KURÂNIN BUGÜNE SESLENİŞİ

“Câhiliyye: özel olarak Arabların İslâm’dan önceki dinî ve sosyal hayat telakkilerini, genel olarak da kişilerin ve topluların günah ve isyanlarını ifâde eden bir terim.
14/03/2013


 



Câhiliyye kelimesi, şekil bakımından ism-i mensub veya yapma (mec’ul) mastardır. İsm-i mensub olarak cahile aid, cahile özgü, cahilce gibi mânâlara gelen cahilî ve bunun müennesi olan câhiliye, sıfat tamlamaları içinde kullanılır. Ancak İslâm’dan önceki dönemi ifâde etmek üzere Kur’ân ve hadislerde, diğer İslâm literatüründe yaygın olarak kullanıldığı şekliyle câhiliye, cahil kelimesine- iyyet ekinin ilavesiyle elde edilen yapma bir mastardır. Bu durumda tek başına veya isim tamlaması içinde kullanılabilir.



İslâmî dönemde ortaya çıkmış bir terim olan câhiliyye, gerek Kur’ân-ı Kerim’de, gerekse hadislerde Arabların, İslâm’dan önceki inanç, tutum ve davranışlarını İslâmî devirdekinden ayırt etmek için kullanılmıştır. Bu sebeble genellikle Arabların İslâm’dan önceki dönemine câhiliyye veya câhiliyye çağı (asru’l-câhiliyye) denilir.”1



Ansiklopedilerde bu bilgiler verilmekte cahiliyye kavramı için, fakat şu ayet-i kerimenin anlamına baktığımızda bütün zamanı ve mekânı kuşatıcı bir anlam gündeme gelmektedir…



Şöyle buyurur yegâne Rabbimiz ve kendisinden başka hak ilâh olmayan Allah Teâlâ:



“Onlar, hâlâ câhiliyyenin hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’dan daha güzel olan kimdir?”2



Onlar, yani Âlemlerin Rabbi Allah’ın hükümlerini istemeyenler, onları reddedenler, sosyal hayatın dışına çıkaranlar ve egemen oldukları ülkelerinde Allah’ın hükümleriyle hükmedilmeyi, hükmetmeyi yasaklayanlar, buna tevessül edenleri, terörist, anarşist, bölücü, mürteci, radikal, fanatik kabul edip cezalandırılanlar… Evet onlar, İslâm hükümlerinin yerine câhiliyye hükümleriyle hükmedenler, en güzelini bırakıp, en çirkinine sarılanlar, en hayırlısını terk edip, en şerlisiyle amel edenler!..



Allah’ın hükümlerini kabul etmeyip, onların yerine hevâlarını ilâhlaştıran insanların koyduğu hükümlerle hükmetmenin adı câhiliyyedir!.. İslâm’dan önceki, İslâm’ın olmadığı devire isim olduğu gibi, İslâm’ın devre dışı bırakıldığı, hükümlerinin yasaklandı, onun yerine şirk ve küfür hükümlerinin geçerli kabul edildiği devirler de câhiliyye devirleridir… Hangi çağda ve hangi ülkede olursa olsun İslâm’ın yerine tağutî düzen egemense, oradaki hayat, bir câhiliyye hayatıdır.. Böyle bir ülke ve böyle bir toplum, ister modern, ister posmodern olsun, isterse çağın teknolojisinin zirvesinde bulunsun, değil mi ki, hayat nizamı İslâm’ı egemen düzen kabul etmiyor, Onun yerine herhangi bir tağutî ideolojiyi düzen olarak benimsiyor, o düzen câhiliyye düzeni, yaşadıkları çağ câhiliyye çağıdır…



Bugün yeryüzündeki tağutî egemenlikler apaçık şunu beyan etmektedirler:



Yirminci asır, bir câhiliyye asrı olarak yaşandı ve bitti. Yirmibirinci asır, bir câhiliyye asrı olarak başladı ve böylece devam etmektedir… Çünkü, câhiliyye= İslâmsızlık!



İslâmsız bir ülke ve bir toplum, câhiliyye ülkesi ve câhiliyye toplumudur… Bunun İslâm’dan öncesi olması ile İslâm’ın varlığına rağmen İslâm’ın kabul edilmeyişi ve Onun yerine tağutî bir düzenin hakim olması arasında hiçbir fark yoktur… İslâm öncesi, İslâm olmadığı için küfür ve şirk egemen oluşuyla, İslâm’ın varlığının kabul edilmeyip, İslâm’ın mahkum edilerek, onun yerine şirk ve küfrünün egemen kılınışı arasında bir fark var mıdır? Her iki durumda da İslâm, toplumsal hayattan dışlanmış ve tağut egemen olmuştur…



Çağdaş Câhiliyye anlayışı ile eski câhiliyye anlayışı aynıdır… Reddleri ve kabulleri örtüşen iki anlayış, birbirinin tıpkısının aynısıdır… Zaman ve mekân değişimi, nahiyeti değiştirmez… İçindekilerin aynı oluşu, ambalajın değişmesiyle değişmez!..



Yirminci asır, “asru’l-câhiliyye” olarak gelip geçti… Yirmibirinci asrın ilk yılları da aynı câhiliyyenin bir devamı olarak yol almaktadır… İnsanlık âlemi içinde, sayılarının Rabbimiz Allah tarafından bilinen muvahhid mü’min müslümanları tenzih ederek diyoruz ki, yeryüzündeki insanlar, İslâmsızlık, olan câhiliyyetlerine yeni şekiller vererek, yeni çürük umutlarla, bilinmez hedefe doğru yol almaktadırlar… Yalnız ve yalnız zann üzere hareket etmekte, serap olan bir hayalî hedefin peşine takılmış, toz- pembe anlayışlarla sürüklendikleri kargaşaya, yeni bunalımlar ekleyerek devam etmektedirler… Gerek ferd, gerekse toplum olarak bu kargaşadan, bu bunalımdan çıkış yolları bulma peşinde koştururken, her buldukları yol onları yeni çıkmazlara sokmakta, yeni bunalımlar oluşturmaktadır… Çünkü hevâlarını ilâhlaştırdıkları ve vahye sırt çevirdikleri için nefsî arzularına göre çıkış yolu diye gördükleri yollar, onları aldatmakta ve çetin sıkıntılar gündeme getirmektedir… Vahiyden uzaklaşanlar, özbenliklerinden uzaklaştılar, vahiyden kaçanlar, fıtratlarından kaçarlar…



Rabbimiz Allah Teâlâ, dünün cahiliyye toplumuna buyurduğu, bugünün cahiliyye toplumu için de geçerli,  yarınki cahiliyye toplumu için de!



“Şu hâlde siz, nereye kaçıp gidiyorsunuz?”3



Vahiyden mi kaçıyorsunuz? Kur’ân’dan mı kaçıyorsunuz? Dosdoğru yoldan mı uzaklaşmak istiyorsunuz? Siz, kurtuluş yolunu aramıyor musunuz? Peki, nasıl oluyor da kurtuluş yolundan uzaklaşıyorsunuz?



“O (Kur’ân), âlemler için yalnızca, bir zikirdir.



Sizden dosdoğru bir gün (istikamet) tutturmak dileyenler için.”4



Cahiliyye toplumunun insanları, Allah’ı inkâr etmiyor ve yegâne yaratıcı olarak kabul ediyorlar… Onlar, yalnızca kendisine ibadet etmeleri için yaratan Allah Teâlâ, onlara nasihat olsun diye Kur’ân-ı Kerim’i inzâl buyurmuştur… Onlara, kurtuluş yolunu göstermek en büyük düşmanları olan dünyada izzet üzere yaşamak konusunda onları irşâd etmek üzere vahyi kendilerine Rasulü Muhammed (s.a.s.) vasıtasıyla ulaştırmıştır…



“Şu hâlde siz, nereye kaçıp gidiyorsunuz?



Vahiyden kaçtıkça en sıkıntılı hâllere düşer, en çıkmaz sokaklara dalarlar…



 “İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır, fakat bu alış-verişleri bir yarar sağlamamış, hidayeti de bulamamışlardır.



Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer, (ki onun ateşi) çevresini aydınlattığı zaman, Allah, onların aydınlığını giderir ve görmez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.



Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler.



Ya da (bunlar) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek(ler)le yüklü, gökten şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle, ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır.



Çakan şimşek neredeyse gözlerini kapıverecek, önlerine her aydınlattığında (biraz) yürürler, üzerine karanlık basıverince de kalakalırlar. Allah dileseydi, işitmelerini de, görmelerini de gideriverirdi. Şübhesiz Allah, her şeye güç yetirendir.”5



 



Vahye sırt çeviren cahiliyye insanların içine düştükleri çıkmazların hâlini böyle beyan buyuran Rabbimiz Allah, kendilerini dosdoğru çıkar bir yola, hak yoluna, kurtuluş yoluna davet ediyor ki, insanlar bunun için yaratılmışlardır:



“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki sakınasınız.



O, sizin için yeryüzünü bir döşek gökyüzünü bir binâ kıldı. Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile eşler (Allah’a şirk) koşmayın.”6



Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, insan kullarını düşünmeye davet ediyor!.. Kendi yaratılışlarını, yerin ve göğün yaratılışını düşünsünler!..  Eşyanın yaratılışı üzerinde tefekkür edip, onu yaratan kudreti idrak ederek, yaratana iman etsinler!.. Katıksız iman edenler, onun gereği olan emredilen ibadetleri de yerine getirirler…



1-İNSANIN YARATILIŞI



“Ey insanlar, sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinizden korkup sakının.”7



“İnsan bir baksın, hangi şeyden yaratıldı?



Dökülüp atılan bir sudan yaratıldı.



(Bu su,) bel kemiği ile kaburgalar arasında (ki organlar)dan çıkar.”8



“Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.



Sonra onu, bir su damlası olarak savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.



Sonra o su damlasını bir alak (embriyon) olarak yarattık. Ardından o alak’ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık. Daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık. Böylece kemiklere de et giydirdik. Sonra bir başka yaratılışla onu inşâ ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.”9



“O’dur ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alak’tan (embriyo) yarattı. Sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü (erginlik) çağınıza erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür vermektedir). Sizden kiminin daha önce hayatına son verilmektedir. Adı konulmuş bir ecele erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız için (Allah, sizi böyle yaşatır).



Dirilten ve öldüren O’dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: ‘Ol, der o da hemen oluverir.”10



“Ki, O, yarattığı her şeyi güzel yapan ve insanları yaratmaya bir çamurdan başlayandır.



Sonra onun soyunu bir özden (sülâle’den) basbayağı bir sudan yapmıştır.



Sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?”11



“Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan sonra bir alak’tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından, size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için  (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, Kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir.”12



2-KÂİNATIN YARATILIŞI



“O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?



Yeryüzünde onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık ve doru gidebilsinler diye geniş yollar açtık.



Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık. Onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar.



Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor.”13



 “Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra Arş’a istiva etti. Sizin, O’nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?



Gökten yere her işi O, evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O’na yükselir.



İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan olanı esirgeyen O’dur.



Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır.”14



“De ki: ‘Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratanı inkâr ediyor ve O’na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.



Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip arayanlar için eşit olmak, üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti.



Sonra, duman hâlinde olan göğe yöneldi. Böylece ona ve yere dedi ki: ‘İsteyerek ve istemeyerek gelin.’ İkisi de: ‘İsteyerek (itaat ederek) geldik’ dediler.



Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz, dünya göğünü de kandillerle süsleyip donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)’ın takdiridir.”15



“Andolsun, Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.”16



“Göklerde ve yerde olanların tümü Allah’ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (Azîz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.



Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye güç yetirendir.



O, Evvel’dir, Ahir’dir, Zâhir’dir, Bâtın’dır. O, her şeyi bilendir.



Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden O’dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O, sizinle beraberdir. Allah, yaptıklarınızı görendir.



Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. (Sonunda bütün) işler Allah’a döndürülür.



Geceyi gündüze bağlayıp katar, gündüzü de geceye bağlayıp katar. O, göğüslerin özünde (saklı) olanı bilendir.”17



“Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner. Sizin, gerçekten Allah’ın her şeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle her şeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için.”18



“Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra Arş’a istivâ eden Allah’dır. Gündüzü durmaksınız kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.”19



Dünün câhiliyye halkı ile bugünün câhiliyye halkı, gerek insanın yaratılması ve gerekse kâinatın yaratılması konusunda Allah’ın varlığını, gücünü, kudretini, yaratmasını asla inkâr etmiyor, aksine tasdik ederek isbat etmeye çalışıyorlar… Yaratma konusunda, Allah’ı kabul edenler, “EMİR” konusu gelince hem inkâr eder, hemde düşman olurlar… Yaratmayı, Allah’a hâs kılanlar, “EMİR” konusunda ya şirk koşar ya da kâfir oluyorlar… Yaratma ile emir konularını birbirinden ayırıp, yaratmayı Allah’a hâs kılarken, emiri, yani yeryüzündeki insanlara egemen olup onları idare etmeyi insanlara hâs kılmakta ve böylece ya şirk ya da küfür gündeme gelmektedir… Hâlbuki Âlemlerin Rabbi Allah, apaçık beyan buyurmuştur:



“Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur!”



Câhiliyye yurdunun sâkinleri, göklerin ve yerin yaratıcısı, yalnız ve yalnız Allah olduğunu hiç şübhe etmeden inanıp tasdik etmektedirler… Şu ayet-i kerimeler, bu gerçeğin beyanıdır:



“Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye soracak olsan, tartışmasız: ‘Allah’ diyecekler. De ki: ‘Hamd Allah’ındır.’ Hayır, onların çoğu bilmezler.”20



“Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye soracak olsan, elbette: ‘Allah’ diyecekler. De ki: ‘Gördünüz mü haber verin, Allah’dan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O’nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O’nun rahmetini tutup önleyebilecekler mi?’ De ki: ‘Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O’na tevekkül etsinler.”21



“Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı? diye soracak olsan, tartışmasız: ‘Onları, üstün ve güçlü (Aziz) olan, bilen (Allah) yarattı’ diyecekler.”22



Allah’ı, yegane yaratıcı kabul edenler, emir konusunda Allah’a şirk koşmadan inanmazlar:



“Onların pek çoğu, Allah’a ortak (şirk) koşmadan inanmazlar.”23



Âlemlerin yaratıcısı Allah Azze ve Celle, âlemlerdeki her varlığın ferdine ve türlerine hayatlarını ona göre düzenlemelerini emrettiği hükümler beyan buyurmuştur… Bu varlıkların bazıları tamamen “İlâhî İrâde’” ye bağlı olarak hareket ederken ve tam teslim olurken, bazıları “İlâhî Hikmet” gereği imtihan hâlinde oldukları için kendi irâdelerini de kullanıma hakkına sahibdirler…



“Görmüyor musun ki, gerçekten Allah, geceyi gündüze bağlayıp katar, gündüzü de geceye bağlayıp katar. Güneş ile ay’ı emre âmâde kılmıştır. her biri, adı konulmuş bir süreye kadar akıp gider. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”24



“Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor. Güneşe ve aya boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun, üstün ve güçlü olan, bağışlayan O’dur.



Sizi tek bir nefisten yarattı, sonra ondan kendi eşini var etti ve sizin için davarlardan sekiz çift indirdi. Sizi, annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan Allah budur, Mülk O’nundur. O’ndan başka ilâh yoktur. Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz?”25



İnsan, yalnızca Allah’a ibadet etmek için yaratılan sorumlu ve irâdeli bir varlıktır… İrâdesinde serbest bırakılan insan, kendisini yaratan Rabbi Allah’ın fıtrî hükümlerine gayr-i irâdî tabi olmakta ve bu konuda mecburî bir itaat gündeme gelmektedir… Sorumlu olduğu itaat ise irâdesine bağlıdır… İşte, insanın itaat etmekte veya isyanda bulunmakta serbest bırakıldığı konu budur… Bu konuda imtihan olunmakta ve irâdesinin işlemesi yönünde ya azab görmekte ya da mükâfaat!.. Dünkü cahiliyyenin de, bu günkü cahiliyyeninde reddedip inkâra kalkıştığı nokta işte burasıdır… Allah’ın, kendilerine itaat etmelerini emrettiği şeriatından emirlere itaat veya isyan noktası!..



Şöyle buyurdu Allah Teâlâ:



“Sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerine kıldık. Öyleyse sen, ona uy ve bilmeyenlerin hevâ (istek ve tutku)larına uyma.



Çünkü onlar, Allah’dan (gelecek) hiçbir şeyi senden savamazlar. Şübhesiz zalimler, birbirlerinin velîsidirler. Allah ise, muttakîlerin velîsidir.



Bu (Kur’ân), insanlar için basiret (nûruyla Allah’a yönelten ayet)lerdir. Kesin bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.



Yoksa kötülüklere batıp yara alanlar, kendilerini, imam edip Salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar.



Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Öyle ki, her nefis kazandıklarıyla karşılık görsün. Onlara zulmedilmez.”26



Allah Teâlâ, insan kullarına, kendilerine tarafından vahyedilenlere itaat etmelerini emretmektedir… Bu emir, bütün zamanları ve bütün mekânları kuşatıcıdır… Bu emre tabi olanlar, iman edip itaat edenler, yaratılış gayelerine uygun davranmış ve dünyada izzet üzere yaşayarak, ahirette ebedî cennetlik olmuşlardır…



Dünkü cahiliyyeden kurtulan muvahhid mü’minler, o gün kendilerine Rableri Allah’ın emrettiklerine uymuş, vahye tabi olmuş ve böylece kurtuluşa ermişlerdi… Bugünkü mü’min Müslümanlar da, selefleri gibi salih davranır, kendilerine vahyedilen hükümlere imanlarında hiçbir şübheye düşmeden itaat edecek olurlarsa, elbette değişmeyen “Sünnetullah” onlar içinde tecelli edecek ve onlar da dünya ve ahiret saadetine ulaşıp kurtulanlardan olacaklar!



Cahiliyyeye aid bütün işleri ve hükümleri ayak altına alıp, Allah’dan gelen vahye uyup Rabbi Allah’ın hükümlerini yücelten, hayatı ona göre tanzim eden mü’min Müslümanlar, Rableri Allah’a razı olmuş, Rableri Allah da onlardan razı olmuştur… İşte gerçek kurtuluş ve işte gerçek mutluluk…



Yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ buyurur ki:



“Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka ilâh yoktur. Ve müşriklerden yüz çevir.”27



“Sana Rabbinden vahyedilene uy. Şübhesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.



Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter.”28



“Rabbinizden size indirilene uyun, O’ndan başka velîlere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz.”29



“Bu (Kur’ân), indirdiğimiz mübarek bir kitabdır. Şu hâlde ona uyun ve korkup sakının. Umulur ki esirgenirsiniz.”30



Dini ve hayatı, yani hayat programını ve hayatın bütününü Allah’a has kılmak, Allah için olmak ve ömrün sonuna kadar böyle yaşayıp böyle ölmek, cahiliyyeden tamamen kurtulmuş, arınmış, tertemiz olmuş, kadın olsun, erkek olsun muvahhid mü’minlerin olmazsa olmazı, vazgeçilmezidir… Çünkü yegâne Rableri ve İlâhları Allah Azze ve Celle böyle buyurmuştur:



“De ki: ‘ Ben, dini yalnızca O’na hâlis kılarak Allah’a ibadet etmekle emrolundum.



Ve ben, Müslümanların ilki olmakla da emrolundum.”31



“De ki: ‘Şübhesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.



O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben, böyle emrolundum ve ben, müslüman olanların ilkiyim.



De ki: ‘O, her şeyin Rabbi iken, ben Allah’dan başka Rabb mı arayayım?”32



“Ey iman edenler, Allah’dan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa, öylece korkup sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.”33



Bunun gerçekleşmesi için de ancak hükmün tamamını Allah’a has kılmak ve Allah’ın hükümleriyle hükmederek hayatın bütününü kuşatarak yaşamak gerekir… Çünkü:



“Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”34



“Hüküm, yalnızca Allah’ındır. Ben, O’nca tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O’na tevekkül etsinler.”35



Hayat düstûrumuz ve hayat kitabımız böyle sesleniyor kendisine iman eden muvahhid mü’minlere!..



 



Dipnot



1- Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İst. 1993, C. 7, Sh. 17. Mustafa Feyda’nın kaleminden.



Ayrıca bkz. İslâm Ansiklopedisi, Eskişehir, 1997, C. 3. Sh. 11. (M.E.B. Yayınları)



Şâmil İslâm Ansiklopedisi, İst. 1990, C. 1, Sh. 269.



Rağıb el-Isfahânî, Müfredât, çev. Prof. Dr. Abdulbaki Güneş. Dr. Mehmet Yolcu. İst. 2010, Sh. 249-250 (C-H-L)



Seyyid Şerif Cürcânî, Arabça-Türkçe Terimler Sözlüğü-Kitabu’t-Ta’rifât, çev. Arif Erkan, İst. 1947, Sh. 82.



2- Mâide, 5/50.



3- Tekvir, 81/26.



4- Tekvir, 81/ 27-28.



5- Bakara, 2/ 16-20.



6- Bakara, 2/ 21-22.



7- Nisa, 4/1.



8- Tarık, 86/5-7.



9- Mü’minun, 23/12-14.



10- Mü’min, 40/67-68.



11- Secde, 32/ 7-9.



12- Hacc, 22/5.



13- Enbiye, 21/ 30-33.



14- Secde, 32/ 4-7.



15- Fussilet, 41/ 9-12.



16- Kaf, 50/ 38.



17- Hadid, 57/ 1-6.



18- Talak, 65/ 12.



19- A’râf, 7/54.



20- Lokman, 31/25.



21- Zümer, 39/ 38.



22- Zuhruf, 43/9.



23- Yusuf, 12/106.



24- Lokman, 31/29. Fatır, 35/13.



25- Zümer, 39/ 5-6.



26- Casiye, 45/ 18- 22.



27- En’âm, 6/106.



28- Ahzab, 33/ 2-3.



29- A’râf, 7/ 3.



30- En’âm, 6/ 155.



31- Zümer, 39/ 11-12.



32- En’âm, 6/ 162- 164.



33- Âl-i İmrân, 3/ 102.