İnfak diyeti: Az ye çok yedir

“(Ey iman edenler!) Herhangi birinize ölüm gelip de ‘Ey Rabbim! Bana yakın bir zamana kadar vakit versen de sadaka verip salih kimselerden olsam!’ demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.” (Münâfikûn, 63/10.)
22/11/2012


Gün geçmiyor ki çok yemenin insan bünyesine verdiği zararların bir yenisiyle daha karşılaşmayalım. Yemek, insanoğlunun imtihanlarından birisi. Kişi yemek yemeyi tabii bir ihtiyaç oluş vasfından çıkarıp bir çeşit şehvete dönüştürdüğünde maalesef imtihanı kaybetmiş oluyor. Bir klişeyi tekrar etmek olacak ama son derece doğru ve etkili olduğu için bir kez daha söylenmesinde sakınca yoktur: İnsan yemek için yaşamamalı, yaşamak için yemelidir. Yemek yemekten asıl maksat, yaşamak ve hareket etmek için gerekli enerjiyi temin etmektir. Yemek yemenin esasında bundan başka bir fonksiyon icra etmediğini herkes bilir. Diğer yandan bunu söylerken yemekte estetik konusunu unutmuş değiliz. İnsan, hele Müslüman, her daim güzele meftun olmalıdır. Bu, insanlığın dolayısıyla İslam’ın bir öngörüsüdür. Zira İslam “insanlık”ın ta kendisidir. O sebeple “insan karnını doyursun da nasıl yaparsa yapsın” denemez elbette. Her şeyde olduğu gibi yemekte de estetik, zarafet, lezzet, sunum güzelliği, ortam, yemek kaplarının özellikleri vs. gibi hususlara riayet edilmesi bir medeniyet meselesi olarak telakki edilmelidir.



Esas gayesi insan ahlakının tezyini ve tehzibi olan tasavvufun temel dinamikleri şu sözde çok veciz bir şekilde özetlenir: Kıllet-i taam, kıllet-i menam, kıllet-i kelam (az yemek, az uyumak, az konuşmak). Ahlakın tezhibinin mütemmim cüzü çok yedirmek olmalıdır. Başlıkta da söylemeye çalıştığımız gibi çok yedirmekle kastettiğimiz şey infak etmektir.



İnfakın kelime anlamını lügatler, “harcamak, sarf etmek, bitirmek, malı elden çıkarmak, yoksul düşmek, azalmak, noksanlaşmak, bitmek, tükenmek.” Olarak verir (Lisânu’l-Arab, X, 357-358). Kur’an-ı Kerim’in, Hz. Peygamber’in, hasıl-ı kelam bütünüyle İslam’ın insanların kalplerine yerleştirmek istediği bir davranış biçimi olarak infak ise maddi bir karşılık beklemeksizin, kişinin malını, varlığını diğer insanlar hatta diğer canlılar için harcamasını ifade eder. İnfak, kişinin karşıdaki insanın ihtiyacını giderirken kendisini temizlemesinin adıdır. Esasında düşünebilse insan, infakın kendi mutluluğunun yolunu açtığını rahatlıkla görebilir. Çünkü insan mutlu edince mutlu olur ve bu mutluluğun tarifi yoktur. Bu yönüyle infak, o hep bahsedilen nefis terbiyesini bihakkın ifa eden bir şeydir.



Sanki yedim felsefesi



Meşhur hikâyeyi bilmeyenimiz yok gibidir: Rivayete göre Keçecizade Hayreddin adında orta hâlli bir esnaf, Osmanlı döneminde padişahların yaptırdığı selatin camilerini görüp imrenerek, kendisi de bir cami yaptırmayı diler ve bunun için para biriktirmeye başlar. Canı bir şey istediğinde almayıp; sanki yedim (varsay ki yedim) diyerek parasını ayrı bir yere koyar. Yirmi yıl boyunca biriktirdiği paralarla küçük de olsa bir cami yaptırır ve caminin adı halk arasında Sanki Yedim Camii olarak anılmaya başlar.



Modern zamanların günümüzdeki en meşgul edici olumsuz yönlerinden birisi, çok yemek ve hareketsizlikten kaynaklanan obezitedir. Kurumlar ve devletler bu sorunla savaşırken göründüğü kadarıyla hep hareketli bir yaşamı ve çeşitli diyetleri ön plana çıkarıyorlar. Bu sebeple giderek bir diyet sektörü de oluşmakta ve insanları başka bir şekilde meşgul etmektedir ki, o da ayrı bir konudur. Bunu çözmenin en etkili yöntemlerinden birisi kanaatimizce infak diyeti olmalıdır. İşte "sanki yedim" felsefesi burada etkisini gösterir. Örnekte ortaya çıkan hayırlı sonuç bir camiidir. Fakat bu düşüncenin insanlar arasında yaygınlaştırılması; yani kişinin biraz daha fazla yeme arzusu içinde olduğunda yemeyip, sanki yedim diyerek fazlalığı muhtaçlara aktarması hem kendisini sağlıklı kılacak hem de infak etmek suretiyle insanlığın imarına katkıda bulunacaktır.



Neyi nasıl infak etmeli?



İnfak bazen insanların gözünde büyür. Hep büyük miktarda paralar bağışlamak, külliyetli yardımlar yapmak gerektiği vs. gelebilir insanın aklına ve bu durum onun infaktan geri durmasına sebep olabilir. Bunlar eğer şeytanın vesveseleri değilse bilgi eksikliğinden kaynaklanır. Çünkü miktarı belirlenmiş zekât, fitre gibi zorunlu ibadetler dışında, infakın alt sınırı da üst sınırı da yoktur. Kaldı ki güzel sözün, bir gülümsemenin dahi sadaka olduğu bilindiğinde infakın esprisinin mutsuzlukları gidermek olduğu anlaşılır. Demek ki, nerede ve ne kadar mutsuzluk varsa orası infakla çiçeklendirilmelidir. Şeytanın belki en önemli vesvesesi, verince fakir düşeceğimize bizi inandırmasıdır. Fakat insanlık tarihinde sırf muhtaçları karşılıksız doyurdu diye iflas bayrağını çeken bir varlık sahibine rastlanmamıştır. Bunu en iyi şeytan bilir. Dolayısıyla kaide şudur: Hem vakit geç olmadan infak etmeli hem de elde ne varsa, ne kazanılmışsa ondan infak edilmelidir. İlginç bir biçimde Münafikun suresinde yer alan bir ayet şöyledir: “(Ey iman edenler!) Herhangi birinize ölüm gelip de ‘Ey Rabbim! Bana yakın bir zamana kadar vakit versen de sadaka verip salih kimselerden olsam!’ demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.” (Münâfikûn, 63/10.)



Bir de malın iyisinden, sevgili olanından verilmelidir: “Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe erdem(li insan/Müslüman olma vasıfların)a asla ulaşamazsınız. Her ne harcarsanız da Allah onu çok iyi bilir (ve size ona göre davranır).”(Âl-i İmran, 3/92.) Başka bir ayet insanın muhtemel bir münafıklığına karşı bizi uyarır: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden bitirdiklerimizin/ çıkardıklarımızın iyilerinden verin. Kendinizin bile ancak istemeye istemeye alabileceğiniz şeyleri hayır diye vermeye kalkışmayın. Bilin ki Allah zengindir, bütün iyilik ve güzellikler O’na mahsustur.” (Bakara, 2/267.)



Gösteriş her zaman kötüdür. Çünkü gösteriş yapan insan, esasında hak etmediği bir saygıyı ve takdiri celbetmek iddia ve gayretindedir ki bu da insanları aldatmakla eşdeğerdedir. Bu aldatma infak gibi insan olmanın temelinde yer alan bir hususta yapılınca katmerli kötülük ve kendini bilmezlik olur. Ulvî bir gayeye ulaşmak murad edilirken fitne ve fesada kapı aralanır. Bu yüzdendir ki Allah Teala şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde, insanlara gösteriş için malını infak eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma ve eza etmekle boşa çıkarmayın. Böyle yapan bir kimsenin hâli, üzerinde toprak bulunan, şiddetli bir yağmur yağınca o toprağı alıp götürdüğü için çıplak bir hâlde kalan kaya parçasına benzer. Bu gibilerin, kazandıkları hiçbir şeyden bir istifadeleri olmaz ve Allah inkârda/nankörlükte direnen insanlara hidayeti nasip etmez.” (Bakara, 2/264.)



İnfakta gösteriş yapmak kadar, gereksiz eli sıkılık ve cimrilik de kötüdür, anlamsızdır. İnfakta cimrilik, eli çamurlu insanın elinin yarısını yıkamasına benzer. Herkes bilir ki böyle temizlik olmaz. Zaten Allah’ın mümin kullarına yakışan da bu değildir: “Allah’ın (mümin) kulları infak ettikleri zaman, ne israf ederler ne de cimrilik… Harcamaları bu ikisinin arasında dengeli olur.” (Furkan, 25/67.)



Çok yemek, kutsalla bağı gittikçe kopan, bağı koptukça süratle dünyevileşen, dünyevileştikçe sürekli tüketen ve bunun için durmadan gerekçe üreten atıl insanların yapıp etmelerinin kaçınılmaz bir sonucudur. Diğer yandan



çok yemeği sadece boğazdan geçenler olarak görürsek hata etmiş oluruz. Çünkü insan bu çağda tüketimi her alana yayarak yürüyor ve dolayısıyla çok yemek her türlü anlamda tüketmek şekline dönüşüyor. Güya kilo kaybetmek için ortaya atılan diyet tarzları bile belli bir zaman sonra bir sektöre dönüşüp çılgın tüketim anlayışının elinde bir kurbana dönüşüyor. İnsan hem ilacını hem hastalığını tüketiyor. İnsan kendini tüketiyor.



İnfak, bir diyet olarak insanın hem çok yemesine hem tüketme çılgınlığına mani olabilir, olmalıdır. Az yiyip başkalarına da yedirsek ölmeyiz…