ŞİRK CEPHESİNİN TUZAK TEKLİFLERİ
O günün laik-demokratik Mekke şirk devletinde, Âlemlerin Rabbi Allah tarafından Nübüvvet ve Risâlet ile görevli kılınan en son Nebî ve en son Rasul Rasulullah Muhammed (s.a.s.), Rabbi Allah'ın verdiği görevini hiç kimseden korkmadan, çekinmeden ve asla taviz vermeden yerine getirmeye devam ediyordu...
19/06/2013 - 16:40

 Allah Azze ve Celle, O'nu emretmişti:
 
 “Öyleyse sen, emrolunduğun şeyi (kafaları çatlatırcasına) açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme. Şübhesiz o alay edenlere (karşı) Biz sana yeteriz.'' 1
 
Mekke müşriklerinin alayları, dalga geçmeleri, eziyetleri ve kınamaları, Rasulullah (s.a.s.)'i, Rabbi Allah Teâlâ'nın inzâl buyurduğu ayetleri tebliğ etmekten alıkoyamadı... İnsanları, İslâm'a davet etmesini engelleyemedi... Rasulullah (s.a.s.), Rabbi Allah'ın emrettiği gibi davrandı ve tebliğ vazifesini sürdürdü... Müşriklerin zulüm ve işkencelerine rağmen, İslâm daveti yayılmaya, her gün yeni katılımlarla genişlemeye başladı...
 
Mekke devletinin laik-demokratik müşrik yöneticileri, iman eden mü'min müslümanlara en ağır işkenceler, en korkunç zulümler yapmalarına, karşı çıkmalarına rağmen, dininden geri dönenler olmadığı gibi, gün geçtikçe müslümanların sayısında artış olmaktaydı... Laik-demokratik şirk yönetimi, devlet terörü uygulayarak mustaz'af mü'min müslümanları öldürmeye, işkenceler ile sakat bırakmaya başladı... Ölenler, ölümsüzleştiler, yani şehid oldular, kalanlar ise sabredip dayanmayı sürdürdüler...
 
 Rabbimiz Allah, muvahhid mü'min kullarına:
 
 “Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.” 2 buyuruyordu.
 
 İnsan kullarına, gönderilen vahyi tebliğ etsin diye vazifelendirdiği Rasulü Muhammed (s.a.s.)'e şöyle buyuruyordu:
 
 ''De ki : ' Ben gerçekten, yalnızca Rabbime duâ ediyorum ve O'na hiç kimseyi ( ve hiçbir şeyi ) ortak koşmuyorum.'
 
 De ki : ' Doğrusu ben, sizin için ne bir zarar, ne de bir yarar (irşâd) sağlayabilirim.'
 
 De ki : ' Muhakkak beni Allah'dan (gelebilecek bir azaba karşı) hiç kimse asla kurtaramaz ve O'nun dışında asla bir sığınak da bulamam.
 
 (Benim görevim,) yalnızca Allah'dan olanı ve O'nun gönderdiklerini tebliğ etmektir. Kim Allah'a ve O'nun Rasulüne isyan ederse, içinde ebedî kalıcılar olmak üzere onun için cehennem ateşi vardır.'' 3
 
Tebliğ devam etti, direniş devam etti, ne Rasulullah (s.a.s.) yıldı, ne de O'na ve getirdiği hak olana katıksız iman eden muvahhid mü'minler!...
 
Laik-demokratik Mekke şirk devletinin terörist yöneticileri ve onların yandaşları, tevhid cephesinin muvahhid mü'minlerini engellemek ya da işlerini bitirip susturmak için yeni yeni yollar deneyip şeytanî tuzaklara başvurdular...
 
Rasulullah (s.a.s.)'e dâvâsından vazgeçmesi için çeşitli tekliflerde bulundular... Bir insanın dünyalık olarak nefsinin istediği her şeyi kendisine sundular... Hepsini kendisine verecekler, buna karşılık getirdiği bu dâvâsından ve iddia ettiklerini terk edecek, böylece sulh meydana gelecekti...
 
Rasulullah (s.a.s.) ve O'na katıksız iman eden muvahhid mü'minlerin dışında bu teklifler, kime yapılırsa, hemen kabul görecek ve anlaşmanın altına imzasını büyük bir iştah ile atabilecekti...
 
Mü'min müslümanlar, yegâne önderleri ve hayat örnekleri olan Rasulullah (s.a.s.)'den ders almış, öğrenmiş, bilmiş, idrak edip kesin iman etmişlerdir ki, mü'min şahsiyet asla satılık değildir ve asla satılmaz… Çünkü onlar, mallarını ve canlarını cennet karşılığında Rabbleri Allah'a satmış, alışveriş-veriş olup bitmiştir... 4 Rabbleri Allah'a sattıkları malları ve canları karşılığında aldıkları ebedî cennetten daha değerli bir şey yoktur ki, bu anlaşmayı bozsunlar ve diğeriyle anlaşsın...
 
Hakikat bu olunca, muvahhid mü'minler, önderleri Rasulullah (s.a.s.)'in tavrıyla hareket etmekte ve dâvâlarından vazgeçmek şöyle dursun, zerre kadar taviz bile gündeme gelmemektedir... Bu hâl, katıksız imanın vazgeçilmezi, olmazsa olmazıdır!..
 
 “Allah, iman edenlerin velîsidir. Onları, karanlıklardan nûra çıkarır. İnkâr edenlerin velîsi ise tağuttur. Onları, nûrdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.'' 5
 
Velîleri, İblis ve diğer şeytanlar olan müşrikler ve kâfirler, nûrdan koparılıp karanlıklara sürüklenip atılmıştır... Onlara şeytanlar dost olmuş, onlar da şeytanların dostları olmuşlardır... Şeytan, onlara çok çeşitli tuzaklar öğretmekte, akla hayale gelmeyen projeler üretmektedir... Onlardan birisi de, Allah'ın velîleri ve sadık kulları olan muvahhid mü'min müslümanlara taviz vermemeleridir... Bu taviz vermek ile, muvahhid mü'minlerden taviz koparmak isterler... Böylece onları, kurdukları tuzağa düşürür, hak yoldan sapmalarına uğraşırlar...
 
 Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
 
 ''Şu hâlde yalanlayanlara itaat etme.
 
 Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler. O zaman onlar da sana yaranıp uzlaşacaklardı.'' 6
 
Allah'dan gelen hakkı yalanlayan, inkâr eden ve iman etmeyi reddeden Mekke şirk devletinin laik-demokratik yöneticileri, kendisi ve ümmeti ile uğraşmaktan bıkınca, onların zulme karşı dirençlerinden dolayı yılınca, Rasulullah (s.a.s.)'den taviz koparmak için çok câzib görünen tuzak teklifler sunmaya çalıştılar...
 
 İşte onlardan biri!..
 
 ''Kavminin efendisi olan Utbe b. Rabia, bir gün Kureyş'in meclisinde oturduğu ve Rasulullah (s.a.s.)in de mescidde (Kabe'nin yanında) yalnız oturduğu hâlde dedi ki:
 
 — Ey Kureyş topluluğu, biliniz ki ben, Muhammed'e gidiyorum. O'nunla konuşacağım ve O'na birtakım şeyler arz edeceğim. Umulur ki O, onların bir kısmını kabul eder. Bir de, onların hangisini dilerse, O'na veririz. Böylece bizden vazgeçer.
 
 Utbe'nin bu girişimi, Hamza (r.a.)'ın müslüman olduğu ve Rasulullah (s.a.s.)'in Ashabı'nın arttığı ve çoğaldıklarını gördükleri bir sırada idi.
 
 Onlar da:
 
 — Evet, olur, Ya Ebu’l-Velîd! Kalk, O'na git ve O'nunla konuş, dediler.
 
 Bunun üzerine Utbe, O'na gitti. Rasulullah (s.a.s.)'in yanına oturdu ve şöyle söze başladı:
 
—  Ey kardeşimin oğlu, şübhesiz sen, gördüğün gibi bizden aşiretçe ve nesebdeki yerin itibariyle şereflisin. Ve sen, kavmine büyük bir iş ile geldin. Onunla, onların cemaatini dağıttın. Onunla, onların akıllarını sefihliğe nisbet ettin. Onların ilâhlarını ve dinlerini ayıpladın. Ve onunla, onların geçmiş babalarını küfre nisbet ettin. O hâlde beni dinle!
 
Sana birtakım şeyler arz edeceğim ki, onlar hakkında düşünürsün. Umulur ki, onlardan bir kısmını kabul edersin, dedi.
 
 Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) de ona:
 
 '' Söyle, ya Ebu'l- Velîd, dinleyeyim.'' buyurdu.
 
 Utbe dedi ki:
 
 — Ey kardeşimin oğlu, eğer sen bu işten, kendisiyle geldiğin şey ile mal dilersen, mallarımızdan sana mal topladık ki, malı en çok olanımız olasın. Eğer onunla şeref dilersen, seni bizim üzerimize efendi/başkan yaptık. Öyle ki, artık, sensiz bir işe kat-î karar vermeyiz. Eğer onunla saltanat murad edersen, seni bizim üzerimize melik/kral kıldık. Eğer bu sana gelen şey, sana görünen cinden bir şey ise, sen onu kendinden çevirmeye kadir olmazsan, biz senin için tedavi ararız ve seni ondan iyileştirene kadar o hususta mallarımızı sarf ederiz. Çünkü adamın peşine düşen cin, çoğu zaman insana galib gelir ve tedavi olmadıkça ondan çıkmaz. Belki de onun getirdiği şiir içini coşturdu.
 
 Vallahi, siz Abdulmuttalib oğulları, başkalarının yapamadığı şekilde şiir söyleyebiliyorsunuz!..
 
 Nihayet Utbe sözünü bitirdi.
 
 Rasulullah (s.a.s.) :
 
 ''Ya Ebu'l-Velîd, sözün bitti mi?'' buyurdu.
 
 Utbe:
 
 — Evet, dedi.
 
 Rasulullah:
 
 ''O hâlde beni dinle!'' buyurdu.
 
 Utbe:
 
 —Dinliyorum, dedi.
 
 Rasulullah, bunun üzerine Kur'ân'dan ( Fussilet Sûresi'ni ) okumaya başladı:
 
'' Bismillahirrahmânirrahîm.
 
 Hâ, Mîm.
 
 ( Bu Kur'ân ) Rahmân ve Rahîmden indirilmiştir.
 
 Bilen bir kavîm için, ayetleri ( çeşitli biçimlerde, birer birer) fasıllar hâlinde açıklanmış, Arabça Kur'ân (veya okunan) Kitab'dır.
 
 Bir müjde verici ve uyarıcı olarak. Amma çoğu yüz çevirdiler. Artık onlar dinlemezler.
 
 Dediler ki : ' Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalblerimiz bir örtü içindedir. Kulaklarımız da bir ağırlık, bizimle senin aranda bir perde vardır. Artık sen ( yapabileceğini ) yap, biz de gerçekten yapıyoruz.'' ( Fussilet, 41/1-5)
 
 Sonra Rasulullah (s.a.s.), o ayetleri ona okumaya devam etti. Utbe, O'ndan onları işittiği zaman dinledi ve ellerini arkasına koyup onlara dayanıyor ve dinliyordu. Sonra Rasulullah (s.a.s.) , Sûreden secdeye kadar vardı ve secde etti. Sonra:
 
 '' Ya Ebu'l-Velîd, dinlediğin şeyi dinledin. İşte sen, işte bu!'' buyurdu.
 
 Bunun üzerine Utbe, kalkıp arkadaşlarının yanına gitti. Arkadaşları, Utbe'yi gelirken gördüklerinde birbirlerine:
 
—Vallahi, Ebu'l-Vel'îd'in yüzü değişmiştir.
 
 Utbe, yanlarına gelip oturduğu zaman:
 
—  Ne yaptın ya Ebu'l-Velîd ? diye sordular.
 
 Utbe dedi ki:
 
— Şunu yaptım. Ben, bir söz işittim ki vallahi, onun mislini şimdiye kadar asla işitmemiştim. Vallahi o, ne şiirdir, ne sihirdir, ne de kehânettir.
 
 Ey Kureyş, bana itaat ediniz! O'nu, bana bırakınız ve bu adamı, içinde bulunduğu hâlde serbest bırakınız, O'ndan vazgeçiniz.
 
Allah'a andolsun ki, O'dan işittiğim sözü, elbette büyük bir haber olacak. Eğer Arablar, O'nu mağlub ederlerse, demek başka yoldan O'nu sizden alıkoymuş oluyorum. Eğer O, Arablara galib olursa, O'nun mülkü, sizin mülkünüzdür. O'nun izzeti, sizin izzetinizdir ve siz, onunla insanların en mes'udu olursunuz!
 
 Arkadaşları:
 
 — Vallahi, ya Ebu'l-Velîd, O, seni lisanıyla büyülemiş, dediler.
 
 Utbe dedi ki:
 
 — Bu, benim reyim ve görüşümdür. O hâlde sizin aklınıza ne geliyorsa, onu yapınız!'' 7
 
 Siyer Ulemâsı, olayı bir hakikat olarak bu şekilde tesbit edip aktarırken, Hadis Ulemâsı, bazı farklarla şu şekilde nakletmektedirler:
 
 '' Cabir b. Abdullah (r.anhuma) anlatıyor:
 
Kureyşliler, bir gün bir araya gelerek şöyle dediler:
 
 — Sihri, kâhinliği ve şiiri en fazla, en güzel bileninizi seçin. Toplumumuzu parçalayan, işlerimizi darmadağın eden, dinimize dil uzatan şu kişiye varsın, O'nunla konuşsun ve O'nun ne cevab vereceğini dikkatle izlesin!
 
 Onlar (Kureyşliler) :
 
 — Utbe b. Rabia'dan başka bu işi becerecek kimseyi tanımıyoruz, dediler.
 
 Utbe'ye :
 
 —Ya Ebu'l-Velîd, sen git! dediler.
 
 Utbe, Rasulullah (s.a.s.)'e gelip:
 
 — Ya Muhammed, sen mi üstünsün, yoksa (baban) Abdullah mı? diye sordu.
 
 Rasulullah (s.a.s.) cevab vermedi.
 
 Utbe  :
 
 —Ya Muhammed, sen mi daha hayırlısın, yoksa Abdulmuttalib mi? diye sordu.
 
 Rasulullah (s.a.s.) yine sustu.
 
 Utbe :
 
—  Eğer sen bunların, senden daha hayırlı olduklarını söylüyorsan, onlar, senin bugün ayıpladığın, dil uzattığın ilâhlara taptılar. Eğer sen, onlardan hayırlı olduğunu iddia ediyorsan, konuş, senin sözünü dinleyelim.
 
Allah'a yemin ederim ki, kavmi hakkınız da senden daha beceriksiz bir yavru olduğunu sanmıyoruz. Sen, bizim toplumumuzu parçaladın, işlerimizi darmadağın ettin, dinimize dil uzattın. Arablar arasında bizi rezil ettin. Hattâ Arablar arasında şöyle sözler yayıldı: Kureyş'in içinde bir sihirbaz var. Kureyş'in içinde bir kahin var.
 
 Allah'a yemin ederim ki biz, ancak bir hamile kadının çığlığını ( savaş çığlığını ) bekliyoruz. O zaman bir kısmımız, diğerine kılıçlarla hucûm edecek ve yok olacağız.
 
 Be adam! Eğer kadınlara ihtiyacın varsa, Kureyş'in hangi hanımını istersen iste, onlardan on tanesini seninle evlendirelim. Yok eğer mala ihtiyacın varsa, sana aramızda mal toplayalım da sen, Kureyş'in en zengin kişisi olasın, dedi.
 
 Rasulullah (s.a.s.):
 
 ''Sözün bitti mi ?'' diye sordu.
 
 Utbe:
 
— Evet, dedi.
 
 Rasulullah (s.a.s):
 
 ''Bismillahirrahmânirrahîm.
 
 Hâ, Mîm.
 
 ( Bu Kur'ân ) Rahmân ve Rahîm'den indirilmiştir.'' (Fussilet, 41/1-13) ayetlerini okudu.
 
 '' Bu durumda eğer onlar yüz çevirirlerse, artık de ki : ' Ben sizi, Âd ve Semûd ( kavimlerinin ) yıldırımına benzer bir yıldırımla uyardım.'' (Fussilet, 41/13) ayetine vardığında,
 
 Ukbe:
 
 —Yeter, fazla okuma! Bundan başka yanında bir şey yok mu? diye sordu.
 
 Rasulullah (s.a.s.) :
 
 '' Hayır.'' Karşılığını verdi.
 
Bunun üzerine Utbe, Kureyş'e döndü.
 
 Kureyş:
 
—  Bize, ne haber getirdin? diye sordular.
 
 Utbe:
 
—  Söylemedik hiçbir şey bırakmadım. Sizin konuşmak istediğiniz her şeyi konuştum, dedi.
 
 Kureyş :
 
—  Muhammed, sana cevab vermedi mi? diye sordular.
 
 Utbe:
 
 —   Evet, verdi, deyip şöyle devam etti:
 
 — Hayır, şu Kâbe'yi mabed olarak diken Allah'a yemin ederim ki ben, Muhammed'in sözlerinden bir şey anlamadım. Ancak O, sizi Âd ve Semûd'un başına inen yıldırım gibi bir yıldırımla uyarmaktadır, dedi.
 
 Kureyşliler:
 
—  Yazıklar olsun sana! Adam, seninle Arabça konuştu, sen ise ne konuştuğunu bilmiyorsun, dediler.
 
Utbe:
 
— Hayır, Allah’a yemin ederim ki, O’nun söylediklerinden yıldırım bahsinden başka hiçbir şey anlamadım, dedi.” 8
 
 Beyhakî ile başkaları da bu hadisi, Hâkim’den nakletmişlerdir. Fakat onların naklinde:
 
 Ukbe:
 
—  Eğer bize baş olmak istiyorsan, sana bayraklarımızı bağlarız. Sağ kaldığın müddetçe başımızda kalırsın, der.
 
 Ayrıca bunda, Rasulullah (s.a.s.):
 
 '' Bu durumda eğer onlar yüz çevirirlerse, artık de ki : ' Ben sizi, Âd ve Semûd ( kavimlerinin ) yıldırımına benzer bir yıldırımla uyardım.'' ( Fussilet, 41/13) ayet-i kerimesini okuyunca Utbe, eliyle Rasulullah (s.a.s.)'in ağzını tutup :
 
—  Allah aşkına sus! dedi. 9
 
 Laik-demokratik Mekke şirk devletinin sözcüsü ve temsilcisi Utbe b. Rabia, devleti ve hükümeti adına susturmak ya da gündemden düşürmek için Rasulullah (s.a.s.)'e bu tekliflerle gelmişti... Rasulullah (s.a.s.), iddia ettiği '' Lâ ilâhe illallah'' dâvâsından vazgeçecek, bununla hedeflediği zengin olmaksa zenginleştirilecek, güzel kadınlarla evlendirilecek ve eğer bu iddiasıyla Mekke'nin yönetimini ele geçirip onlara Melik/kral olmak istiyorsa, onlar O'nu başlarına kral yapacaklar... Yeter ki, bu birliklerini dağıtan, onları birbirine düşüren, dinlerini aşağılayan ve ilâhlarını hiçe sayan bu iddiadan uzaklaşılsın...
 
Şirk cephesinin her zamanki tavrı budur… Çünkü onlar, her olaya dünyalık açısından bakar, dünya menfaatlerini ön planda değerlendirirler... O hâlde böyle bir iddia ile ortaya çıkan ve onları rahatsız eden herhangi bir kişiye ya da topluluğa dünyalık bazı menfaatler sunulmalı böylece onlar susturulmalı ve yahud iddia ettikleri gündemden düşürülmelidir… Dünya malı, serveti ve makamı karşısında dize gelmeyen kim vardır ki?.. Onlar, imanın tadını tatmış mü'min müslümanı tanıyamadıkları ve onun Tevhid üzere sabitleşmiş karakterini bilemedikleri için, bu teklifler karşısında onun da dize gelebileceğini ve hak dâvâsında vazgeçeceğini zannediyorlar... Bundan dolayı, onlardan öncekilerin Rasulullah (s.a.s.)'e yaptıkları teklifleri, Rasulullah (s.a.s.)'in sünnetini kuşanmış ve O'nun izinden giden muvahhid mü'minlere yapıyorlar... Şirk cephesinde bir şey değişmemişken, Tevhid cephesinde bir değişme asla mümkün değildir!..
 
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), laik-demokratik şirk cephesinden gelen ''dâvânı bir yana bırak, dilediğin kadınlar senin, en zenginimiz oluncaya kadar mal ve başımıza kral ol'' câzib tuzak teklifleri, '' Fussilet Sûresini'' okuyarak cevabladığı gibi, dünyanın neresinde ve hangi çağda olursa olsun mü'min müslümanlara yapılacak benzeri teklifler yine '' Fussilet Sûresi'' okunarak cevablandırılmalıdır...
 
 Laik-demokratik şirk cephesi, İslâm'ı, devlet ve hükümet yönüyle gündem etmemeleri için mü'min müslümanlara kadınlar teklif edebilirler... Mü'minler, önderleri Rasulullah (s.a.s.)'i düşünmeli ve O'na itaat etmelidirler!..
 
 Usâme b. Zeyd (r.anhuma)'nın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s) :
 
 ''Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı hiçbir fitne (imtihan vesilesi) bırakmadım.''11
 
 Rasulullah (s.a.s.) böyle buyuruyor:
 
 Muvahhid mü'minlere, onları dünyada zengin edecek mallar, servetler, ihâleler, şirketler teklif edebilirler... Yeter ki, laik-demokratik şirk düzenlerini bozmasınlar, uyumlu davransınlar ve İslam'ı sosyal hayat düzeni olarak topluma teklif etmesinler... Mü'minler, bu fitneye düşmemek, dünyada da, ahirette de kurtuluşa erenlerden olmak için, yine Rasulullah (s.a.s)'i dinleyip itaat etmelidirler.
 
 Ka'b b. Iyâd (r.a.)'nın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.) :
 
 ''Her ümmetin bir fitnesi vardır ve benim ümmetimin fitnesi maldır.'' 11
 
 Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.
 
 Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
 
 ''Zenginlik mal çokluğundan meydana gelir değildir. Lâkin asıl zenginlik, insanın gönül zenginliğidir.'' 12
 
 İslâm topraklarını işgal eden tağutî düzenlerin egemenleri, esaret altındaki mü'min müslümanları, işgal edilen miraslarını iddia edip kıyam etmesinler ve laik-demokratik işgalcilerle uyum içinde olsunlar diye, onlara çeşitli mevki ve makamlarda yer almayı, hattâ hükümet olmayı teklif edebilirler ve etmektedirler...
 
 Muvahhid mü'minler, önderleri Rasulullah (s.a.s.)'in net tavrı ile tavır koymalı, bu tuzağa düşmemeli, onların hileli düzenlerine asla kapılmamalıdır... Rasulullah (s.a.s.)'in sünneti ile amel etmeli ve böyle şeytanî oyunlardan Allah'a sığınmalıdır!..
 
 Ka'b b. Mâlik el-Ensarî (r.a.) rivayet eder.
 
 Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
 
 ''Bir koyun sürüsünün üzerine salıverilen iki aç kurdun o koyuna zararı, kişinin mal ve şeref (makam/mevki) hırsının dinine verdiği zarardan daha ağır değildir.'' 13
 
 Aziz İslâm Milleti'nin muvahhid mü'min ferdleri, birbirlerinin velîleridirler... Birbirinden sorumludurlar... Mutlaka birbirlerine takva üzere yardım etmeli, iyiliği emr ve kötülükten sakındırmalıdırlar... Laik-demokratik şirk cephesinden gelen tuzak teklifleri reddetmeli ve hiçbir mü'min müslümanın, bu tuzaklara düşmemesi için gerekli önlemleri almalıdırlar… Birbirlerine sımsıkı sarılmalı, hep beraber Allah'ın ipine yapışmalıdırlar!..
 
 Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah Teâlâ:
 
 ''Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun ( eğlence türünden ) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir çoğalma tutkusudur. Bir yağmur örneği gibi, onun bitirdiği ekin, ekincilerin hoşuna gitmiştir. Sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki, sapsarı kesilmiş, sonra o, çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab, Allah'dan bir mağfiret ve bir hoşnudluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.
 
 Rabbimizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) çaba gösterip yarışın ki, (o cennet) genişliği, gök ile yerin genişliği olup Allah'a ve Rasulüne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah, büyük fazl sahibidir.'' 14
 
 ''Aklını kullanan bir toplum için.'' 15
 
Dipnot
 
 1- Hîcr, 15/94-95.
 
 2- Bakara, 2/153.
 
 3- Cin, 72/20-23.
 
 4- Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
 
 '' Hiç şübhesiz Allah, mü'minlerden - karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere - canlarını ve mallarını satın almıştır.'' Tevbe, 9/111.
 
 5- Bakara, 2/257.
 
 6- Kalem, 68/8-9.
 
 7- İbn Hişam, İslâm Tarihi - Siret-i İbn Hişam Tercemesi, çev. Hasan Ege, İst. 1985, C. 1, Sh. 389-391.
 
 Muhammed İbn İshak, Siyer, çev. Sezaî Özel, İst. 1991, Sh. 266-268 Md. 268.
 
 İmam Zehebî, Tarihu'l-İslâm, çev. Muzaffer Can, İst. 1994, C. 1, Sh. 232-234.
 
 İbn Kesir, Büyük İslâm Tarihi - el-Bidaye ve'n-Nihaye, çev. Mehmet Keskin, İst. 1994, C. 3, Sh. 93-94. Beyhakî'den.
 
 8- İbn Ebi Şeybe, Musannef, çev. Zekeriya Yıldız, İst. 2012, C. 15, Sh. 399, Hds. 37715.
 
 Nûreddin el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, çev. İlker Mermer, İst. 2011, C. 10, Sh. 23, Hds. 9824. Ebû Ya'lâ'dan.
 
 el-Hafız İbn Hacer el-Askalânî, Metâlibu'l-Âliye, çev. Hüseyin Kara, İst. 2006, C. 5, Sh. 166, Hds. 4285. Ebu Yalâ ve Abd b. Humeyd'den.
 
 İmam Hafız İbn Kesir, İbn Kesir Tefsiri - Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2011, C. 9, Sh. 514-515, Hds. 5878. Abd b. humeyd, Musned'den.
 
İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, C. 3, Sh. 91.
 
 9- İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, C. 3, Sh. 92.
 
 10- Sahih-i Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, B. 18, Hds. 34.
 
 Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zikr, B. 26 Hds. 97-98.
 
 Sünen-i İbn-i Mâce, Kitabu'l -Fiten, B. 19, Hds. 3998.
 
 Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-İsti'zan vel-Adab, B. 65, Hds. 2929.
 
 11- Sünen-i Tirmizî, Kitabü'z-Zühd, B. 19, Hds. 2439.
 
 Kudâî, Şihabü'l-Ahbâr Tercümesi, çev. Prof. Dr. Ali Yardım, İst. 1999, Sh. 197, Hds. 658
 
 12- Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B. 5, Hds. 33.
 
 Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zekat, B. 40, Hds. 120.
 
 Sünen-i İbn-i Mâce, Kitabü'z-Zühd, B. 9 Hds. 4137.
 
 Sünen-i Tirmizî, Kitabü'z-Zühd, B. 27, Hds. 2479.
 
 13- Sünen-i Tirmizî, Kitabü'z-Zühd, B. 30, Hds. 2482.
 
 İbn Ebi’d-Dünya, Hadislerle Mal-Mülk ve Ticaret - Islahu'l-Mal, çev. Abdusselâm Yaşar Güngör, İst. 2008, Sh. 20 Hds. 14.
 
 Sünen-i Darimî, Kitabu'r-Rikak, B. 21 Hds. 2733.
 
 Taberânî, Mu’cemus-Sağîr Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, İst. 1997, C. 2, Sh. 346 Hds. 651.
 
 Kudâî, A.g.e. Sh. 163, Hds. 533.
 
 14- Hadîd, 57/20-21.
 
 15- Ra'd, 13/4.