SÜNNET VAHİY İLİŞKİSİ

“O, kendiliğinden bir şey söylemez; söylediği ancak kendisine gönderilen vahiydir.”(Necm, 53/3-4)
16/12/2014


Günümüzde İslami ilimler arasında en çok tartışılan ve gündeme gelen ilim dalı hiç kuşkusuz hadis ilmidir. Hadis sahasında da en fazla tartışılan konuların başında Sünnet-vahiy ilişkisi gelmektedir. Tebliğ ve tebyinle görevli bulunun ve Allah’ın kontrolü altında görevini yapmış olan Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sünnetinin vahiy ile olan ilişkisinin çok erken dönemlerde araştırılmaya başlanmasının sebebi, kanaatimizce Hz. Peygamber’in misyonu, Sünnet’in dinimizdeki önemi, delil oluşu ve bağlayıcılık özelliğine sahip olmasıyla yakından ilişkilidir. Acaba Sünnet, kaynak itibariyle vahiy mi, yoksa Hz. Peygamber’in kendi re’y ve ictihâdları mıdır? Şayet vahiyse Sünnet’in tamamı vahiy mahsûlü müdür? Vahiy olmayan kısımları var mıdır? Bunların kesin sınırları çizilebilir mi? gibi konular ilk akla gelenlerdir. Konu Asr-ı Saâdette sahâbe tarafından değişik şekillerde gündeme getirilerek Hz. Peygamber’in Sünnet’inin vahiy ile olan ilişkisi soruşturulmuş, tarihî süreç içerisinde İslâm âlimleri de, bu konular üzerinde detaylı olarak durmuşlar ve değişik görüşler serdetmişlerdir.


 


Tarih boyunca vahyin hakikatı, mâhiyeti, çeşitleri ve geliş şekilleri konusunda âlimler, çeşitli görüş ve düşünceler ileri sürmüşlerdir.  Hz. Peygamber’e gelen vahiy sadece Kur’an vahyi ile mi sınırlıdır, yoksa Kur’an vahyi dışında da değişik şekillerde de vahiy söz konusu mudur? Bu konuyla ilgili olarak tüm deliller bir bütünlük içerisinde değerlendirilmelidir. İslâm âlimleri, Hz. Peygamber’e gelen vahyi genel olarak vahy-i metlüv (okunan vahiy) ve vahy-i gayr-i metlüv (okunmayan vahiy) olmak üzere iki kategoride incelemişlerdir. Vahy-i metlüv lafız ve mânâ olarak inzâl edilen, mu’cîz ve tahriften emin olan Kur’ân-ı Kerim’dir. Vahy-i gayr-i metlüv ise Hz. Peygamber’e değişik şekillerde gelen bir kısım Sünnet’dir.  Bu vahiy çeşidi lafız olarak değil de mânâ olarak Hz. Peygamber’in kalbine ilkâ edilmiştir. Dolayısıyla her iki vahiy çeşidi aynı olmamakta,  aralarında önemli nüanslar bulunmaktadır.


 


Sünnet’in vahiyle olan ilişkisini kaynaklarda tetkik ettiğimizde karşımıza iki grup delil gelmektedir. Sünnet’in vahiy kaynaklı olduğunu gösteren deliller ile Sünnet’in vahiyle ilişkili olmadığını gösteren delillerdir. İlmi anlayışın bir gereği olarak her iki grup delil analiz edilerek bir sonuca varılması gerekmektedir.Sünnet’in vahiy mahsûlü olduğuna işâret eden pek çok delil arasından bazılarını görelim:


 


1) Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “O, kendiliğinden bir şey söylemez; söylediği ancak kendisine gönderilen vahiydir.”(Necm, 53/3-4) Her ne kadar âyetin farklı yorumları olsa da başta usûl-i fıkıh kaynakları olmak üzere pek çok kaynak, Sünnet-vahiy ilişkisini işlerken bu âyete mutlaka yer vermeye ve delil göstermeye özen gösterir.


 


2) Hz. Peygamber, hanımlarından birine saklı kalması için bir sır vermiş, ancak hanımı bu sırrı saklayamamış ve Hz. Peygamber’in başka bir hanımına söylemiştir. Hz. Peygamber’e bu durum Kur’ân vahyi dışında Allah tarafından bildirilmesi üzerine eşi, Hz. Peygamber’e bunu sen nereden duydun, ben bunu gizli olarak söylemiştim dedi. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil olmuştur: “Peygamber, eşlerinden birine bir sır vermişti. Hanımı o sırrı diğerlerine söyleyince, Allah, bu durumu peygamberine bildirmiş, O da bir kısmını açıklamış, bir kısmını açıklamamıştı. Peygamber, bu durumu eşine haber verince eşi bunu sana kim haber verdi diye sormuştu. Peygamber cevaben bunu bana her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah bildirdi demişti.”(Tahrîm, 66/3)


 


3) Sahabeden Abdullah b. Amr (ö.65/684) şöyle buyurur: Allah Rasûlün’den duyduğum her şeyi unutmayayım diye yazardım. Kureyş’in ileri gelenleri, “Sen her duyduğunu yazıyor musun? Halbûki  Allah Rasûlü neşeli halinde de,  hiddetli iken de konuşan bir beşerdir.” diyerek beni bundan menettiler. Ben de yazmaktan vazgeçtim ve durumu Allah Rasûlüne ilettim. Kendileri: “Yaz, hayatım elinde olana yemin ederim ki (parmağı ile ağzını göstererek) buradan hakikatten başka söz kesinlikle çıkmaz.” buyurdular.(EbûDâvûd, İlim, 3) Bu da doğrudan olmasa da dolaylı yoldan konuyla ilgili bir delil olarak kabul edilebilir.


 


4) Cibrîl hadisinde hatırlanacağı üzere vahiy meleğinin insan sûretinde gelerek İslâm’ın şartları, imânın şartları, ihsânın mâhiyeti ve kıyâmet alâmetleri hakkında bilgi verdiği kaydedilmektedir.[1]Sahâbe burada Cebrâil’i insan sûretinde bizzat dünya gözüyle görme imkanına sahip olmuştur. Bu durumun da açık olarak Hz. Peygamber’in Kur’ân dışında vahiy aldığını göstermektedir.


 


5) Bir gün Hayber Yahûdilerinden bir kadın tarafından zehirlemek amacıyla Hz. Peygamber’e zehirli et ikrâm ediliyor, tam ağzına koyacağı zaman zehirli olduğu kendisine bildiriliyor ve eti yemiyor. Hz. Peygamber’den önce davranıp eti yiyen sahâbeden Bişr b. el-Berrâ o anda ölür. Daha sonra Hz. Peygamber kadını bularak niçin böyle yaptığını sorar. Kadın şöyle cevap verir: Eğer (gerçekten ) peygambersen sana hiçbir şey zarar vermez. Yok eğer kral isen insanları senden kurtarmış olurum.[2] Bu olay da Hz. Peygamber’e Kur’ân dışında vahiy geldiğini göstermektedir.


 


6) Bazı hadislerde Hz. Peygamber’in “Bana Rabbim emretti.”, “Cibril geldi.”, “Bana vahyolundu.” gibi ifâdelerle vahiyden söz etmesi O’na, Kur’ân dışında da vahyin geldiğini göstermektedir.[3]Örneğin komşuya iyi davranılması konusunda Cebrâil, Hz. Peygamber’e o kadar çok tavsiye ve telkinde bulunmuştu ki, Hz. Peygamber komşunun komşuya neredeyse vâris kılınacağını zannetmişti.[4]Başka bir hadiste Hz. Peygamber: “Allah sizin alçak gönüllü olmanızı bana vahyetti.” buyurmuştur.[5] Cebrâil, Hz.Peygamber’e zaman zaman Kur’ân vahyi dışında da gelerek ibâdetlerin nasıl yapılacağı konusunda ona bilgiler vermiştir. Abdestin alınması, namazın kılınması[6], namaz vakitleri[7], hacc’da nasıl telbiyede bulunulacağı[8] gibi konuları Hz. Peygamber’e öğretmiştir.[9]Dolayısıyla bu sâyede Hz. Peygamber, Kur’ân’ın açılımını, uygulanışını ve pratiğini insanlara gösterme imkanını bulmuştur. Aynı zamanda Hz. Peygamber’in hadislerinde Cennet, Cehennem, âhiret, sırât, hesâp, mizân gibi gaybî bilgiler de vardır. Kur’ân’da olmayan bu tür bilgileri, Hz. Peygamber’in kendi kafasından uydurması veyahut içtihâdlarına dayandırması düşünülemez. Şahsî tecrübesine, ferdî ictihâdına ve kişisel bilgi birikimine, bağlayamayacağımız pek çok hadisin kendisinde vahiy kelimesi geçsin veya geçmesin vahiyle ilişkili olduğu ortaya çıkmaktadır.


 


7) Hz. Peygamber Kur'ân’ı tebliğ, tebyîn ve tatbik görevlerinin yanısıra, Kur’ân dışında farz, vâcip, haram, mekrûh, mubâh ve müstehap türünden olan bazı hükümler de getirmiştir. Örneğin ehl-i eşeğin, azı dişli yırtıcı hayvanların ve pençeli kuşların etlerinin yenmesinin haram kılınması[10], erkeklere altın takmanın ve ipek giymenin haram edilmesi[11], neseb ile haram olanın süt emme yoluyla da haram olması[12], nineye mirastan hisse verilmesi[13], bir kadının teyze veya halası ile aynı erkeğin nikâhında birleştirilmesinin haram oluşu[14], fıtır sadakasının vacib kılınması[15]v.b. konular, hep Sünnet ile sâbit olmuş hükümlerdir.  Şayet Sünnet’in vahiy mahsûlü olmadığını düşünecek olursak, o zaman bütün bunları, Hz. Peygamber’in, vahyin dışında kendi arzusuyla koyduğunu söylememiz gerekecektir ki, bu da peygamberimiz için muhâl olan bir şeydir.


 


8) Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber’e itaatı, bir nevi kendisine itaat olarak kabul etmesi,[16]mutlak surette Hz. Peygamber’e itaat edilmesini konusunda emir sigasını kullanması[17], nehyettiği şeylerden kaçınma konusunda da nehiy sigasını kullanması[18]neticede Sünnet’in vahiyle yakın bir ilişki içerisinde olduğunu gösteren deliller olarak telakki edilmelidir.


 


Yukarıda sözünü ettiğimiz ikinci grup delillerimiz de, Hz. Peygamber’in beşerî yönünü yansıtan, her tutum ve davranışının vahiy kaynaklı olmadığını gösteren delillerdir. Bunların sayısı da hayli çoktur. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in beşerî yönünü yansıtan ve dolayısıyla Sünnet’in tamamının vahiyle ilişkili olmadığını gösteren birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerif mevcuttur. Bunlardan bazılarına burada yer vermek istiyoruz:


 


 


1) Hz. Peygamber, bir hadiste “Ben de bir insanım. Diğer insanlar gibi ben de bazen sevinç duyar, hoşnut olurum, bazen öfkelenirim.” buyurmuştur.[19]Gerek Kur’ân-ı Kerîm’de ve gerekse hadislerde Hz. Peygamber’in bir beşer olduğunun vurgulanmasını mutlak manada anlayarak onu sıradan bir insan olarak algılamak da yanlıştır. Burada verilmek istenilen mesâj, peygamberin insanüstü bir varlık olmadığı ve peygamberliğin beşerî özellikleri ortadan kaldırmadığı istikâmetindedir. Yoksa Hz. Peygamber’in diğer insanlarda bulunmayan bazı üstün özelliklere sahip olmadığı manasına gelmez.


 


2) Kendisine getirilen bir dava sebebiyle “Hakkında vahiy gelmeyen dava konularında ben re’y ve içtihâdımla hükmederim.” buyurmuşlardır.[20]


 


3) Hz. Peygamber, beşer kavramını açarak, daha somut bir şekilde şöyle anlatır: “Ben de sizin gibi bir beşerim, hata da eder, isâbet de ederim. Lakin size “Allah buyurdu” dedim mi, asla Allah’a yalan isnâd etmem.” [21]


 


4) Allah Rasûlü bir gün namaz kıldırırken yanılmış, ashâbın“Bir değişiklik mi oldu” sualleri üzerine “Ben ancak bir beşerim, sizin gibi ben de unutup yanılabilirim...” demiştir.[22]Yanılmak, hata etmek ve unutmak kul ve beşer olmanın bir özelliğidir. Peygamberliğe herhangi bir halel getirmez. Hz. Peygamber’in insan olarak kendisinin her an yanılmasının mümkün ve tabii bir şey olduğu aşağıdaki olaylarda da güzel bir şekilde belirtilmiştir:


 


5) Bedir savaşından önce Hubâb b.Münzir (ö.19/640), ordunun konuşlandırıldığı yerin savaş stratejisi açısından elverişli ve uygun olmadığını müşâhede edince, Hz. Peygamber’e bu kararının vahiy ile ilgili olup olmadığını sormuş ve vahiyle ilgili bir karar olmadığını öğrenince Hz. Peygamber’e o yerin savaş stratejisi açısından değiştirmesinin gerekli olduğunu söylemiştir. Şayet  Hz. Peygamber’in, o yeri seçmesinde vahiy belirleyici bir rol oynasaydı Hubâb b.Münzir’in Hz. Peygamber’e karşıt bir görüş teklif etmesi düşünülemezdi. Neticede Hz. Peygamber, sahâbenin farklı görüşünü benimsemiş ve o doğrultuda hareket etmiştir.[23]Burada Hubâb isimli sahabenin, Hz. Peygamber’in vermiş olduğu kararının kaynağını ve görüşünün vahye dayanıp dayanmadığını sorması bu bağlamda bir nevi Sünnet’in iki kategoride değerlendirildiği (Sünnet’in bir kısmının vahiy dışında, bir kısmının da vahiy ürünü olduğu) ortaya çıkmaktadır.


 


6) Hz. Peygamber, Medine’de iken ziraatçilerin yabani hurmaları, iyi cins hurmalarla aşıladığını görmüş ve ne yaptıklarını sormuştu. “Öteden beri bunu yapıyorduk.” dediler. Hz. Peygamber de: “Umarım ki siz bunu yapmasanız daha iyi olur.” buyurdu. Onlar da aşılama yapmayı terk ettiler. Bu yüzden hurmalar o yıl olgunlaşmadan döküldü ve eksik oldu. Durum Allah Rasûlüne intikal ettirilince O şöyle buyurdu: “Ben ancak bir beşerim, size, dininize âit bir şey emredersem bunu uygulayın, size şahsî görüşüme dayanarak bir şey söylersem ben ancak bir beşerim.” Bir başka rivâyette“...Siz, dünya işini daha iyi bilirsiniz.” buyurdular.[24] Bu hususta Kâdî İyâd (ö.544/1149) şöyle der: Hz. Peygamber’den dünya işlerinden bazılarında sehiv ve hata vaki olması câizdir. Nâdiren vâki olan bu tür sehiv ve hatalar, peygamberliğe halel getirmez.[25]


 


Peygamberler, vahiy dışında sırf dünya işlerine ait meselelerde sadece kendi beşerî akıllarıyla bir zan, tahmin ve görüşte bulundukları vakit, diğer insanlar gibi isâbet ettirmeleri de yanılmaları da mümkündür. Bunlar peygamberler için bir noksanlık ve kusur değildir. Peygamberlerin vazifeleri, insanlığı dünya ve ahrette mes’ûd edecek hidâyeti, dini bilgileri tebliğ edip öğretmektir. Çeşitli dünya işlerini, teknik ve maddî ilimleri öğretmek değildir. Dünya işleriyle ilgili ilimler dinamiktir; gelişir, ilerler. Hz. Peygamber“Sizler dünya işinizi daha iyi bilirsiniz.” sözü ile görevinin din ve tebliğ işlerini öğretmek olduğunu, bu gibi maddî işlere âit bilgilerin tecrübe ve çalışmakla elde edileceğini söylemiş oluyor. Savaş ve siyâset işleri de tecrübeyle daha iyi bir şekilde bilinir.[26]Kısaca hadiste geçen dünya işinden kasıt din-dünya ayırımı olmayıp, ihtisas ve uzmanlık isteyen işlerdir. Bu tür işler dünya işleri olarak ifade edilmektedir.


 


7) Hz. Peygamber’in hayatının her safhasında vahiyle hareket etmediğini gösteren en önemli delillerden birisi de kuşkusuz “şûra” konusudur. Kur’ân’da geçen “İş hususunda onlarla müşâvere et.”[27] buyruğuna göre hareket ederek zaman zaman ashâbıyla istişârede bulunmuştu. Kurtubî (ö.671/1273), aynı zamanda âyetin Hz.Peygamber’in içtihâdına da işâret ettiğini söyler.[28] Uhud savaşında da savaşın nerede yapılması konusunda yapılan istişâre sonucunda Hz. Peygamber, kendi görüşüne aykırı olan görüşü benimseyerek savaşın Medine dışında yapılmasına karar vermişti.[29]Aynı şekilde Hendek savaşında da Hz. Peygamber ashâbıyla istişâre etmiş ve istişâre neticesinde hendekler kazılarak şehrin içten savunulmasına karar verilmişti.


 


8) Yaptığı bazı işlerinden, içtihâd ve görüşlerinden dolayı Kur’ân-ı Kerim’de uyarı mâhiyetinde gelen ve tefsirlerde olaylarla ilgili geniş bilgi verilen şu âyet-i kerimeler nâzil olmuştur: Enfâl, 8/66; En’âm, 6/52; Abese, 80/1-4; Tevbe, 9/42-43, 113; Kasas, 28/56. Eğer Hz. Peygamber, sürekli vahiy ile hareket etmiş olsaydı bu tür uyarılara muhatap olmazdı. Hz. Peygamber’in bu âyetlerde uyarılmış olması onun mertebesini düşürmez. Çünkü onun, bazı içtihâdlarında veya dünyaya ait tecrübî ve teknik konularda hata etmesi, yanılmış olması câizdir. Dinî konularda hata yaptığı zaman hata üzere bırakılmaz, Allah tarafından düzeltilir. Aynı zamanda bu tür uyarılar, O’nun beşerî yönünü yansıtmakta ve O’nun bir ilâh olarak algılanmaması gerektiği vurgulanmaktadır.


 


Kanaatimizce bu iki kategoride verdiğimiz deliller çerçevesinde konuyu düşündüğümüzde Sünnet’in tamamının vahiy olduğunu iddia etmek mevcut nasslara ve ilgili rivâyetlere aykırı olduğu gibi, hiç vahiyle alakalı olmadığını savunmak da bir takım nasslara ve rivâyetlere aykırı düşmektedir. Cüveynî (ö.478/1085) ve Suyûtî (ö.911/1505) vahyi, vahy-i metluv ve gayr-i metluv şeklinde iki kategoride ele almakta ve değerlendirmektedir.[30] İbn Kuteybe (ö.276/889),Sünnet’iüç grupta değerlendirmektedir: Cebrâil’in Allah’tan getirdiği Sünnet, Allah’ın, Rasûlüne bıraktığı, hakkında kendi re’yini açıklamasını emrettiği Sünnet, Hz. Peygamber’in edep olarak bizzat Sünnet kıldığı hususlar.[31]Böylece İbn Kuteybe, Sünnet’in vahiyle ilişkili olduğunu savunurken tamamının vahye dahil edilemeyeceğini belirtmektedir.


 


Sünnet’in kısmen vahiy kaynaklı olduğunu benimseyen alimler olduğu gibi, Sünnet’in tamamının vahiy kaynaklı olduğunu savunan âlimler de vardır. Bunların başında İbn Hıbbân (ö.354/965)[32] ve İbn Hazm’ı (ö.456/1063) sayabiliriz. Özellikle Sünnet’in vahiy kaynaklı oluşunu çok hararetli bir şekilde savunan İbn Hazm, Sünnet’in tamamının vahiy mahsulü olduğu görüşünü savunarak, Sünnet’i vahiy olması açısından Kur’ân ile aynı sayar.[33] Ona göre vahiy, Kur’an ve Sünnet’teni bâret olup, Kur’an ve sahîh hadisler, Allah’tan olma bakımından ve itaat edilmesi açısından her ikisinin hükmü aynıdır.


 


Kısaca şu sonuca varabiliriz; Hz. Peygamber’in beşerî yönünü yansıtan deliller ile Sünnet’in vahiy kaynaklı olduğunu gösteren delilleri bir arada değerlendirdiğimizde Sünnet’in vahiyle olan ilişkisi konusunda orta bir yolun takip edilmesi bizce daha isâbetli ve gerçekçi görülmektedir. Buna göre vahyin Kur'ân-ı Kerim ile sınırlandırılamayacağı, Hz. Peygamber’in, Kur’ân dışında da Allah’la irtibâtının olduğu, Kur’ân dışında vahiy aldığı ve sürekli vahyin projektörü altında bulunduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Şunu da unutmamak gerekir ki, O’nun vahiy kaynaklı olmayan söz,  fiil ve takrirleri diğer insanlardan farklı olarak ilâhî kontrolden geçmiştir. Başka bir ifâde ile Sünnet’in vahiy kaynaklı olduğunu rahatlıkla söylemekle beraber bunun isimlendirilmesinde farklı düşünenler ve yaklaşımlar olabilir. Örneğin, buna vahy-i gayr-i metlüv, hikmet veya ilhâm diyenler çıkabilir. Bu tür değişik isimlendirmelerde herhangi bir sakınca olmadığı kanaatindeyiz. Yeter ki buna tatmin edici ve tutarlı cevaplar verilmiş olsun. Hz. Peygamber’in Allah ile Kur’ân dışında iletişim içerisinde olmadığını düşünmek ve bunu iddiâ etmek mümkün değildir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Sünnet’in kısmen vahiyle ilişkisi olduğunu söylemekle beraber Hz. Peygamber’in, kendi görüş ve kanaatlerinin vahiyle ne derece ilgili olduğunun tesbitini yapmak ve kesin çizgileriyle böyle bir ayırımı yapmak da oldukça zordur. Çünkü Hz. Peygamber yaptıklarını, söylediklerini vahiy olup olmama açısından bir tasnife tâbi tutmamıştır. Ancak Sünnet’in kısmen vahiy mahsûlü olduğunu söyleyen İslâm âlimleri, Sünnet’in vahiy kaynaklı olan kısmının dinle, tebliğle ve tebyinle ilgili konularla alakalı olabileceği görüşündedirler.


 


 


Dipnot


 


* İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


 


[1]- Buhârî, İmân,  37; Müslim, İmân, 1; EbûDâvûd, Sünnet, 18; Tirmizî, İmân, 4.


 


[2]- Dârimî, Mukaddime, 11. Ayrıca bk.,Buhârî, Hibe, 28; EbûDâvûd, Diyât, 6.


 


[3]- Örnekler için bk. Müslim, Cenne,  63, 64, Cenâiz, 1; Tirmizî, İmân, 18; Cihâd, 32.


 


[4]- Bk. Buhârî, Edeb,  28; Müslim, Birr, 140; İbnMâce, Edeb,  4.


 


[5]- Müslim, Cennet,  64; EbûDâvûd, Edeb, 40.


 


[6]- Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 161.


 


[7]- Buhârî, Bedü’l-Halk 2, Meğâzî, 12; Müslim, Mesâcid,  166-167; EbûDâvud, Salât, 2.


 


[8]- EbûDâvûd, Menâsik,  27; Tirmizî, Hacc, 14; İbnMâce, Menâsik, 16.


 


[9]- Bk.Şâfiî, er-Risale, sh., 82-84, 86-90,thk.,M.SeyyidKeylânî, Kültür Yay., İst., 1985.


 


[10]- Buhârî, Meğâzî,  38, Zebâih, 27-28; Müslim, Sayd, 12-16; EbûDâvûd, Etime, 32-34.


 


[11]- EbûDâvûd, Libâs,  14; Nesâî, Zîneh, 40, 43, 45; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 96, IV, 392..


 


[12]- Buhârî, Şehâdet,  7; Müslim, Radâ,  1.


 


[13]- EbûDâvûd, Ferâiz. 5; İbnMâce, Ferâiz, 4.


 


[14]- Buhârî, Nikâh,  27; Müslim, Nikâh, 33-34, 36, 40; EbûDâvûd, Nikâh,  13.


 


[15]- Buhârî, Zekât, 70-71; Müslim, Zekât,  12-13, 16; EbûDâvûd, Zekât,  18-20.


 


[16]-  Bk. Nisâ, 4/80.


 


[17]- Bk. Âl-i İmrân, 3/132; Nisâ, 4/59; Mâide, 5/92; Enfâl, 8/20, 46; Nûr, 24/54; Muhammed, 47/33.


 


[18]- Bk. Haşr, 59/7.


 


[19]- Müslim, Birr, 95.


 


[20]- EbûDâvûd, Akdiye, 7.


 


[21]- İbnMâce, Ruhun,  15.


 


[22]- Buhârî, Salât, 31.  Ayrıca bk. Müslim, Mesâcid, 89; Nesâî, Sehv, 25; İbnMâce, İkâmetu's-Salât, 133.


 


[23]- Bk. İbnHişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, II,197-198,Dâruİhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 199; Hakim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, III, 427, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, trs.


 


[24]- Müslim, Fedâil, 140-141.


 


[25]- Kâdîİyâd,Şifâ-i Şerîf,  sh., 573, terc., Nâim Erdoğan, H.S.Erdoğan, Çile Yay., İst., 1980.


 


[26]- Bahçeci Muhittin, Pegamberlik ve Peygamberler,sh., 121-122, Türdav Basım Yayım, İst., 1977.


 


[27]- Âl-i İmrân, 3/159.


 


[28]- Kurtubî, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, IV, 161.


 


[29]- Bk.İbnİshâk,Siyeruİbnİshâk, sh.303, thk.,Muhammed Hamidullah, Hayra Hizmet Vakfı, Konya,1981.


 


[30]- Suyûtî,el-İtkân, I, 104-105,terc.,S.Yıldız-H.Avni Çelik, Hikmet Neşriyat, İst., 1987.


 


[31]- İbnKuteybe,Te'vîluMuhtelifil-Hadîs,sh., 196 vd., Dâru’l-Ceyl, Lübnan, 1972.


 


[32]- İbnHıbbân,el-İhsân fi Takrîbi Sahîh-i İbnHıbbân, I, 189, Beyrut,1988.


 


[33]- İbnHazm,el-ihkâm fî Usûli’l Ahkâm, I, 108-109,thk.,M.AhmetAbdülazîz, Mektebetü’l-Âtıf, Kahire, 1978.


 


 


Prof. Dr. Saffet Sancaklı