Okunması Gerekenler (10)

Kur’an-ı Kerim’de: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler! Sizde ona salât edin ve selam edin.” buyurmuştur. (Ahzab, 33/56)
22/11/2012


HZ. PEYGAMBER’E SELAM (SALÂVAT) 



Yüce Allah (c.c.) bütün müminleri peygamberimize salat ve selam getirmelerini emretmekte ve ona saygı göstermelerini istemektedir.



Kur’an-ı Kerim’de: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler! Sizde ona salât edin ve selam edin.” buyurmuştur. (Ahzab, 33/56) Ayette gecen Allah’ın salat etmesi, Peygamberimize rahmet ihsan etmesi ve şanını yüceltmesi anlamına gelir. Meleklerin salat etmesi ise peygamberin şanını yüceltmesi ve müminlere bağış dilemesidir. Müminlerin salatı ise dua anlamına gelir. Hz. Peygamber efendimiz (s.a.s.)’ın adı geçtiğinde salavat-ı şerife okumak Müslümanlar için hem bir görev hem de onun şefaatini kazanmaya vesiledir. 



SABIR 



Sabır, nefse ağır gelen şeylere katlanmak, bir hakkı müdafaa etmek, Allah'ın emirlerini yerine getirmek, musibetlere karşı sabretmektir.



Güçlükler karşısında paniğe kapılmayıp, sabredenlerin mükafatının hesapsızca verileceği mujdelenmiş ve onlar ovulmuştur. (Zumer, 39/10; Bakara, 2/153). Peygamberimiz (s.a.s.); “Sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet hiç bir kimseye verilmemiştir” (Tirmizi, “Birr”, 76) buyurmaktadır.



Acı bir olayla karşılaşıldığında ilk anda gösterilen sabır önemlidir. (Buhari, “Cenaiz”, 32) Kur’an-ı Kerim’de; İyi işler yapıp birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin kurtuluşa erecekleri haber verilmiştir. (Asr, 103/1-3) 



TEVAZUDA ÖRNEĞİMİZ 



Peygamberimiz, kısa zamanda çok büyük imkanlara kavuştuğu halde sade ve mütevazi hayatına devam etmiş, kerpiç evinde basit yiyecek ve giyeceklerle hayat surmuş, bazen açlığını bastırmak için karnına taş bağlamıştır. Gariplere kanat germiş, fakir-zengin ayrımı yapmadan ashabıyla hemhal olmuştur.



Daima açziyetini vurgulayarak, insanlardan farkının vahiy almak olduğunu belirtmiş, ‘Allah’ın kulu’ ifadesini ısrarla vurgulayarak geçmiş milletlerin aşırılıklarından ümmetini sakındırmıştır. 



Mekke’nin fethinde, korkudan dişleri birbirine vuran hemşehrisine: “Sâkin ol kardeşim! Ben kral değilim. Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen eski komşunun yetîmiyim!” (İbn Mace, “Et’ime”, 30) diyerek tevazuda zirve bir örneklik göstermiştir. 



DÜRÜSTLÜK ERDEMDİR 



İslam dini biz müminlerden her konuda dürüst, samimi ve doğru olmamızı istemektedir. Yuce rabbimiz şöyle buyuruyor: “Rabbimiz Allah’tır deyip sonra doğrulukta devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki, korkmayın üzülmeyin, size vaat edilen cennette sevinin.” (Fussilet, 41/30)



Doğruluk ve dürüstlüğün İslamdaki yerine Hz. Peygamber de bazı hadislerinde işaret etmiştir.



Sahabeden birisi efendimize gelerek “Ey Allahın Resulu! İslam hakkında bana öyle bir şey söyle ki senden sonra hiç kimseden bir şey sormaya ihtiyacım kalmasın” dedi. Efendimiz de “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol diye karşılık verdi.”(Muslim, “İman”, 62 ) 



KULLUĞUN ÖZÜ, İBADETİN RUHU: DUA 



Dua: Rahmeti sınırsız, mutlak kudret sahibi olan Allah’a; kulun aczini itiraf etmesi, yaratıcıdan lutuf ve yardım dilemesi, O’na yönelmesi, samimi bir dille gönülden O’na yakarışıdır.



Duada amac, kişinin durumunu Allah’a arz ederek niyazda bulunmasıdır. Dua etmenin özünde Allah’a teslim olmak ve O’na kulluk etme bilinci vardır. Yüce Allah “De ki! Duanız olmazsa rabbim size ne diye değer versin?” buyurmaktadır (Furkan, 25/77). Rabbimize karşı sorumluluğumuzu ve kulluk görevimizi yerine getirirken sadece dara düştüğümüzde değil, her zaman O’nu hatırlamamız kulluğumuzun bir gereğidir. Şunu iyi bilmeliyiz ki dua etmeye ihtiyacı olanlar biz kullarız. Çünkü dua, ümit ve huzur kaynağıdır.



HİCRET 



Sözlükte “terk etmek, ayrılmak, ilgisini kesmek” anlamına gelen hecr mastarından isim olan hicret “kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisanen veya kalben ayrılıp uzaklaşması” demektir. Ancak kelime daha cok “bir yerin terk edilerek başka bir yere göç edilmesi” anlamında kullanılır. Terim olarak genelde gayrimüslim ülkeden İslam ülkesine göç etmeyi, özelde ise Hz. Peygamber’in ve Mekkeli Müslümanların Medine’ye göçünü ifade eder.



Hicretin tarihi, içtimai ve iktisadi yönden olduğu gibi dini, siyasi ve hukuki yönden de birtakım sonuçları olmuştur. Müslümanlar, hicretle birlikte Mekke müşriklerinin zulüm ve baskılarından kurtularak Medine’yi yurt edinince İslam’a yeni girenlerin, İslam toplumuna destek olanların ve onlara katılanların sayısı büyük oranda artmıştır. 



MİSAFİRE İKRAM 



Dinimizin bizlere yüklediği önemli görevlerden biri de misafiri ağırlayıp ona ikramda bulunmaktır. Misafiri güler yüzle karşılamak, ona izzeti ikramda bulunmak, hanemizden hoşnut olarak yolcu etmek insani ve İslami görevimizdir. Nitekim Peygamber Efendimiz misafire ikramda bulunmayı tavsiye ederek şoyle buyurmuştur: “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa misafirine ikram etsin…”(Buhari, “Edeb”, 15; Ebu Davud, “Et’ime”, 5) Başka hadislerinde de misafirin duasının kabul olan dualar arasında olduğunu (Tirmizi, “Deavat”, 47), misafirin ağırlandığı ev halkına hayır ve bereketin mutlaka ulaşacağını bildirmiştir (İbn-i Mace, “Eti`me”, 55). Misafirlere ilgi göstermek ve gerekli ikramı yapmak, dinimizin, medeniyetimizin ve kültürümüzün bizlere bıraktığı en güzel mirasımızdır. 



HASTALARI ZİYARET ETMEK 



 “Müslümanın müslüman üzerindeki haklarından biri de hastalandığında onu ziyaret etmektir.” (Tirmizi, “Edeb”, 1) Hastaları ziyaret etmek Peygamberimizin (s.a.s.) sünnetidir. Hasta bir mü'mini ziyaret eden kişi, hem hastaya moral verir, hem de kendisi sevap kazanır. Hastaları ziyaret etmek, cenazeleri takip etmek Ahireti hatırlatır.



Hasta ziyaretinde "Gecmiş olsun” denilir ve hastaya dua edilir. Hastalığın imtihan olduğu, hastalıklara karşı tevekkül edilmesi gerektiği söylenir. Müslüman ve gayrı müslim bütün hasta olan insanlar ziyaret edilmeli, hastaya yalnız olmadığı hissettirilmeli, moral ve yaşama sevinci verilmelidir. Ziyaretten sonra da hastayla ilgi kesilmemelidir. 



ZAMANI İYİ DEĞERLENDİRMEK 



İnsanın sahip olduğu en önemli nimetlerden biri kuşkusuz zamandır. Kazanımlarının büyük bir çoğunluğu, zamanı iyi kullanması ile doğrudan ilgili olmasından dolayı, insan için zamanın kıymeti bir kat daha artmaktadır. Geri döndürülemez oluşu ve kaybedildiğinde telafisinin mümkün olmaması, zamanın iyi değerlendirilmesi konusunda insanı daha hassas olmaya zorlamaktadır. Bu hususa dikkat çeken Sevgili Peygamberimiz “Şu iki nimetin değerini bilme konusunda insanların çoğu aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.” (Tirmizi, “Zuhd”, 1) buyurmuştur. Zamanın israf edilmesi de maddi herhangi bir şeyin israfından farklı değildir. Bu bakımdan, vaktin boş geçirilmesi dinimizce hoş görülmez.



NİMETLERE ŞÜKÜR 



Şükür yapılan iyiliğe, verilen nimete karşı nimet sahibine hoşnutluğunu ifade ederek ona değer vermektir. Nimetlere şükür Allah’ın emirlerine itaat etmekle gerçekleşir. Nitekim Kur'an’da;“Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.” buyurulmaktadır. Bakara, 2/172 ve Ankebut, 29/17’de; “Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin”.Nahl, 16/114 de ise; “Artık Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin. Eğer yalnız ona ibadet ediyorsanız, Allah’ın nimetine şükredin.” buyurularak şükrün önemine dikkat çekilmektedir.