Kaybolmamak için…
Yaşadığımız gezegende daha güzel bir gelecek için biz mü’minleri bekleyen sorumluluklar belli olmakla birlikte, “Bu sorumlulukların üstesinden gelebilmenin temel dinamikleri nelerdir?” sorusu hala önemini korumakta ve cevap beklemektedir.
19/01/2018 - 18:49

Sorumluluğumuz gereği “sefer bilinci“ ile hayatı sürekli sorgulamak zorundayız… Savrulmalara karşı sahih bir çizginin, sağlam bir duruşun ve sağlıklı bir mücadelenin sürekliliği için istekli ve ısrarcı olmak durumundayız…

Günübirlik gelgitler içinde görece başarılar veya gürültüsü çok, görüntüsü güzel, oyalayıcı uğraşlar yerine “Bakiyyatu-s Salihat / Kalıcı İyilikler” üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor… Burada münferit çabalardan ziyade “Müşterek yükümlülüklerde muhtaç olduğumuz yeni bir ruh, etkin bir aksiyon nasıl yakalanabilir?” sorusu önemlidir…

Bireyselleşme ve dünyevileşme bataklığına düşmeden, fonksiyonel bir kardeşlik atmosferinde aktif bir mücadelenin öznesi olabilmek, ciddi bir duyarlılık ve dayanışmayı zaruri kılıyor…

Özgün ve özgür bir yaşamın, adil bir dünyanın inşası için öncelikle kendi iç dinamiklerimizi doğru belirlemek ve bunlarla bilenmek ve bilinçlenmek zorundayız. Evet, bizi bir arada tutan ve geleceğe taşıyacak temel özelliklerimizi doğru belirlemek ve bunları sürekli beslemek mecburiyetindeyiz… Yoksa kendini yenilemeyen, zamana yenik düşer. Yürümeyen yozlaşır… Bekleyen biter… Erteleyen erir…

Peki bu temel dinamikler nelerdir?

Güvenilirlik… Mü’min, imanın gereği olarak güvenen ve güven verendir… Çağımız insanının en büyük sorunu; güvensizlik ve yalnızlık psikozudur… İşte böylesi bir dünyada güvenin adresi olacak gönüller lazım… İnsanlığı çağıracağımız bir güvenlik koridoru açmamız gerekiyor… El-Emin’in ümmeti olarak ancak eminliğimizle insanlığın aradığı emn-ü emanı sunabiliriz…

Bunun içinde öncelikle bizde bir özgüvenin oluşması gerekir… Özgüven olmadan karamsarlık, kararsızlık ve kafa karışıklığından kurtulmak mümkün değildir… Evham, vesvese, korku, kaygı ve kuşku ancak özgüvenle aşılır…

İkinci olarak karşılıklı güven… Bizi bir arada tutan temel dinamik güvendir… Kalıcı kardeşliklerin, uzun soluklu mücadelelerin güvencesi, karşılıklı iç güvendir…

Son olarak her türlü güveni temellendirmenin esası Allah’a güvendir… Allah’ın yeterliliğinde karar kılmaktır.

Gönüllülük… Mücadelenin ikinci sacayağı gönüllü olmaktır… Yani içtenlik ve istekliliktir… Yoksa gönüllülük, keyfilik değildir… Canının istediği gibi hareket etmek değildir… Muhayyerlik değildir… İnanarak, benimseyerek, önemseyerek öne çıkmaktır… Hayırlarda yarışı önde bitirme azim ve kararlılığıdır…

Uhud günü, Allah Resulü’nün “Bu kılıcın hakkını kim verir?” sorusuna Ebu Dücanece bir duruşla “Ben!” diyebilmektir…

Yani sorumluluk bilinci ile, ağırdan alma yerine aktif bir ruhla öncülüğe davranmaktır…

Güçlülük… Çoğu zaman haklı olmanız yetmiyor; şayet hakkı ayakta tutacak bir gücünüz yoksa istiskale, istihzaya, istihfafa maruz kalırsınız… Caydırıcı bir gücünüz yoksa, akli ve nakli delilleriniz duyulmaz ve görülmez olur… Hatta hakikatin nasıl sulandırıldığını ve boğulduğunu görürsünüz…

Bu bakımdan güçleneceğiz ama gücün güdümüne girmeden… Kontrolsüz bir güce evirilmeden…

Özellikle örgütlü bir güç…

Örgütlenmeden özgüven kazanamazsınız… Örgütlenmeden önünüz açılmaz… Örgütlenmeden özgürleşemezsiniz…

Örgütlü bir güçle küresel münkere karşı direnebiliriz…

Şuna dikkat etmek durumundayız; örgütlü olmak ama örgütçü olmamak…

Gayretlilik… Kabiliyetli olmak yetmez, kararlılık olmadıktan sonra… Haklı olmak da yetmez, hareketlilik yoksa… İnandığımız doğrular ve değerler için doğrulmadan, direnmeden nereye varabiliriz? “İki günü birbirine denk olanların” dünyasında her gün “Yeni güne ne yükleyebilirim?” hedefine odaklanmalıyız…

Evet, önce gayeli, sonra gayretli olmak…

Gevşemeden, gevelemeden, geçiştirmeden, geleceğe kararlı adımlarla yürümek… Yüksünmeden, yılmadan, ye’se düşmeden, yenilgi psikozlarına girmeden…

Yeniden, yine, yeni başlangıçlar için…

Eylem, emek ve illaki edep diyerek…

Atalete, rehavete, gaflete, kasvete prim vermeden… Tembelizm, konforizm, tatilizm, hedonizm tuzaklarına ve tutsaklıklarına takva ile direnerek seferi sürdürmek bize düşer…

Görevlilik… Bu sorumluluk bizim için ne bir fantezi, ne bir faraziye, ne de bir formalitedir… Farzların farzı diyebileceğimiz görevler bizi bekliyor… Bunu ancak görev bilinci ve inancı ile kaldırabiliriz… Sosyal ve kültürel bir etkinliğin ötesinde “Salih Amel” sorumluluğu ile hareket ederiz… Çünkü biz mükellefiz ve muvazzafız… Muhayyer değiliz… Sağına soluna bakmadan “Kimse yoksa ben varım!” diyebilmektir görevlilik… Görev bendedir… Yeryüzü bana emanet… Arzın halifesi olma şerefi bana tevdi edildi bilinci ile gayrete gelmek…

İşte (5G) diye özetleyebileceğimiz bu dinamiklerle birbirimize tutunup güzel bir geleceğe yürüyebiliriz… Yoksa dünde kalırız… Kayboluruz…

Ramazan Kayan, Milat