BU DEVİRDE PEYGAMBERİ ÖRNEK ALMAK 5
(Hz. Muhammed’i (sav) örnek alma konusuna devam ediyoruz)
29/03/2017 - 10:51

-el-Velâu ve’l-berâu

Kur’an Mumtahıne 4, 7 ve 8. âyetlerle mü’minlere velâ ve berâ (tevellâ ve teberri/dostluk ve uzaklaşma) ahlâkını da öğretiyor: Bir müslüman dinî açıdan kimlerle candan dost, sırdaş ve müttefik (veli) olabilir, kimlerden teberri etmesi (uzak durması), kimlere yanaşmaması gerekir?

Buna “el-velâu ve el-berâu” denir. İslâmî anlayışta birisini veli edinmeye; “tevellâ”, ya da “velâu”, birisinden uzaklaşmaya, ya da birisine dini açıdan mesafe koymaya da; “teberrî”, ya da “berâu” denir.

İslâm müslümanları dinde kardeş yaptığı gibi (Hucurât 49/), onları birbirlerinin velisi de saymaktadır. (Enfal 8/72, 73. Tevbe 9/71. Mâide 5/55)

Kur’an candan dost edinmeyi, müttefik olmayı, dost/ahbab olmak için bir gruba meyletmeyi bir de “tevallâ” kelimesiyle anlatıyor. (Hacc 22/5. Mâide 5/51, 56, 80. Tevbe 9/23. Mumtahıne 60/9, 13. A’raf 7/196. Nahl 16/100 v.d.)

Kur’an, veliliği (velâyet olayını) ve kardeşliği kan ve soy bağına değil, iman bağına bağlıyor ve müslümanların hangi renkten, hangi ülkeden ve hangi soydan olurlarsa olsunlar, birbirlerine veli (dost, kardeş, yardımcı, müttefik, birbirlerinden sorumlu) olduklarını haber veriyor.

“Sizin veliniz, ancak Allah, (O’nun) Rasûlü, rukû’ ediciler olarak namaz kılan ve zekâtı veren mü’minlerdir.” (Mâide 5/55)

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır (velileridir). İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/71. Ayrıca bkz: Mâide 5/51)

İman bağı ile kurulan ‘velâyet’ gerçeğini anlamış olan bir müslüman, mutlak ve değişmez “veli” olarak Allah’ı tanır.  Bu bilinçle hareket eden, Allah’ın dışındaki kimselerle ve odaklarla kuracağı dostlukta (velâ’da) temel olarak el-Veliyy ismini ölçü olarak alır. Yani o, Allah’a veli olanlarla, ya da Allah’ın kendisi için veli edindiği kimselerle velilik bağını kurar. Onlara karşı velâyetin gereklerini yapar.  

Müslümanların din kardeşlerini bırakıp, İslâm ile alay eden kitap ehlini, kâfirleri ve benzerlerini veli edinmesini, onlarla velâyet bağı kurmasını yasaklıyor. (Âli İmran 3/28, 128. Nisâ 4/89, 139, 144. Mâide 5/51, 57. Tevbe 9/23. Mumtahine 60/1-2. Mucâdile 58/22)

-el-Berâu ve teberrî

Kur’an, müslümanlar arasında bir dostluk, bir velâyet bağı kurduğu gibi, insanlardan bazılarına karşı mesafeli durmayı, uzaklaşmayı da onlara imanî bir görev olarak yüklüyor.

Bu uzaklaşma daha çok, inançta, ahlâkta, dünya görüşünde ve müttefik olma konularındadır.

Kur’an’ın bu ölçüsü, bütün gayr-i müslimlerden temamen bir yüz çevirmek, düşmanlık duymak değil; zararlı olabilecek bir oluşumlara karşı tedbirli olma amacına yöneliktir.

‘Berâ veya teberri’, terketmeyi, uzaklaşmayı, yakınında bulunmamayı ifade eder.

Kur’an’da iki âyette geçmektedir.  

Berâ, aynı sûrenin sonlarına doğru şekillenen mana ile, savaş halindeki müşriklerden her türlü ilişkiyi kesme, onlardan uzak durma manasına da gelir. Nitekim aynı kökten gelen berî kelimesi de daha çok bu manada kullanılıyor. (Enfal 8/19. Haşr 59/16)

         Kur’an, müslümanları zarar vermekten geri durmayan müşriklerde yüz çevirilmesini, onların sırdaş/candan dost kabul edilmemesi konusunda uyarıyor.  (Âli İmran 3/118)

Müslümanların, her durum ve şartta kötülük yapmaktan geri durmayan, onların aleyhine çalışan, onları zayıf düşürmeye çaba gösteren bütün kişi ve topluluklara karşı dikkatli olmaları hakkıdır. Bu müslümanlardan kaynaklanan bir nefret değil, onlara hasmâne duygular besleyen kötü insanların tavırlarına karşı bir tedbirdir.

          Kur’an’a göre, müslümanlar başkaları şöyle dursun, hukukî anlamda velileri olan babaları ve öz kardeşleri bile inkârcılığı müslüman olmaya tercih ederlerse, küfürden dönme ümidi de kalmamışsa; onları (din kardeşliği anlamında) veli/dost edinmeyi, sırdaş tutmayı yasaklıyor. (Tevbe 9/23)

Ancak Kur’an, baba kâfir de olsa ona ihsan etmeyi, onunla ilişkiyi kesmemeyi ve iyilikle davranmayı, onlarla iyi geçinmeyi, ancak şirk koşma konusunda onlara itaat etmemeyi de emrediyor. (Lukman 13/14-15) 

« Sizinle din hususunda savaşmamış, sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı Allah size yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli davrananları sever.

         Allah, ancak sizinle dininiz sebebiyle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş kimseleri veli edinmenizi yasaklar. Kim onları veli (dost) edinirse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.”(Mümtehıne/8-9)

Mü’minler iman ahlâkına küfür davranışı karıştıracak, mü’minlere şimdi veya gelecekte zararı dokunacak, İslâma ters düşecek şekilde kâfirlerle velâyet (dostluk) ilişkilerine girmeleri caiz değildir. Mü’minler sevgilerini ve buğzlarını Allah için gösterirler.

Bununla beraber müslümanlar, herkese karşı adaletle davranmaktan, ihsan etmekten, yani iyi tavır göstermekten sorumludurlar. Onlar başkalarının haklara saygı gösterirler. Verdikleri  sözde dururlar. Allah’ın yaratıklarının tümüne karşı merhamet sahibirler. İhtiyaç anında kim olursa olsun yardım etmek onlar için imanî bir vazifedir. Başkalarına iyi davranmak, güzel komşuluk kurmak, arkadaşlığa vefa göstermek, ya da insanların iyiliğini istemek müslümanın güzel huylarındandır.

Ancak, iman bağının kurduğu velilik farklı bir şeydir. Ne bütün bu güzel davranışlar, inkârcıları dinî anlamda veli edinmeyi gerektirir, ne de mü’minler arasındaki velilik bağı, başkalarına kötü davranmayı, ya da herkesi düşman bilmeyi gerektirir.

Bu konuda Ebu Bekr’in (ra) kızı Esma’ınıntavrı güzel bir çörmektir. O şöyle anlatıyor: “Annem bana Kureyş’le anlaşma yapıldığı zaman gelmişti. Annem o zaman müşrikti. Rasûlüllah’a sordum: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Annem bana geldi. Kötü bir durumdadır (bakıma muhtaçtır). Anneme sıla yapayım mı (ona iyilik edeyim mi)?” Buyurdu ki: “Annene iyilik et.”  (Müslim, Zekât/14 (50) no : 1003. Buharî, Edeb/ 8 no : 5978-5979, Hibe/29 no : 2620, Cizye/18 no : 3183)

Müslümanlara, yahudi ve hırıstiyanlara iyilik etmek, arkadaşlık yapmak, onlara âmir olmak yasaklanmamış, onları veli edinmek, yardakçılık yapmak yasaklanmışlardır. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 3/265)

Burada yasaklanan velilik, iman bağı ile oluşan yakınlık, dostluk ve müslümanların aleyhine olacak şekilde onlara yardımdır, onlara yağcılıktır. Müslümanlara saldırmayan, onlara zarar vermek için çaba göstermeyen, İslâmla alay etmeyen bütün insanlarla normal hayat ilişkilerini sürdürmek yasaklanmış değildir. (bak. 60 Mümtehine/8-9. 4 Nisa/36)

Tevbe Sûresinin diğer adı da “Berâe”dir.Yani saldırgan müşriklerden beri olma, İslâm ve Peygamber (sav) ile savaşanlara karşı bir uyarı (ihtar), bir bildiri.

Mümtahıne Sûresinin başıda “Ey iman edenler, Benim de sizin de düşmanlarınızı candan dostlar (veli) edinmeyin...” deniliyor. Burada kasdedilen düşmanlık şüphesiz ki inanca yönelik bir düşmanlıktır. İslâm, iman, vahiy ve Peygamber düşmanları hem Allah’ın, hem de mü’minlerin ortak düşmanıdır. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1111)

Allah (cc) kendisine itaat edenlere ve velilerine; “İslama düşmanlık besleyenlerle velâyet (dostluk-müttefiklik) ilişkilerini kesin” diye emredince mü’minler de tıpkı İbrahim (as) ve beraberindekiler gibi bu emrin gereğini yaptılar ve onlardan uzaklaştılar. (el-Hâzin, M. B. İ. Tefsir, 4/281)

Ancak bu durum insan olmaları hasebiyle ilk dönem müslümanlarına ağır geldi. Bunun üzerine Allah takip eden ayeti indirdi. “Umulur ki Allah, sizin düşman olarak algıladığınız kimselerle sizin aranızda bir sevgi var edebilir. Ve Allah’ın buna gücü yeter. Üstelik Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” Bu gerçekleşti. Çok geçmeden Mekke fethedildi, Mekkeliler müslüman olup diğerlerinin arasına karıştılar. Aralarında sosyal ve evlilik ilişkileri oldu. Mesela Peygamber (sav) Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe ile evlendi. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/350. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, )

Nitekim Mekke’nin fethiyle birlikte putperestlerin baskıları sona ermiş, barış ortamının tesisiyle birlikte insanlar akın akın Allah’ın dinine yönelmişler ve rahmet peygamberinin engin sevgi ve hoşgörüsünü yakından tanıma fırsatı elde etmişlerdir (Nasr 110/1-2).(Komisyon, Kur’an Yolu, 5/242)

Âyette geçen, “Sizinle bizim aramızda, siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar sürüp gidecek bir düşmanlık ve nefret açıkça ortaya çıkmıştır” anlamındaki sert ifadeyi –başka âyetler, özellikle bu sûrenin 7- 9. âyetleri ve Resûlullah’ın tatbikatı ışığında anlaşılmalı. Bu âyet tek başına başkalarına düşmanlık ilân etme, bunu alevlendirme ve nefreti yayma için kullanılmamalı.”  (Komisyon, Kur’an Yolu, 5/241)

Müslümanın göstermesi gereken olumsuz tavır, yada teberri (berau) sıradan gayr-i müslimlere değil, müslümanlara saldıran veya onların değerleriyle savaşan, ayrıca İslâmla alay edenlere karşı olmalıdır. (Mâide 5/57-58)        

Zaten Mümtahıne 8. ve 9. âyetlerde müslümanlarla savaşmayan, onları yurtlarından çıkarmayan müşriklere iyilik etmeyi ve onlara âdil davranmayı yasaklanmıyor. Allah (cc) müsşümanlara kendilerine saldıran, yurtlarından çıkaran ve çıkarılmalarına yardım edenleri veli (dost/müttefik) edinmeyi yasaklar. Saldırgan olmayan ve düşmanca tutumlara girmeyen gayr-i müslimlere iyilik ve iyi davranma belki onlarla müslümanlar arasında bir sevgi, bir komşuluk peyda edebilir.

-İbrahim’i (as) örnek gösteren ikinci âyet:

Arkasından onlar (İbrahimle beraber olanlar) dualarına şöyle devam ettiler:

“Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.

“Andolsun, onlarda (İbrahim ve beraberindekilerde) sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü” arzu edenler için güzel bir örnek vardır.Kim yüz çevirirse bilsin ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.” (Mümtahıne 60/5-6)

Âyet vurgulu bir şekilde (te’kidle) z. İbrahim’de ve onun yanındakilerde bütün müslümnanlara, kıyamete kadar güzel bir örneklik olduğu tekrar söylüyor.

Onlar dualarında sanki şöyle diyorlardı:“ Ey Rabbimz! Bizi kötü bir duruma düşürme ki inkârcılar bizim kötü durumumuza bakıp da, kâfir olduklarına (müslüman olmadıklarına) sevinmesinler. Bizi onlara karşı mağlup etme, ellerine düşürüp sıkıntıya ve kedere uğratma, el ve dil ile bize eziyet etmelerine izin verme ki bu yüzden imanı küçümseyip inkârcılıklarına devam etmesinler.” (Elmalılı, H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 7/548)

İbrahim’in yanında olan mü’minler Allah’tna bağışlanma dilediler, her konuda Allah’a tevekkül ettiler ve O’na teslim oluruz, işlerinde O’ndan yardım dilediler. Onlar son dönüşün Allah’a olduğunu itiraf ettiler. “Bizi onlarla deneme, onlarıy eliyle bize azabın ulaşmasına izin verme, müslümanlara üstün gelmelerine müsaade etme ve bizi bağışla” diye dua ettiler. (İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İ. Muhtasar Tefsir, 3/483)

“Bizi onların nesnesi kılıp saptırmalarına izin verme”, ya da “bizi onları saptıran birer özne kılma” dediler. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an , 2/1112. bkz: Tevbe 9/49)

Müslümanların kafirler için fitne (imtihan sebebi) yapılması bir kaç şekilde olabilir. Kafirlerin müslümanları hak üzere oldukları için yendiklerini ve kendi inançlarını hak olduğunu sanmaları. İnkarcıların aşırı ve baskı vu zulümleri karşısında müslümanların din ve ahlâk konusunda taviz vermeke zorunda kalmaları. Müslümanlar olumsuz anlşamda değişerek İslami kimliğe yakışmayan ahlaki zaaflara düşerlerse kafirlere fırsat vermiş olurlar. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 6/243)

Mümtahıne 4. âyette Hz. İbrahim'in ve O'nunla birlikte olanların tutumu  sergilendikten, Hz. İbrahim'in teslim oluşu ve Allah’a niyazı ortaya konulduktan sonra onun güzel bir örnek olduğu, mü’minlerin kalbine dokunarak tekrar ediliyor. “Andolsun Allah'ı ve ahiret gününü arzu edenler için bunlarda güzel örnekler vardır.”

Allah'ı ve âhiret gününü umanların ne yapması gerektiğini örneği h. İbrahim (sav), onunla birlikte olanlar (ve hz. Muhammed)dir (sav). Müslümanlar bu onurlu, şerefli ve kılavuz (rehber) olan bu aziz insanları örnek almlılar, eğer Allah’a ve âhirete (oranın nimetlerine) kavuşmak istiyorlarlarsa... (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 6/3543)

Onların bu şirke ve küfre karşı ve iman ile inkâr arasındaki ilâhi sınır gözetme hususundaki tavırlarındaki güzel örneklik bu âyette de bu örneği mübalağa ve te’kid (kuvvetlkendirme) amacıyla tekrar ediliyor. Bu örneklik şüphesiz Allah’tan hakkıyla kokup çekinenler, O’na karşı kulluk bilinciyle davrananlar, âhiret hesabından korkanlar, ya da hem dünyada hem de âhirette hayır umanlar içindir. (Mukatil b. Süleyman, Tefsir, 3/350. Şevkânî, A. b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 1736)

Âyetin bir kısmı Muhammed’in (sav)  en güzel örnek gösterildiği âyete benziyor.

“Andolsun, Allah’ın Rasûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır...”(Ahzâb 33/21)

Burada “Allah Rasûlünde”, sadedinde olduğumuz âyette “onlarda” deniliyor. Burada âyetin sonunda “Allah’ı çok zikreden” ilavesi var.Sadedinde olduğumuz âyet ise

“… Kim yüz çevirirse bilsin ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır”şeklinde sona eriyor.

Bir önceki âyetten bir müddet sonra nâzil olan bu âyette isim vermeden “onlarda” denilerek hz. İbrahim ve beraberindekilerde müslümanlar için güzel bir örneklik olduğu tekrar ediliyor. “Onlar”dan maksat hz. İbrahim ve onun beraberindekilerdir. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/350. el-Hâzin, M. b. İ. Tefsir, 4/281. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3048)

İman edenler eğer hz. İbrahim’i ve beraberinde olan, özellikle onun zamanındaki peygamberleri hatırlarlarsa, onlarda kendi hayatlarına taşıyabilecekleri ve üretebilecekleri mükemmel örneklik bulurlar. Ancak kim, Allah’ın emrinden yüz çevirirse, kibirli bir şekilde arkasını dönüp giderse, Allah’ın düşmanları veli, yani candan dost ve müslümanların aleyine müttefik edinirse, onlara yürekten muhabbet duyarsa; Allah’ın böylelerinin imanına ihtiyacı yoktur. (Taberî, İbn Cerir. Câmiu’l-Beyân 12/60. İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İ. Muhtasar Tefsir, 3/483)

-Son söz

Görülüyor k’Kur’an, hem hz. Muhammed’te, hem de İbrahim’de, hatta onun yanında olanlarda iman edenler için en güzel örnek olduğunu haber veriyor. Bu hayali bir sey değildir elbette. Yaşanmış, tecrübe edilmiş, uygulanmış bir davranış modeli. Bu âyetlerden hiç bir müslüman hz. İbrahim’in elbise şeklinin, boyunun, vücut biçiminin, kullandığı eşyaların, saç sakal tipinin örnek gösterildiğini iddia edemez. Üstelik böyle bir iddia havada kalır. Zira hiç kimse hz. İbrahim’in vücut yapısını, kullandığı eşyaları, giyimini bilemez. Bunlar sonraki nesiller için gayb durumundadır. Öyleyse âyette kasdedilen başka bir örnekliktir. Hz. İbrahim’in teslimiyeti, imanı, çabası, gayreti ve uğradığı onca imtihana karşın sabredip teslim olması, yani kulluğu ve Allah yolunda fedakârlık yapması, ölene kadar davette bulunmasıdır. İbadeti, şükrü, sabrı, metâneti, takvası ve dik duruşudur.

Hz. Muhammed’in örnek gösterilmesi de buna benzer. Onun örnekliği kullandığı eşyalar, alet ve edavatlar, saç rengi tipi, başına örttüğü örtüler, sakal tipi veya ev döşemesi, boyu posu, nerede oturduğu, nerede dinlendiği, evinin mobilyası, yediği yemek çeşidi, elbsiesinin tipi veya rengi v.b. değil; nasıl giyindiği, nasıl oturduğu, nasıl yediği, nasıl davrandığı, nasıl şükrettiği, nasıl takvalı olduğu, nasıl gayret ettiği, nasıl sakındığı ve benzeri alanlardır. Yani ahlâkı, takvası, ibadet şuuru, sabrı, cihadı ve tevhide uygun duruşu, sebatı, akideden taviz vermemesi, Rabbine tevekkülü, ihlası ve üzerine düşeni hakkıyla yerine getirmesidir.

Bütün bunları akla getirmeden örneklik diye onun ayakkabasına, elbise rengine, saç veya sakalının uzunluğuna, el ile yemek yemesine, o günün yemek kültürüne, o günün eşyalarına takılıp kalanlar, onu değil, görüntüleri, şekli, kumaşı, taşı toprağı, kılı ve terliği örnek almış olurlar.

Hatta daha da tehlikelisi Peygamber’e ait bu gibi şeylerde bir kutsallık var zannedip aşırı yüceltirler. Halbuki Kur’an’ın gösterdiği hedef bu değildir.

Peygamber’in üretilebilir örnekliğini kendi hayatına, zamanına, çağına taşımak. O örneklikten faydalanarak bu devirde İslâmî kişilik oluşturmak, Allah, âlem, insan, âhiret tasavvurunu Tevhîde uygun hâle getirmek. Sonra da hakkıyla kulluk yapabilme bilincine ulaşmaktır. Ya da Peygamber’i (sav) örnek alarak Allah’ın razı olacağı bir hayatı, ahlâkı yaşayanladan, şükredenlerden olmaya çalışmaktır.

Rasûlüllah’ı Kur’an’ın gösterdiği gibi örnek almak duasıyla...

 

16.02.2017

Zaandam