Kur'an'ı sen de oku,anla ve yaşa!

Ezelde her şey, bir sözle başladı: "O, bir şeyin var olmasını dileyince, ona sadece «ol» der ve o da olur." (2/117)

11/07/2011


Ardından o söz, vahye dönüştü ve tüm canlıların rehberi oldu: "Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: "Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan göz göz evler edin!" (16/68)



Onun beşere ulaşması, çok daha özeldi: "Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahy eder. O, yücedir ve her yaptığı yerindedir." (42/51)



Sonra vahyin ilahi buyrukları, sürekli yinelendi: "Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (ni-tekim) İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, esbâta (torunlara),İsa'ya, Eyyûb'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'ada Zebûr'u verdik."(4/163)



Nihayetinde son peygamberle kemale ulaştı: "Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir." (33/40)



Yetim Muhammed, kendini içinde bulduğu cahiliye karanlığında bir ışık bulma çabasındaydı: "Seni şaşırmış bulup, doğru yola eriştirmedi mi?" (93/7)



Fetanetiyle aklına, basiretiyle gönlüne hakkını vermiş gerçeği arıyordu: "Andolsun sen bundan gaflette idin; derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir." (50/22)



İnsan olmanın sorumluluğu altında eziliyor, adeta inim inim inliyordu: "Senin gönlünü açmadık mı? Yükünü üzerinden almadık mı? Ki o belini bükmüştü." (94/1-3)



Derken Rabbi, onun yakarışına karşılık verdi: "Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki, doğru yolu bulalar." (2/186)



Ve o büyük gecede, bereketli Kur'an yağmuru başladı: "Biz onu(Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik."(97/1)



Yüce Allah, son sözüne "oku" emriyle başlamıştı: "Yaratan Rabbinin adıyla oku!" (96/1)



* * *



Kur'an'ın Hz. Peygamber'e inişi, tertil üzereydi: "Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk." (25/32)



Kendisi, ayetlerini tek tek izah ediyordu: "Ha, Mim. Bu Kitab, Rahman ve Rahim olan Allah katından indirilmiştir. Bilen bir toplum için ayetleri açıklanmış; Arapça okunan bir Kitab'tır." (41/1-3)



O halde Kur'an'ın okunuşu, baştan savma olamazdı: "Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kimselerin durumu ne kötüdür! Allah zalimleri doğru yola eriştirmez." (62/5)



Bilakis onun kıraati, derin bir tefekkür ve kavrayışa dayanmalıydı:



"(Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik." (38/29)



Böylece onu tilavet edenler, hidayet bulmalıydı: "Hiç kuşkusuz bu Kur'an insanları en doğru yola iletir ve iyi ameller işleyen müminlere, kendilerini büyük bir ödülün beklediği müjdesini verir." (17/9)



Aksi bir tutum, bizzat Kur'an tarafından kınanmıştı: "Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?" (47/24)



Zaten onun elçisi de, sıradan bir okuyuştan uzaktı: "Geliniz Allah'a ve O'nun o okuma yazması olmayan (ümmi) Peygamberine, inanınız, O'na uyunuz ki, doğru yolu bulasınız." (7/158)



* * *



İlahi kelam, önce kendi öz dillerinde doğrudan Arab'a ulaştı: "Biz onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kur'an olarak indirdik." (12/2)



Oradan dalga dalga tüm insanlığa yayıldı: "Bu Kur'an, alemler için bir öğüttür." (38/87



Düşen her vahiy damlasıyla, insanlığın gönlünde binlerce hidayet çiçeği açtı: "Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar; kötü olandan ise faydasız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz." (7/58) 



Dünyayı saran şirk ve küfür bulutları, bir bir dağıldı: "Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır." (14/1) 



Asırlar boyu iç içe giren hak ile batıl, birbirinden ayrıldı: "Hiç şüphesiz o (Kur'an), (doğru ile yanlışı) ayır deden bir sözdür." (86/13) 



Bu sayede akl-ı selim kimseler, gerçeği gördü: "Sabredip ayetlerimize kesin olarak inanmalarından ötürü, aralarından, onları buyruğumuzla doğru yola götüren önderler yaptık." (32/24) 



Haya ve iz'an sahipleri, sırat-ı müstakimi buldu: "Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir." (3/101) 



Müslümanlar, kurtuluşa erdi: "İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır." (2/5) 



Müminler, Rabbin rızasına kavuştu: "Allah, o müminlerden razı olmuştur." (48/18) 



Böylece şu ilahi duanın, ilk adımı gerçek oldu: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler." (2/201)



* * *



Eşsiz Kur'an mucizesiydi, bu gerçekleşen: "De ki: İnsanlar ve cinler, birbirine yardımcı olarak bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar." (17/88) 



Peki ne istiyordu, Kur'an bizden: "Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereğince okuyanlar var ya, işte ona ancak onlar inanırlar. Onu inkar edenler ise kaybedenlerdir." (2/121) 



Onu okumaya başlarken her türlü kötü düşünce ve histen sıyrılmamızı: "Kur'an okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın." (16/98) 



Okumayı zorlaştırmayıp kolaylaştırmamızı: "Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun." (73/20) 



Ayetlerini tıpkı indiği gibi tane tane okumamızı: "Kur'an'ı insanlara ağır ağır okuyasın diye bölümlere ayırdık ve ihtiyaçlar gerektirdikçe bölüm bölüm indirdik." (17/106) 



Okunan ayetleri pür dikkat dinlememizi: "Kur'an okunduğu zaman ona kulak veri n dinleyin ki merhamet olunasınız." (7/204) 



Dinlenen ayetler üzerinde uzun uzun tefekkür etmemizi: "Düşünesiniz diye Allah size ayetlerini böylece açıklar." (2/266) 



Böylece Kur'an'ı eşsiz bütünlüğü içinde idrak etmemizi: "Kur'an'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı." (4/82) 



Buradan gereken dersleri çıkarmamızı: "Sana, «Sen okumuşsun» derler; oysa Biz, ders alacak kimselere ayetleri böylece türlü türlü açıklamaktayız." (6/105) 



Çıkardığımız derslere güzelce uymamızı: "Bu Kur'an Bizim indirdiğimiz kutsal bir kitaptır. Ona uyunuz ve kötülüklerden sakınınız, ki, size merhamet edilsin." (6/155) 



Emredilen hükümleri uygulamamızı: "Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitab'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma." (4/105) 



Kısacası top yekun ona sarılmamızı: "Sana vahyolunana sarıl, sen, şüphesiz doğru yol üzerindesin." (43/43)



* * *



İşte Hz. Peygamber, böyle inşa etti o büyük İslam medeniyetini: "Allah nezdinde hak din İslam'dır." (3/19) 



Ona da emredildi, önce Kur'an'ı hakkıyla okuması: "Kur'an'ı ağır ağır, güzel güzel oku!" (73/4) 



Sonra açıklaması, bir bir tüm zor noktaları: "Biz bu Kitab'ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik." (16/64) 



Öğretmesi, insanlığa ilahi buyrukları: "Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler." (3/164) 



Alemlere nihaii uyarıcı olması: "(Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik." (21/107) 



Zira Yüce Allah, vaat etmişti uyarısız azab olmayacağını: "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helâk edici değildir. Zaten Biz ancak halkı zalim olan memleketleri helâk etmişizdir." (28/59) 



O da, bu uğurda ağarttı tüm saçı, sakalını: "Saçımı ve sakalımı Hud, Vakıa, Mürselat, Nebe' ve Tekvir sureleri ağarttı." (San'ani, el-Musannef, III, 368.)



* * *



Hz. Peygamber, sağlığında ilan etti kendi gözdelerini: "Ümmetimin en şereflileri, hamele-i Kur'an olan hafızlardır." (Heysemi, ez-Zevaid, VII, 161) 



Onlara öğretmişti, hakkıyla Kur'an tilavetini: "En güzel Kur'an okuma şekli, dinlenildiğinde Allah'a saygı ve huşu hissi doğurandır." (İbn Mace, İkame, 176) 



Tavsiye etti, daima Kur'an'la yaşamayı: "Yatacağın zaman Kafirun suresini oku; zira bu sure şirkten kurtuluş vesilesidir." (Buhari, Fadailü'l-Kur'an, 14.) 



Onu her zaman okumayı, asla terk etmemeyi: "En hayırlı amel, hatimden sonra tekrar hatme başlamaktır." (Ali Nasıf, et-Tac, IV, 6-7.) 



Tek tek ayırdı birbirinden farklı gaye taşıyanları: "Kur'an okuyup gereğini yerine getiren halis mümin, tadı ve kokusu güzel turunç meyvesi gibidir. Kur'an okumayan, fakat gereğiyle amel eden mümin de tadı güzel, fakat kokusu olmayan hurmaya benzer. Kur'an okuyup gereğince amel etmeyen münafık, kokusu güzel, fakat tadı acı fesleğen gibidir. Kur'an okumayan münafık ise, tadı da kokusu da acı ve kötü olan Ebu Cehil karpuzu gibidir." (Buhari, Fadailü'l-Kur'an, 26.) 



Şiddetle uyardı, niyetlerini bozanları: "Kur'an hususunda gösteriş yapmak, onunla çalım satmak küfürdür." (İbn Kesir, Tefsir Zeyli, VII, 516.) 



Boşa çıkardı, anlamadan okuma çabalarını: "Sizin içinizden öyle tipler türeyecektir ki, siz onların namazları yanında kendi namazlarınızı, oruçları yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri ve hayırları yanında kendi salih amellerinizi küçük göreceksiniz. Onlar, Kur'an da okuyacaklar, fakat Kur'an'ın feyz ve bereketi hançerelerini geçmeyecektir. Onlar, okun avı delip çıktığı gibi dinden çıkacaklar..." (Buhari, Fadailü'l- Kur'an 36.)



* * *



Tüm ashab sarıldı, Hz. Peygamber'in bu altın öğüdüne: "Onlara (Kur'an) okunduğu zaman: Ona iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce de Müslüman idik, derler." (28/53) 



Yöneldiler, pür dikkat Kur'an ayetlerine: "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı) onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler. Ama her kim onu inkâr ederse, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır." (2/121) 



Duyar duymaz kapandılar, şükür secdesine: "Onlara, çok merhametli olan Allah'ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı." (19/58) 



Nail oldular, Yüce Allah'ın övgüsüne: "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir." (8/2)



* * *



Onlar, anlamadan geçmezdi bir ayetten diğerine: "Biz, Kur'an'dan on âyet öğrenince, bunlardaki helal, haram, emir ve yasakları iyice öğrenip hazmetmeden sonraki on ayete geçmezdik." (Abdurrezzâk, el-Musannef, III, 380.)