Okuması Gerekenler (8)

"Sabur" Allah’ın Esma-i Hüsna’sındandır.
02/04/2012


Sabır ve İmtihan



"Sabur"  Allah’ın Esma-i Hüsna’sındandır.  Sabır da rabbinin bu sıfatının kulundaki tecellisidir, kuluna olan lütfudur. Efendimiz (s.a.s.) “Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır” (Buhari)  buyurur. Sabır bu sebepledir ki her şeye rağmen insanı hayata bağlayan en büyük nimettir.



Kur’an’da insanın korku, açlık mal ve can kaybı, doğal afetlerle imtihanından, bu imtihanda da ancak sabredenlerin kazanacağından bahsedilir.(Bakara 2/157) Sabır, mü’min hangi şartta olursa olsun bu imtihan dünyasında kendini kaybetmeden ve yıkılmadan durursa, Rabbinin kendine verdiği akıl nimetiyle bir çıkış yolu bulabileceğinin, rabbinden asla ümit kesmemesinin bir işaretidir.



Dünyanın imtihan yeri olduğunu kabul eden kişi, burada nimet ile sıkıntının da iç içe olduğunu kabul ediyor demektir. Nimete rıza gösterirken, sıkıntıya sabretmemesi kulluğa yakışır mı ?



"Sabretmenize karşılık selam sizlere… Dünya yurdunun sonucu (olan cennet ne güzeldir!." (Rad, 13/24)



 



HAYA İMANDANDIR



Sözlükte “utanma, çekinme, vazgeçme” gibi anlamlara gelen haya; ahlaki manada, kınanma endişesiyle kurallara aykırı davranmaktan kaçınma ve bunu sağlayan duygu demektir.



İnsanın yaratılıştan sahip olduğu haya duygusunun gelişmesinde ve davranışlara yansımasında dinin önemli bir yeri vardır. Peygamberimiz; “Her dinin bir ahlakı vardır;  İslamın ahlakı da hayadır.” (İbni mace, “zühd”,17) “Haya İmandandır.” (Buhari  “İman” 16) “Haya bütünüyle hayırdır.” (Müslim “İman”, 61) “Haya sadece hayır (iyilik) getirir. (Buhari “Edep “, 77)



Peygamberimizin konuyla ilgili hadisleri; hayanın imanla ilişkisine dikkat çekmenin yanı sıra, onun olduğuna ve her türlü hayra vesile olduğuna vurgu yapmaktır.



İslam alimlerinin; “Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı davranmaktan sakınmak tanımıyla daha geniş bir anlam kazanan haya duygusu, bu yönüyle sadece birey vicdanına bağlı ahlaki bir özellik olarak kalmayıp, toplumsal huzur ve barışa da önemli katkıları olan bir ameldir.



 



RASULLAH’IN ÖNÜNE GEÇMEM UYGUN OLMAZDI



Rasulullah (s.a.v) Amr b. Avf Oğulları arasında bir kavga çıktığını duydu. Aralarını bulmak için bir gurup sahabi ile birlikte oraya gitti. Onları barıştırmak için bir müddet orada kaldı.



   Bu arada namaz vakti gelmişti. Bilal (r.a) Hz Ebu Bekir’e 



   “Ebu Bekir ! Rasulullah (s.a.v) gelemedi. Namaz vakti de girdi. İmam olup namaz kıldırır mısın?”  diye sordu.



  Hz Ebu Bekir de;



 “Peki istersen kılalım” dedi.



Hz. Bilal ezan okudu Hz Ebu Bekir (r.a) öne geçip tekbir aldı, Müslümanlarda ona tabi oldular.



Derken Rasulullah (s.a.v) geldi; safların arasından öne geçti. Bunun üzerine cemaat (Hz.Peygamber’in geldiğini imama haber vermek için) el çırpmaya başladı.



Hz Ebu Bekir namaz kılarken başını çevirip sağa sola bakmazdı. Cemaat durmadan el çırpınca dönüp bakmak zorunda kaldı. Yanında Rasulullah’ı görüverdi. Rasulullah (s.a.v), ona yerinde kalması için işaret etti. Fakat Ebu Bekir ellerini kaldırarak Allah’a hamd etti ve arka safa girinceye kadar geri gitti. O zaman Rasulullah (s.a.v) öne geçerek namazı kıldırdı. Namaz bitince, cemaate dönerek şunları söyledi:



“İnsanlar! Namazda bir durum meydana gelince niçin el çırpmaya başladınız? El çırpmak kadınlara mahsustur. Namazda bir durumla karşılaşan “Sübhanallah” desin…



Sonra Ebu Bekir’e dönerek:



“Ebu Bekir! Yerinde kal diye işaret ettiğim halde niçin namazı kıldırmadın? Diye sordu.



Hz. Ebu Bekir:



“Ebu kuhafe’nin  oğluna Rasulullah (s.a.v)’in önüne geçip namaz kıldırmak yakışmazdı” cevabını verdi. (Buhari Ezan 48, Amel fi’s salat 3,16 sehv 9, sulh1, Ahkam 36; Müslim salat 102)



 



HAREKETSİZLİK



Öğrenciler ders çalışırken arada 5 – 10 dakika ara verip spor hareketleri yaparlarsa daha zeki olurlar. Spor sayesinde osteoporoz yani kemik erimesi önlenir. Unutkanlık kalmaz, berrak düşünce ve algılama kolaylığı gelişir. Spor damar setliğini önler. Varis gelişimini engeller. Spor kan ve lenf dolaşımı sağlar, böylelikle oksijenin dokulara gitmesine yardımcı olur. Vücuttaki yağların yanmasına katkıda bulunur.



Kaslarımız hareketsiz kalınca zayıflar, kas ağrıları başlar. Hareketsizlik, pek çok kişinin tarif ettiği halsizliğin yegane sebebidir. Ayrıca hareketi az olan yaşlılarda kemik erimeleri görülür. Ağızdan gıdalarla alınan (veya tedaviyle dışarıdan verilen) kalsiyumun kemiklere gidip oturması zorlaşır.



Görüldüğü üzere hareketimiz yeterli değilse gıdalarla aldığımız asal elementler kemiklere gidip oturamamaktadır. Bunun neticesi olarak ağrılar, kamburluk en ufak travmalarda kemik kırıkları oluşmaktadır. Yürüyüş bu maksada çok uygundur.



 



İmam-ı Azam Ebu Hanife (r.a)



H. 80’de Kufede doğdu. Ebu Hanife Kufe’de yetişti. Gençliğinde kumaş ticaretiyle uğraştı. Bu ticaret onu ilimle uğraşmaktan alıkoymadı. Ebu Hanife pek çok ilim halkasına katılmış ve değerli zatlardan ilim almış olmakla beraber, onun en uzun süre hocalığını Hammad ibnu Ebi Süleyman yapmıştır. İmamı Azam Ebu Hanife’nin ilmi hocası vasıtasıyla dört büyük sahabiye dayanmaktadır. Ali ibnu Ebi Talip ve Abdullah İbni Mesud’dan ilim alan Mesruk İbnu’l – Ecda (Ö. 63) Alkame ibnu Kays (Ö. 62) ve Şurey (Ö. 80)’den Şa’bi ve İbrahim en Nehai (Ö. 96) ders almışlar. İmamı Azam Ebu Hanife, on sekiz yıl boyunca kendisinden ilim öğrendiği hocası Hammad’ın en sevdiği talebelerinin başında geliyordu. Ebu Hanife zühd ve takvasıyla, üstün zekasıyla kendini etrafındakilere kabul ettirdi. İmamı Azam’ın tedris faliyetinde dikkat ettiği en önemli hususlardan biride talebeleriyle istişare yapmaktı. Müminler için nasihatte bulunurken katı davranmazdı.



Emevi ve Abbasi idarelerinin uygulamalarına bizzat tanık Ebu Hanife, içinde bulunduğu şartlarda resmi görev almanın islam’ı temsil etme imkanı sağlayamayacağını iyi fark eder. Bu nedenle resmi görev almanın, meşru olmayan işlere maşa olmaya neden olacağı kanaatine varır. Bu düşüncesini de hiçbir yoruma mahal bırakmayacak şekilde ifade eder.



Halife Ebu Cafer el Mansur’un kadılık teklifini kabul etmeyince kırbaçlandığı ve hapse atıldığı hapisteyken gördüğü aşırı işkenceler sonucu güçsüz düştüğü ve vefat ettiği bildirilmektedir. Bütün teklif ve tehditlere rağmen, İslam’ı yönetim işlerinde geri plana iten bir yönetimin maşası olmaktan kaçınan bu büyük imam, yaşarken cahiliye karşısında yer aldığı tavırla yerine getirmeyi ihmal etmez. Hergün gördüğü işkencelerin hayatının sona ermesine yol açacağını anlayınca sultanın gasbetmediği ve sahiplik iddiasında bulunmadığı bir yere defnedilmesini vasiyet eder. (Mezhepler Tarihi sh 236 ) cenazesi vasiyeti üzerine Bağdatta Hayzunan kabristanın doğu tarafına defnedilir. (Saymeri sh 63)



 



Emanet ve iman



"Güven'in imanla alakasına dikkat çeken peygamber efendimiz (s.a.v), gayet tonlu ve çarpıcı bir ifadeyle, "Emaneti olmayanın imanı yoktur” buyurmaktadır. Yani Allah Teâlâ ve kullarına karşı vazifesini yapmayan, emanete hıyanet eden, yalancı, sahtekar ve kaypak kimsenin, imanı da tam değildir. Bunlar, verdikleri sözde durmayan, imkanları varken borçlarını ödemeyen ücretini aldığı halde çalıştığı işi doğru dürüst yapmayan, söz verdiği zaman sözünü yerine getirmeyen kimselerdir. Allah Teâlâ’nın emirlerine de tam olarak riayet etmezler. Ailesine ve diğer insanlara karşı hayırsızdırlar. Eşya ve hayvanlara merhamet etmezler.



Halbuki, “mümin” kelimesi “emanet, emniyet ve iman “ kelimeleriyle aynı kökten gelmektedir. Yani “mümin” yeryüzünde inancın, emniyet ve güvenin temsilcisi demektir. “Selam”laşan iki Müslüman, birbirlerine “huzur, barış, esenlik ve güvenlik seninle olsun “ diye dua etmiş olmaktadırlar.