Safa Tepesinden yükselen ses: Peygamber Efendimizin sesi

Safa’dan yankılanan bu ‘açık dâvet’e bugünkü insanlık da muhtaçtır.
22/01/2013


Her geçen günde, her yaşanan olayda, her açmazımızda, her çıkmazımızda Peygamberimizin mesajına, tebliğine, telkinine, irşadına ihtiyacımız olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. Veladet kandili, karanlık zamanlardan ışığın kaynağına yolculuk yaptığımız günlerin vesilesi olsun. Gitgide ilkesizleşen, gücün ve güçlünün zorbalıkla sözünü dinlettiği bir dünyada zulmün, ahlaksızlığın, güvensizliğin yayıldığı bir “cinnet toplumu”nu karanlıklardan ancak peygamberî solukla, vahyin inşa ettiği insanlar aydınlığa çıkarabilir. Kur’an ve onun pratiği, konuşanı, yürüyeni, hareket edeni Rasulüllah Efendimiz; güce, egosuna ve eşyaya kul olmak istemeyen her onur sahibinin aradığı tek sahici kapıdır. Onu önce anlamak ve yaşamak, sonra da “asrın idrakine söyletmek” biz Müslümanlar’a düşen bir vazife. Ahlaksız ve manasız “cinnet uygarlığı”nın krizden krize sürüklediği insanlığı bu krizden kim kurtaracak? Teknolojinin, paranın, şanın, şöhretin, makamın, mevkiinin, şehvetin insanlığın dengesini bozduğu asrımızda yerinden koparılan değerleri yerine kim koyacak? Toprağın yerini ziftin ve betonun aldığı bir çevreye rengini kim verecek? Ailelerin dağılmaya yüz tuttuğu, içkinin, kumarın, fuhşun alabildiğine yayıldığı bir dönemde “durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” diye kim haykıracak? “Tuz koktu” dedirten bir dünya. Zeminin kaydığı bir dünya. Her şeyin hercümerç içinde olduğu bir dünya. Kadının teşhir metaı olarak görüldüğü bir dünya. Mekke dönemi de böyleydi. İnsanlığın kurtarıcı beklediği, bilgelerin, ariflerin yol gözlediği, gözlerin gönüllerin, için dışın duaya durduğu, “Ne zaman gelecek” diye sorduğu bir devir. Adına “cehalet devri” denerek Yaradanını bilmeme manasında kullanıldığı bir devir. Hakkın hukukun olmadığı, insanlığın rabbine değil kula kul olduğu, yapay Tanrılar edindikleri yüzlerce putun her tarafı istila ettiği bir devir. Kan davaları, ölümler, öldürmeler, ölenin ne için öldüğü, öldürenin ne için öldürüldüğünün bilinmediği o cehalet devri. O gün insanlık nasıl bir model şahsiyet bekliyorsa bugün de o model şahsiyet olan Allah Rasulünün sünnetinin bugüne taşınmasını bekliyor. Bugünün olaylarına baktığımızda sanki o cehalet devri Mekke’si zaman ve mekan değiştirerek bugüne taşınmış. Biz de bugün ki Velâdeti o gün doğan Muhammedî güneşi anmaya değil anlamaya çalıştığımız ‘veladet günleri’ olarak idrak edeceğiz İnşallah…



Rasûlüllah, ashabına emrettiği zaman daima amellerin rahatlıkla üstesinden gelebilecekleri miktar ve şeklini emrederdi. Kolaylık, evrenselliğin belki ilk şartıydı. Çünkü kıyamete kadar geçerli olan dinin, her iklim ve her seviyesindeki toplum nezdinde, yaşanabilir esneklik ve kolaylıkta olması beklenirdi. İslâm da bu özellikteydi. Onu donuklaştırma teşebbüsleri, her şeyden önce, O'nun ruhuna ters düşerdi. Hem zaten kimin haddineydi? Bu dine hizmet edecek olanlar da, kolaylık ve esneklikle, ‘üsve-i hasene’ (güzel örneklik) ile  İslam’a ayna tutacaklar o aynada İslâm’ın güzelliklerini gösterip dalalete düşenlere hidayet yolunu göstermeliydi. İslam'dan fazla Müslüman olmaya yeltenmeyecekti. Sevecekti, sevdirecekti, kolaylaştıracak, zorlaştırmayacaktı. Müjdeleyecek, nefret ettirmeyecekti, ürkütmeyecekti.



Birleştirecek, bölmeyecekti. Çünkü bütün mü'minler kardeşti. Kardeşe kardeşçe davranmak gerekti. Bâtılda yeni bir kişilik kazanmış olan Mekke'nin putperestleri bunu takdir edebilecek miydi? Tağut düzenini, İslam için terk edebilecekler miydi? Görülecekti. İnsanları ebedî hayatlarını kurtarmak için uyaran bir Peygamber. İnananlara müjde Cennet'ti. İnanmayanlara inzar, Cehennemdi. Şahitse peygamberdi. Muhammed (a.s.), Kureyş kabilesinin bütün kabilelerini, ayrı ayrı Safa Tepesine davet etti. Kureyşliler davete icabet ettiler, Safa Tepesine geldiler. Muhammed (a.s.) yüksekçe bir yere çıktı ve :



-Kureyşliler! Size şu dağın eteğinde ya da şu vadide düşman atlıları var; saldıracaklar, desem, bana inanır mısınız? Beni tasdik eder misiniz? dedi.



Kureyşlilerin kendisi hakkındaki düşüncelerini öncelikle tesbit etmek istedi. Ne diyeceklerdi? O, onların ne diyeceklerini düşünmüştü. Fakat Kureyşliler hemen cevap verdiler, fazlaca düşünmeye gerek görmediler. Çünkü karşılarındaki insanı emin bilmekteydiler. ‘-Evet, inanırız. Zira şimdiye kadar senin yalan söylediğini görmedik!’ dediler. İtimatlarına O'nun temiz mazisini delil gösterdiler. Bu güveni yeterli gören Muhammed (s.a.), hemen asıl meseleye geçti:



-O halde ben şimdi size önünüzde şiddetli bir azab günü olduğunu, Allah'a inanmayanların o çetin azaba uğrayacaklarını haber veriyorum. Ben sizi o çetin azabdan sakındırmak için gönderilmiş bulunuyorum. Size karşı benim durumum; düşman gören ve ailesine zarar vereceğinden korkarak hemen haber vermeye koşan bir adamın durumu gibidir. Ey Kureyş! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi de dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah'ın huzuruna varmanız, dünyadaki her hareketinizin hesabını vermeniz muhakkaktır. Neticede hayırlarınızın, ibadetlerinizin mükâfatını ve kötü işlerinizin cezasını ve şiddetli azabını göreceksiniz. İşte o mükâfat ebedî Cennet'dir, mücâzât da daimi Cehennem'dir.



Safa’dan yankılanan bu ‘açık dâvet’e bugünkü insanlık da muhtaçtır. Kurtuluşu da bu davete icabettedir. Peygamberimizin sünnetini çağa taşımakla gerçekleşecektir.