ALLAH YALNIZ ANILINCA


“Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O’ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar.”1 diye buyuran Rabbimiz Allah, hem önderimiz Rasulullah (s.a.s.) devrinde “ahirete inanmayanların” hâl ve tavırlarını beyan etmekte, hem de kıyamete kadar aynı durumda olanların değişmez karekterlerini apaçık gözler önüne sermektedir…
25/09/2012 - 12:31

Ahirete, yani hesab gününe inanmayanlar, Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya şirk koşanlardır… Onlar, Allah’ın hükümlerini kabul etmeyenlerdir… Allah’a inanmakla beraber, O’na çeşitli yönlerde ortaklar gündeme getirenlerdir… Ahirete, yakîn derecede iman edenler, Allah’a asla ortak koşmazlar… Çünkü onlar, dünya hayatlarının hesabını ahirette vereceklerine kesin inanmış kişilerdir… Allah Teâlâ, bu mü’min kullarının vasıflarını beyan ederken şöyle buyurur:

“Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler.

Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.

İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır.”2 

Ahirete katıksız inananlar, dünya hayatlarını ona göre düzenlerler… Burada, akîde konusunda sağlam, yani şirksiz bir iman ve salih amel sahibi olanın, ahirette cennet ile mükâfatlanacağına inananlar, elbette Tevhid ehli olan muvahhid mü’minler olurlar… Onlar da, hayatın her sahasına hükmeden Allah’ın hükümlerini kabul etmiş ve onunla hükmedenlerdir… Allah’ı, yalnız başına anan ve O’na asla şirk koşmayanlardır…

Evet, onlar, Allah’ı tek başına ananlar… Allah’dan başka hak ilâh yoktur ve onlar, hak ilâh olarak yalnız Allah’a iman eder, her şeyin hakimi olarak yalnızca O’nu anarlar… O’nun Rabliğinde, İlâhlığında, mülkünde ve hükmünde hiçbir ortağı yoktur ki, O’nunla beraber anılsın!.. Ancak müşrikler, sahte ilâh ve rablerini, hadlerini aşarak Allah’a ortak ettikleri için, onların Allah ile beraber anılmasını ister, böyle bir anılmadan dolayı sevinir, ferahlanırlar…

Allah Teâlâ, aklını kullanmaz ve düşüncesiz takımı olan müşriklere idrak etsinler ki, O’ndan başka ilâh ve rab yoktur diye şu misâli beyan buyuruyorlar: 

“Göklerde ve yerde bulunanlar O’nundur. Hepsi O’na gönülden boyun eğmiş bulunuyorlar.

Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O’dur. Bu, O’na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misâl O’nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.”3

“Şübhesiz, sana Biz Kitabı, insanlar için hak olmak üzere indirdik. Artık kim hidayete ererse, bu, kendi lehinedir. Kim saparsa, O da kendi aleyhine sapmış olur. Sen, onların üzerinde vekil değilsin.

Allah, ölecekleri zaman canlarını alır. Ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar).  Böylece kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, diğerini ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şübhesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.

Yoksa Allah’dan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: ‘Ya onlar, hiçbir şeye mâlik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?’  

De ki: ‘Şefaatin tümü Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü o’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.”4  

Bu misâller, iman edenlerin imanlarını kuvvetlendirir… Şirk koşanlar için düşünmeye davettir… Bu ayetler üzerinde düşünsünler ve idrak etsinler ki, Âlemlerin Rabbi Allah, eşsiz ve ortaksızdır… Rabbliğinde ve İlâhlığında yalnızdır… Bundan dolayı O, yalnız bir şekilde ve ortaksız anılmalıdır… Muvahhid mü’minler, yegâne Rabbleri ve İlâhları Allah’ı böyle anarlar… Hangi çağda ve hangi ülkede olursa olsun müşriklerin karekterinde hiçbir değişme olmadığı malumdur… Onlar, Allah’ın zâtına veya sıfatlarına şirk koşar, Allah’ı yalnız anmaz, muhakkak O’na ortak kıldıklarıyla anarlar…

“Yüce Allah, müşrikleri yermek üzere şöyle buyurmaktadır: ‘Allah lâ ilâhe illallah denilmek sûretiyle ‘bir olarak anılsa, ahirete inanmayanların kalbleri tiksinir.’

 Mücahid dedi ki:

 — Tiksinir, kalbleri sıkılır demektir.

 Süddî: 

— Nefret eder, der.

Katâde:

— Küfre sapar ve büyüklük taslar, diye açıklar.

Mâlik de, Zeyd b. Eslem’den:

— Büyüklük taslar, diyerek açıkladığını nakletmiştir.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Çünkü onlara: ‘Allah’dan başka ilâh yoktur, denildiğinde büyüklük taslarlar”5

Yani, onun gerektirdiği gibi (Nebî’nin şeriatına) uymayı ve ona itaat etmeyi büyüklüklerine yediremezler. Bu sebeble de kalbleri hayrı kabul etmez. Hayrı kabul etmeyen ise şerri kabul eder. Bunun için yüce Rabbimiz: ‘Ondan başkası anılsa.’ Mücahid’in dediğine göre putlar, Allah’a koşulan ortaklar anılsa, ‘hemen yüzleri güler’ sevinir, neşelenirler.”6

İmam Hafız İbn Kesîr (rh.a.),  “Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim adlı meşhur tefsirinde böyle söylemekte…

İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.), bu ayetin tefsirinde şöyle diyor:

“Bil ki bu, müşriklerin o kötü işlerinden bir diğeridir. ‘Bir olan Allah’dan başka ilâh yoktur. O, birdir, ortağı ve benzeri yoktur’ dediğinde onların yüzlerinde ve kalblerinde nefret izleri belirir. Amma putlarından ve heykellerden bahsettiğinde, onların kalblerinde ve gönüllerinde sevinç izleri belirir ki bu, onların cehâletine ve ahmaklığına delâlet eder. Çünkü Allah’ı zikretme, mutlulukların başı, hayır ve güzel şeylerin en birincisidir.

Âdî cansızlar demek olan o putların zikri ise, cehâletin ve ahmaklığın başıdır. Bundan dolayı onların, bir olan Allah’ı zikirden nefret etmeleri ve bu putların anılması ile sevinip ferahlanmaları onlarda çok bulunan o cehâlete ve ileri derecede ki ahmaklığa delâlet eden en kuvvetli delillerdendir.

“Keşşâf” sahibi (Zemahşerî) şöyle der:

“Bazen bu iki fiil yani, ‘istibşâr’ ve ‘işmi’zâz’ birbirinin mukabili olarak kullanılır. Çünkü bunlardan her biri, kendi babında zirveyi ifade eder. Zirâ ‘istibşâr’ kişinin kalbinin, sevincinin eserinin yüzünün beşeresinde (derisinde) görülebilecek kadar ileri olmasını ifâde eder. ‘İşmi’zâz’ ise, kişinin öfke ve üzüntüsünün iyice artıp, böyle canını kalbinin içinde sıktığına, böylece de yüzünün derisinde, yerin karanlığına benzer bir karanlığın ve bir bulanıklığın belirmesini ifâde eder.”7

Bu ayet inzâl olduğu Rasulullah (s.a.s.)’in devrinde yaşayan müşrikler bu karekterde idiler… Şirk cephesinde değişen bir şey olmadığına göre, müşrik karekterde de değişen bir şeyin olmadığı, gören gözlere ve idrak eden kalblere gizli değildir…

Rabb ve ilâh olarak yalnızca Allah’a davet eden muvahhid mü’minlerin bu davetini duyan, Allah’dan başka rabler edinen, yani, Allah’dan başka yasama mercilerini kabul edip, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyip, egemen tağutların hükümlerine razı olanların kalbleri nefret doluyor, bu kinleri yüzlerinde net olarak beliriyor…

Mü’min müslümanlar, egemen zalim tağutlar tarafından işgal edilen İslâm toprakların herhangi bir beldesinde, “Allah’dan başka hüküm koyucu hiçbir yasama mercîî tanımıyor, İslâm’dan başka hayat düzenini kabul etmiyor, Kur’ân-ı Kerim’den başka hayat düstûru, Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’den başka hayat önderi ve örneğini benimsemiyoruz” hakikatını dillendirir ve seslerini yükseltecek olurlarsa, Mevcud tağutî düzenin koruyucularının kalbleri, kin ve nefret ile dolup, hâl ve hareketleriyle bu düşmanlıklarını hemen belli etmektedirler… Ruhları daralır, canları sıkılır ve kinleri artar… Onların, mevcud siyasal düzenleri tenkit edildiğinde, tağutî kanunlarının çarpıklıkları gündeme getirildiğinde, hemen harekete geçer, Allah’ın değişmez ve eşsiz hükümlerini kullarına izah eden mü’min müslümanları, “anarşist, terörist ve bölücü” kabul edip “terör örgütü üyesi” ilân ederek hakkında yasal işleme girişirler… Çünkü onlar Allah’a ortaksız inanmayan ve ahiret gününe iman etmeyen şirk ehli kişilerdir… Allah’a, ya ilâhlaştırdıkları hevâlarını, ya da herhangi bir varlığı ortak eder, hesab gününe de aldırış etmeyen tipler bunlardır… Bunların neye, nasıl ve niçin inandıklarını öğrenmek isteyen mü’min müslümanlar, onların bulunduğu yerlerde, Âlemlerin Rabbi, göklerde de ilâh, yerde de ilâh olan Allah Teâlâ’yı yegâne hüküm koyucu olduğunu ve O’nun dini olan hayat nizamının eşsiz bir düzen olduğunu anıversin!.. Ahirete inanmayanlar hemen renk verecek ve tavırlarıyla kendilerini belli edeceklerdir…

Onların yanında, hem Allah’ı hem de onların tabi olduğu hüküm koyucular anıldığı zaman hoşlarına gider, sevinir, neşelenirler… Onların siyasal düzenleri söz konusu edildiğinde hemen düzenlerinin çağdaş olduğunu, en iyi yönetimin tâ kendisi bundan başkası olmadığını büyük bir sevinç ve heyecanla anlatmaya başlarlar… Onlar bu hâldeyken, Allah’ın yegâne Rabb, İlâh ve kulları üzerinde ortaksız egemenliği gündeme getirilir, O’nun hükümlerinin hayata hâkim olmasının gereği izah edilecek olunursa, neşeleri kaçar, zevkleri yok olur, heyecan ve sevinçleri biter ve kendi tağutî düzenlerini, İslâm’a karşı savunacak bir şiddet gösterirler…

Küfür ve şirk cephesinin değişme kabul etmez tarihî karekteri böyledir!..

Diğer yanda bu sıfat, “biz de müslümanız” diyen kişilere ve kitlelere de bulaşmış, onlarda da benzer bir olumsuzluğu gündeme getirmiştir… Kendileriyle muhatab olup sohbet edildiğinde, sohbet boyunca ayetlerden, hadislerden ve müctehid ulemânın o ince anlayışlarından ortaya çıkan hikmetli beyanlardan bahsedilmesi, muhatab kişiyi ya da kişileri pek memnun etmediği gözlenmektedir… Ancak bu kişilerle sohbet edildiğinde, halk arasında “Evliyâullah” diye bilinip şöhret bulan birilerinden, onların ne kadar doğru olup olmadığı tahkike muhtaç olan menkıbelerinden ve kerametlerinden bahsedilince neşelendikleri, sevindikleri ve zevk aldıklarına şahid olunmaktadır… Hele hele bahsedilen “evliyâ,” onun bağlı olduğunu söylediği tarikatının efendileri ise bu sohbet, ona ya da onlara çok daha zevk ve bambaşka bir şefk vermektedir… Allah yalnız anılınca, Allah’ın ayetleri ve hükümleri beyan edilince, Rasulullah (s.a.s.)’den ve hadislerinden bahis açılınca, kendilerinde bir hareket oluşmayanlar, onların şeyh, mürşid, efendi, sadât diye nitelendirdiği kişilerden söz açılınca sevinip mutlu oldukları gözden kaçmamaktadır… Hattâ böyle menkıbe sohbetlerinde bazen heyecan doruk noktaya çıkmakta, naralar atılmakta, hattâ kendinden geçilmektedir…

İslâm ulemâsından meşhur müfessir Allâme Alûsî (rh.a.), ünlü Kur’ân tefsiri olan “Ruhu’l-Meânî” adlı eserinde şöyle bir hatırasını nakletmektedir:

“Bir gün bir şahsın, başına gelen musibetten kurtulmak için ölmüş bulunan bir zâta yalvarıp yakardığını gördüm ve ona:

— Ey Allah’ın kulu, Allah’a yalvar, çünkü O: 

“Kullarım Beni sana soracak olurlarsa, muhakkak ki Ben, (onlara) pek yakınım. Bana duâ ettiği zaman, duâ edenin duâsına icâbet ederim. Öyleyse onlar da Benim davetime uysunlar ve Bana iman etsiler. Umulur ki irşâd (doğru yolu bulmuş) olurlar.”8 diye buyurmaktadır, dedim.

Bu sözüm üzerine çok öfkelendi. Hattâ bazılarının dediğine göre, ben oradan ayrıldıktan sonra:

— Bu adam evliyâya inanmaz! demiş.

Yine başkalarına gör:

— Velîler, Allah’dan daha çabuk duâyı işitirler, diyormuş.”9

Allâme Alûsî (rh.a.), naklettiği bu hatırasındaki  olayın benzerleri her gün, işgal altındaki İslâm topraklarında gündeme gelmekte ve tağutî yönetimler tarafından desteklenmektedir… Tağutların bu desteği vermesinin sebebi, gerçek Tevhid anlaşılmasın, İslâm akîdesi bozulsun, imana şirk, bid’at ve hurafe karışsın, böylece nesiller bozulsun… Sağlam akîdeye sahib olmayan kitleleri, kendi bâtıl anlayışını benimsedip yönetmek çok daha kolay olmaktadır…

Egemen tağutlar, İslâm’ı, Kurân’ı ve Rasulullah (s.a.s.)’i benimsemez bir hâlde oldukları malum…  Kur’ân ve Sünnet’i, başta yönetimden olmak üzere sosyal hayatın bütün birimlerinden uzaklaştıran, hükümlerini geçersiz kılıp yasaklayan egemen zalim tağutlar, ümmetin içinde şöhret bulan, Müslümanlardan olan meşhur tarihî şahsiyetlere sahib çıkıyor, onların eserlerini devlet eliyle bastırıp dağıtıyor, anma günleri ve haftaları düzenliyorlar… Bu tarihî şahsiyetlerin, Kur’ân ve Sünnet’ten beslenerek meydana getirdikleri eserlerini korkunç bir şekilde çarptırıyor, Kur’ân’a ve Sünnet’e önüne geçirip, insanların Kur’ân’a ve Sünnet’e ulaşmamaları için setler oluşturuyorlar… Buna dair birçok örnekler verilebilinir… İşte Mevlânâ Celâleddin Muhammed, işte Hacı Bektaş Velî, işte Hacı Bayram Velî ve diğerleri için Laik, demokratik ve gayr-ı İslâmî devletin hükümlerin yaptıkları etkinlikler!..

İnsan kulları üzerinde mutlak hâkim olan Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, kulları arasındaki ihtilaflardan dolayı hükümlerini beyan buyurmuş, hakkı bâtıldan tamamen ayırmıştır… 

Şöyle buyurur Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ:

“De ki: ‘Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşahâde edilebileni bilen Allahım, anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında Sen hüküm vereceksin.”10  

“Ebu Hayan (rh.a.) şöyle der:

— Yüce Allah müşriklerin, Allah’ın anılmasından duydukları tiksinti ve putların anılmasından duydukları sevinçten dolayı, akıllarının az olduğunu bildirdikten sonra, Rasulüne, kendisiyle düşmanlarının arasını ayırması için Allah’a, kudret ve ilim gibi yüce isimleriyle duâ etmesini emretti. Bunda, müşrikler için bir tehdit, Peygamber (s.a.s.)’i de teselli etme vardır.

Sâvî şöyle dedi:

— Yani, Rabbine duâ ve yakarışta bulunarak sığın. Çünkü O, her şeye kadirdir.”11

Ebu Seleme ibn Abdurrahman ibn Avf (rh.a.) anlatıyor.

Ümmü’l-mü’minin Âişe’ye:

— Nebiyyullah (s.a.s.), geceleyin kalktığı vakit namazına ne ile başlardı? Diye sordum.

Âişe:

— Geceleyin kalktığı vakit namazına:

“Allahım! Ey Cebrail, Mikail ve İsrafil’in Rabbi, göklerin ve yerin yaratanı, hazırı ve gaybı bilen (Allahım). Kullarının ihtilâf ettikleri şeylerde, onların aralarında ancak Sen hükmedersin, İhtilaf edilen hakka izninle beni hidayet eyle. Çünkü dilediğini doğru yola ancak Sen hidayet eylersin!” duâsı ile başlardı, dedi.12  

Rabbimiz Allah, Allah yalnızca anıldığında, kulları üzerinde yalnızca O’nun hükümlerinin egemen olmasının olmazsa olmaz olduğu beyan edildiğinde, bu hakikatı kabullenmeyip büyüklenenlerin durumunu şöyle beyan buyurur:

“Artık o gün onlar, azabda ortaktırlar.

Doğrusu Biz, suçlu günahkarlara böyle yaparız.

Çünkü onlara: ‘Allah’dan başka ilâh yoktur’ denildiği zaman, büyüklük taslardı.

Ve derler ki: ‘Biz, ünlenmiş bir şair için ilâhlarımızı terk mi edeceğiz?’

Hayır, O, hakkı getirmiş ve gönderilen (Rasul)leri de doğrulamıştır.

Şübhesiz siz, acı azabı tadıcılarsınız.”13

“Sâd, zikir dolu Kur’ân’a Andolsun.

Hayır, o inkâr edenler (boş) bir gurur ve bir parçalanma içindedirler.

Biz, kendilerinden önce, nice kuşakları yıkıma uğrattık da onlar, feryâd ettiler. Ancak (artık) kurtulma zamanı değildi,

İçlerinde kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar. Kâfirler dedi ki: ‘Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür.

İlâhların, bir tek ilâh mı yaptı? Doğrusu bu şaşılacak bir şey.’

Onlardan önce gelen bir grup: ‘Yürüyün ilâhlarınıza karşı (bağlılıkta) karalı olun, çünkü asıl istenen budur, diye çekip gitti.

‘Biz bunu, diğer dinde işitmedik. Bu, içi boş bir uydurmadan başkası değildir.”

“Lâ ilâhe illallah” diyen ve Allah’dan başka hak ilâh olmadığı hakikatını ilân eden en son Nebî ve en son Rasul Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in bu sedâsını işiten Mekke’nin müşrikleri böyle davrandılar… Rabbimiz Allah’ın ayetlerinde onlardan nakil ettiği şirk tavrını ortaya koydular… Mekke müşrik ve kâfirlerin uzantısı olan çağdaş şirk ehli de aynı tavrı sergilemektedir… Onlara, Allah’dan başka yasama hakkına sahib hiç kimsenin olmadığı beyan edilince, değişmez şirk karekterlerinden kaynaklanan aynı küfrî tavırlarını takınırlar… Ve başlarlar muvahhid mü’minlere iftira etmeye!.. “Çağdışı, gerici, fanatik, yobaz, radikal, kökten dinci, bölücü, anarşist, terorist vs.…vs…” Ve daha neler neler!..

Bütün bu iftira ve suçlamalar, mü’min müslümanların, “Allah’dan başka ilâh yoktur’ inancında olmaları ve Allah’dan başka hüküm koyucu sahte ilâhları reddedişleri sebeb gösterilmektedir… Muvahhid mü’minler, onların bâtıl düzenlerini ve Allah’dan başka hüküm koyucularını reddettikleri için, Allah’ı yalnız zikredip şirk koşmadıkları ve yalnızca Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmedilmeyi savundukları için dışlanmakta, suçlu bulunup cezalandırılmaktadırlar…

Şirk cephesinde değişen bir şey yok!

İşte seleflerinden bir örnek:

İbn Abbas (r. anhuma) anlatıyor:

Ebu Talib hastalanmıştı. Kureyş, O’nu ziyarete geldi. Rasulullah (s.a.s.) de amcasını ziyarete gelmişti. Ebu Talib’in yanında bir kişilik oturma yeri vardı. Ebu Cehil kalkıp oraya Rasulullah (s.a.s.)’in oturmasına engel olmaya çalıştı. Sonra Rasulullah’ı, Ebu Talib’e şikayet ettiler.

Ebu Talib, Rasulullah (s.a.s.)’e:

—Ey kardeşimin oğlu, milletinden ne istiyorsun?

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Onlardan bir kelime istiyorum ki, Arabların hepsi bunlara boyun eğecek, acemler (Arab olmayanlar) de kendilerine cizye ödeyeceklerdir.”

Ebu Talib:

— Bir kelime mi? diye sordu.

Rasulullah (s.a.s.):

“Bir kelime.” buyurdu.

Sonra şöyle devam etti:

“Ey amca, Lâ ilâhe illallah deyiniz!”

Bunun üzerine hepsi birden:

— Biz bunu, önceki dinlerin hiçbirinden duymadık. Bu, uydurmadan başkası değildir, dediler.15

Bunun üzerine onlar hakkında Sâd Sûresi’ndeki ayetler inzâl oldu.

ibn İshak (rh.a.), aynı olayı nakleder ve olayda şunların da yer aldığını söyler:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Evet, bir kelime var. Onu, bana verirseniz, onunla Arab’a hâkim olursunuz.

Acem de onunla size itaat eder.”

Ebu Cehil:

— Evet, babana kurban, hadi on kelime olsun dedi.

Rasulullah (s.a.s.) buyrudu ki:

“Lâ ilâhe illallah dersiniz ve O’ndan başka ibadet ettiğiniz şeyleri söküp atarsınız!”

Bunun üzerine el çırpıp şöyle dediler:

— Ey Muhammed, ilâhları bir tek ilâh mı kılmak istiyorsun? Senin işin acayib!

Sonra birbirlerine şöyle dediler:

— Vallahi bu adam istediğiniz şeylerden size bir şey verici değildir. O hâlde gidiniz ve babalarınızın dini üzere devam ediniz…

Sonra dağıldılar.16

Verilen örneklerde görüldüğü gibi, gerek geçmiş çağlarda yaşayan müşrikler, gerekse çağdaş müşrik ve kâfirler, Allah Teâlâ’yı yegâne İlâh ve Rabb olduğunu kabul etmiyor, şu veya bu bahanelerle Allah’a ortak koşuyorlar… Allah, ortaksız ve yalnız anılınca, morelleri bozuluyor ve kederlenmeye başlıyorlar… Herhangi birileri onların anlayışlarına göre Allah’a ortak kılındığında sevinir ve mutlu olurlar… Allah’a inandıklarını söylemeleri yanıltıcıdır… Onlar, böyle inanırlar, yani imanlarına şirk kadarak!..17       

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Tartışmasız, sizin ilâhınız gerçekten birdir.

Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi’dir, doğuların da Rabbi’dir.”18

Mü’min müslümanlar, böyle bilir ve böyle iman ederler!.. 

 

Dipnotlar

1-Zümer, 39/45.

2-Bakara, 2/3-5.

3-Rum, 30/26-27.

4-Zümer, 39/41-44.

5-Saffat, 37/35.

6-İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2011, C. 9, Sh. 408.

7-Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr- Mefâtihu’l-Gayb, çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, Vdğ. Ank. 1995, C.19, Sh. 197-198.  Ayrıca bkz. Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî, Tefsiru’l-Münir, çev. Hamdi Arslan, İst. 2003, C.12, Sh. 307-308.

8-Bakara, 2/186.

9-Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’ân, çev. Muhammed Han Kayanî, Vdğ. İst. 1996. C. 5, Sh. 115. 2. Baskı.

10-Zümer, 39/46.

11-Muhammed Ali es- Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, çev. Prof. Dr. Sadreddin Gümüş- Dr. Nedim Yılmaz, İst. 2010, C. 5, Sh. 320, 3. Baskı. El-Bahr, 7/432. Sâvî Haşiyesi, 3/375’den.

12-Sahih-i Müslim, Kitabu Salâti’l-Müsafirin, B. 26, Hds. 200.                                  

     Sünen-i Nesâî, Kitabu Kıyami’l-Leyl, B. 12, Hds. 1625.                                          

     Sünen-i Ebu Davud, Kitabu İkametu’s-Salâ, B. 118-119. Hds. 767.

     Sünen-i İbn Mace, Kitabu İkametu’s-Salâ, B. 180, Hds. 1357.                                                                                 

13-Saffat, 37/33-38.