EN HAYIRLI TOPLULUK 1
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
14/03/2016 - 12:55

“Siz, insanlığ(ın iyiliği) için çıkarılmış hayırlı bir topluluksunuz (ümmetsiniz); (çünkü siz) emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker yaparsınız ve Allah'a inanırsınız. Eğer ehl-i kitap (geçmiş vahyin mensupları), (bu tür bir) inanca ermiş olsalardı, bu, kendi iyiliklerine olacaktı; (ama) içlerinden pek az inanan bulunsa da onların çoğu fasıktır.” (Âli İmran 3/110)

En hayırlı topluluk kimlerdir?

Kim kimden daha hayırlıdır?

Kim neye göre hayırlıdır?

Ya da insanların hayırlı dedikleri şey nedir? Hayırlı olmanın ölçüsü ne olabilir?

Herkes kendine göre bir iddiada bulunabilir. Kendine göre hayrın ve şerrin ölçüsünü koyabilir. Aklı erdiği kadarıyla iyinin ve kötünün tarifini yapabilir.

Ama bütün bunlar ne kadar gerçekçi olabilir?

İsteyen istediği kadar övünsün, istediği kadar ben iyiyim veya hayırlıyım desin; sonuç hayrın da şerrin de mutlak ölçsünü koyan Allah’ın dediği gibidir.

Kur’an’da “hayru’l-beriyye” ve “şerrü’l-beriyye” ifadeleri var. Yani yaratılmışların en hayırlıları, yaratılmışların en şerlileri.

Acaba kimlerdir bunlar?

Muhakkak ki iman edip sâlih amel işleyenler, işte yaratılmışların en hayırlıları onlardır.” (Beyyine 98 /7)

Tersi de var...

“Ehl-i kitaptan veya müşriklerden küfredenler muhakkak cehennem ateşindedirler. Orada ebedî kalıcıdırlar ve onlar yaratılmışların en şerlileridir.”(Beyyine 98/6)

Buna göre iyi veya hayırlı olmanın ölçüsü belli. İman etmek ve buna bağlı olarak salih amel işlemek. Salih amel işlemenin geniş bir sınırı olmakla beraber kısaca sağlam ve yararlı iş yapmaktır denilebilir.

Sâlih amel; yani zarardan ve fesattan uzak,

yapanın kendisine, çevresine, insanlara, dünyasına ve Âhiretine fayda veren faaliyetler,

içinda batıl, yanlış, sapıklık bulunmayan en güzel davranışlar,

kalbi besleyen, ruha yücelik kazandıran, nefsi arından işler.

işe yarayan, maksada ve Allah rızasına uygun, sevap kazandırıcı çalışmalar,

yani ibadet değeri kazancak her şey,

hepsi sâlih amel katagorisine girer.

Öyleyse en doğru ve şaşmaz iman ilkelerine iman eden,

hayrın ve şerrin Allah (cc) tarafından yaratıldığını, ama bu ikisinden birisini seçip işleme özgürlüğünün insana verildiğine inanan,

bu inancın hem gereği hem de kazanımı olarak doğru ve güzel davranış sergileyen, iyilik eden, yardım etmekten geri kalmayan, paylaşan, başkasını düşünen,

başkasının hakkına asla el uzatmayan, kimseye zarar vermeyen,

nefsinde, evinde, sokakta ve çevrede temiz olan, hiç bir araçla hiç bir kirliliğe sebep olmayan,

doğru olan, işini düzgün yapan, başkasını hiç bir şekilde aldatmayan, bunu insanlık onuruna aykırı bulan,

başı dik, yüzü güleç, eli açık, kanaatkâr, yiğit karakterli, merhametli ve alçak gönüllü olan,

kendi istediğini başkaları içinde isteyen, kendisine yapılmasını istemediği şeyleri başkasına yapmayan sâlih amel işliyor demektir ve o hayırlıdır.

Hayırlı kimse, bâtıl ve hurafelere değil mutlaka gerçeğe inanır. Hayırlı kimse insanlar tarafından her asra, her kafaya, her kefeye uyan inanışlara değil, Mutlak İrade sahibinden gelenlere iman eder.

Sonra en güzel davranışları sergiler, en güzel ahlâkı kuşanır, en üstün karaktere sahip olmaya çalışır. Adem gibi adam olmanın gayretindedir.

Hayırlı insan, hep hayır işler. Kendisi için, ailesi için, insanlar için hayırdan başka bir şey düşünmez. Bencil (egoist), çıkarcı (menfeatperest) değil; başkalarını da hesaba katan (diğergâm)dır.

Hayırda yarışmaktan hoşlanır. (Maide 6/2, 48. Enbiya 21/90. Mü’minûn 23/61) Hayırlı işlere Yaratıcının adıyla başlar. Bilir ki Yaratıcının adıyla başlanmayan hiç bir işin sonu hayırlı gelmez.

Tarihteadları bilinen ve bilinmeyen pek çok hayırlı insan gelip geçmiştir. Onlar insanlara hiç bir zarar vermemişlerdir. Üstelik onlar fikirleriyle, çalışmalarıyla, mücadeleleriyle topluma iyilikte bulunmuşlardır. Toplum içinde kötülüğün değil iyiliğin temsicisi olmuşlar, çirkinliğin değil, faziletin yaygınlaşması için emek vermişlerdir.

Hayırlı insanlar, zalimin, hırsızın, sahtekârın, üç kağıtçının, sapığın, insanları farklı şekilde zehirleyenlerin, ifsat edenlerin, yoldan çıkaranların hasmıdırlar.

Onlar, insanlara iyi/güzel/hayırlı şeyleri tavsiye ederler, öğretirler, yol gösterirler. Kötü olan şeylerden alıkoymaya çalışırlar. Hayırlı işlerde ön geçmek için gayret ederler. (Âli İmran 3/114)

Seçilmiş bütün peygamberler ve onların ahlâkları, anlayış, görüş ve izinden gidenler hayırlılardır. (Sâd 37/48) Yani Peygamberleri kenedilerine örnek alanlar hayırlı toplumdur.

İşte bütün bütün bunların tersini yapanlar da Kur’an’ın deyimi ile şerli/hayırsız/meymenetsiz (Beled 90/19) insanlardır.

‘Yaratılmışların en hayırlıları’ hakkıyla iman edip, en güzel davranışları sergileyenlerdir. Onlar aynı zamanda meymenetli kimselerdir. (Beled 90/18)

‘Yaratılmışların en şerlileri’, bile bile küfredip sonra da hakkın amansız düşmanı kesilen, şeytanî işlerin deli divanesi olan, her türlü zararlı işleri yapan, insanları ve toplumu ifsat edenlerdir, karada ve denizde fesadı yaygınlaştıranlardır.

‘Yaratılmışların en şerlileri’ kendilerine zarar verdikleri gibi, insanlığa da zarar verirler. Onlar insanların hakkını yerler, haksızlık yaparlar, zulmederler, mazalumları haksız yere öldürürler. Şeytanın dostlarıdır ve onun hoşuna gidecek faaliyetleri yaparlar.

 

-Hayırlı ümmetin özel sıfatları:

İman edenler insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı toplumdur. Zira âyet böyle diyor.(Âli İmran 3/110) Ancak burada şu soruyu sormak gerekir. Her müslümanım diyen,  ismi resmen müslüman olarak kaydedilen, ya da atalarına uyarak müslüman olan herkes bu nitelemeye dahil midir?

Yoksa hayırlı toplumun mensubu sayılmak için bazı sıfatları taşımak, bazı önemli görevleri yapmak gerekir mi?

Unutmamak gerekir her nimet bir külfet, her mükafât bir çalışma karşılığıdır. Âyet zımnen “bazı görevleri yerine getiren hayırlı toplum (ümmet) sıfatını kazanır. Öyleyse siz ey son vahyin muhatapları hayırlı ümmet olmak için bu vazifeleri yapın” diyor. Hayırlı ümmetten sayılmak için ‘ben müslümanım’ deyip hiç bir yapmamakla olmaz. Nitekim bir ayette buna benzer konuya dikkat çekiliyor:

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebût 29/2-3)

Hayırlı toplumun özel sıfatlarını vardır ve onları şöyle sıralayabiriz:

 

1-Emr-i bi’l-ma’ruf yapmaları

‘Ma’ruf’, iyiliği ve güzelliği bilinen, tecrübe edilen, faydası görülen, din ve akıl tarafından hoş görülen söz ve davranışların tümüdür. İyi düşünen akıl sahipleri yani bir anlamda vicdanı sahipleri; iyi ve güzel davranışları tanırlar ve onları yaşatırlar.

Kur’an, ‘ma’ruf’un emredilmesini istemektedir. “Sizden, hayra çağıran, ma’rufu emreden ve münkerden sakındıran bir topluluk (ümmet) bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Âli İmran 3/104. Ayrıca bakınız: Hacc 22/41. Tevbe 9/112.Lukman 31/17)

Ma’ruf’u emretmek dinin mü'minlere yüklediği bir görev olmanın yanında övücü bir sıfattır. Bu görevin yerine getirilmesiyle beraber belki yeryüzündeki fesatlar azalır ve toplum ıslah olur.  

İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet (topluluk) ma’rufu emredenlerdir. (Âli İmran, 3/110) Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidirler (dostudurlar). O yüzden onlar birbirlerine ma’rufu emrederler. (Tevbe 9/71) 

Ümmet kelimesinin bir anlamı da öne düşen, çeşitli insan gruplarını bir araya toplayan, kendine uyulan bir topluluk, bir cemaat demektir. Bu şekilde, insanlara önderlik ve örneklik etmek üzere bir araya gelen mü’minlere (hayırlı ümmete) düşen ilk görevlerden biri de, ‘ma’rufu emretmek’, ‘münkerden sakındırmak’ ve ‘hara davet etmek’tir.

Bazı alimlere göre buradaki; ‘sizden bir ümmet bulunsun’ ifadesi, ‘ma’rufu emretme’  görevinin bütün müslümanlara değil, bu konuyu yapabilecek davetçi müslümanlara aittir. Dolaysıyla bazı müslümanlar bu görevi yaparlarsa, diğerlerinden farz görevi düşer. Bu görevi kimse yerine getirmezse, bütün müslümanlar sorumlu olur.

Kimi alimlere göre de bu emir bütün müslümanlaradır. Çünkü Kur’an’ın diğer âyetlerinde ve bir çok hadiste bu emir genel olarak bütün müslümanlara yöneliktir. Mü’minlerin özellikleri sayılırken, onların ma’ruf’u emrettikleri, münker’den sakındırdıkları açıklanıyor.

Ma’ruf’u emretmek öncelikli olarak bir eğitim, irşad, öğüt, cehd (yoğun çaba-cihad) olduğuna göre, sorumlu durumunda olan bütün müslümanlar ellerinin altındakilere karşı bu görevi yapacaktır. Baba çocuğuna karşı, ev reisi ev halkına karşı, hoca öğrencilerine karşı, yünetici yönettiği insanlara karşı ma’ruf’u emretme konumunda olacaktır. Bu görevin de hikmetle, güzel öğütlerle ve mücadelenin en güzel şekliyle yapılması gerekir. (Nahl 16/125)

Ma’ruf’e emretmek, hiç bir zaman başkalarına karışmak, işine haksız yere burnunu sokmak, hele hele bir müslümanı yaptığı işden (amelinden) dolayı yargılamak değildir. Bu, müslümanların bir kulluk görevidir. Birbirlerinin velisi olan mü’minler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederek, ma’ruf işlerde yardımcı olarak, münkerlerden sakındırarark velilik vazifelerini yerine getirirler.

Maruf’u emretmek, münkerden alıkoymak görevi aynı zamanda, sorumlu kimselerin elleri altındaki kimseleri eğitme, yetiştirme ve irşad etme görevidir.

 

2-Nehy-i ani’l-münker yapmaları,

‘Münker’, tanınmayan, inkâr edilen, akla uymayan, reddedilen şey demektir.

Münker, sağlam aklın çirkin dediği, güzel olup olmadığı konusunda şüphe duyduğu fiillerdir. Daha kısa bir tanımla şöyle söylenebilir: İslâmın ve akl-ı selimin (sağlam aklın) hoş görmediği söz ve davranışlardır.

‘Münker’ ‘ma’ruf’un tam zıddıdır.

İslâm, hem Allah’a karşı işlenilen hatalara, hem de kullara verilen zararlara münker diyor. Münkerlerin kişi ve toplum hayatında yaygınlaşması, huzuru bozar, zulmü artırır, fitne ve karışıklığa yol açar.

Kişi, ‘münker’e karşı devamlı dikkatli olmalıdır. Bir insan münkeri işlemeye devam ederse, onu bir kural, terkedilmesi zor bir âdet haline getirir. İnsan, şeytanın aldatmalarıyla yüzyüze geldiği için, her an ‘münker’e sapabilir. Bu bakımdan insanın, devamlı ‘ma’ruf’ işlerle meşgul olması, toplumda herkesin münkerlerle mücadele etmesi gerekir.

Münkerle mücadele İslâmın önemli emirlerinden birisidir. Mü’min olan kimseler devamlı iyiliği (ma’rufu) emreder, kötülükten (münkerden) sakındırırlar. (Âli İmran 3/104,110,114. Tevbe 9/71. Hacc 22/41.Lukman 31/17)

Şu âyette Allah (cc) mü’minleri her türlü münkerden sakındırıyor:

“Şüphe yok ki Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara infak etmeyi emreder, fahşadan (çirkin utanmazlıklardan), münker ve zorbalıktan sizi sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.”(Nahl 16/90)

“Herkes dilediğini yapmakta serbesttir”, “isteyen istediğini yapabilir” anlayışı hiç bir toplumda doğru değildir. İnsan özgür bir varlıktır ama yaptıkları bir başkasına zarar veriyorsa, başkasının hakkına tecavüz ediyorsa, o özgürlük olmaz. Huzurun sağlanması ve hakların korunması için hukuk ilkelerine ve caydırıcı tedbirlere ihtiyaç vardır.

Hak davetten mahrum olan insan, yapısı gereği hataya ve günaha düşebilir. Hatalar giderek kötülüklere ve zulme kadar varabilir. Kötülüklerin ve ahlâksızlığın yaygınlaştığı toplumlarda huzurun ve insanlığın olması mümkün değildir. Haksızlık ve zulüm yapanlara engel olunmaması, hakların ihlal edilmesini doğurur.  

Bu nedenle kötülüklerle ve kötülerle mücadele edenlerin olması kaçınılmazdır. Bu mücadele hem fert plânında, hem aile ve toplumsal plânda, hem de siyasî alanda olmalıdır.

Münkerden sakındırmanın duruma göre şartları olabilir. Kişiye ve duruma göre bir tavır takınılır, uygun bir dil ve metod kullanılır. Bu nehy-i ani’l münker görevi, bir irşad ve müslüman kardeşi hayra davet işidir. Kesinlikle mü’mini işlediği münkerden dolayı hesaba çekmek değildir. Çünkü günâhlardan dolayı hesap sorma yetkisi yalnızca Allah’a aittir.

Bir hadiste münker’i önlemenin üç aşaması gösterilmektedir. Bunlar el ile, dil ile münkere engel olmak veya en azından münkerden razı olmamaktır. (Ebu Davud, Melâhim/17 no: 4340)

Münkerle el ile mücadele daha çok çocuk velilerinin ve yetkili otorite sahiplerinin görevidir. Onlar ellerinin altında olanlarda gördükleri münkerleri en uygun yöntemlerle önlemeye çalışırlar. Meşru yöneticiler bu noktada kanunî yetkilerini ve yasaları kullanırlar.

Münkerlere engel olmanın ikincisi dili kullanma metodudur. Bu da her müslümanın yapabileceği kolay ve pratik bir yöntemdir. Bütün müslümanlar birbirlerinin velisi ve kardeşidir. Kardeşler birbirlerinin hayrını isterler, kötülüğe düşmelerini istemezler. Müslüman gerektiği zaman, uygun metodlarla diğer mü’min kardeşine nasihat ederek, yol göstererek, münkerin zararlarını anlatarak ikna etmeye çalışır ve onu o kötülükten uzaklaştırmaya çaba gösterir. Eğer dili ile etkili olamıyorsa, daha fazla zarar vermemek için işi bilenlere bırakır ve o kardeşi için Allah’tan yardım ister, yani onun için dua eder.

Mü’min dili ile bir kötülüğü önleyemiyorsa, hiç olmazsa kalbinden o münkerden nefret eder, yapılmasından razı olmaz. Bu da imanın en zayıf olanıdır.

Münker olan şeylerden sakındırmak hayırlı toplumun önemli bir görevidir. Herkes tek tek, veya toplum olarak bu görevden sorumludur. Çünkü bu görev, İslâmí hayatın yerleşmesini sağlarken, suçların, çirkinliklerin,  haksızlıkların azalmasını sağlar.  

(Devamı var)

 

10.03.2016 

Zaandam-Hollanda