. Bilinçler ve yürekler işgal edildi…



Şimdi yürekleri kötülüğün ve şiddetin işgalinden kurtarmak ve yeniden merhametin membaı yapmak için gönül terbiyesine ve “edep ya hu” idrakine ihtiyacımız var. Bunu gerçekleştirmek de kalplerdeki pası silmek ve gönüllere merhamet tohumları ekmekle mümkün olur.



Eğitim sistemimizi, insan yetiştirme düzenlerimizi yeniden gözden geçirmek de gerekiyor. Bunun için büyük projeleri, hamasi kampanyaları beklemek beyhude olur. Zira her birimizin bu ateşi söndürmek için yapabileceği şeyler var. Herkes önce kendinden, nefsinden, evladından, evinden başlarsa işe, bir anlamı olur yapılanların. Atılacak küçük adımlar kartopu misali büyüyüp değiştirebilir dünyayı…



Kendisini Rahman ve Rahim olarak nitelendiren Rabbin kulları ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamberin ümmeti olarak birbirimize rahmet ve şefkat nazarıyla bakabilmeyi yeniden başarmalıyız. Hz. Peygamber Müslümanı, diğer Müslümanların elinden dilinden zarar görmediği; halkın canları ve mallarını kendisine karşı emniyette bildiği kişi (Tirmizi, İman, 12.) olarak vasıflandırıyor. Kardeşimize değil elimizden bir zarar hâsıl olması, onu kendimize tercih ettiğimizde merhameti kuşanmış oluruz.