Âilenize ve çocuklarınıza zaman ayırınız.
İmam Buhârî nin naklettiği bir hadise kulak veriyoruz. Ebu Cuhayfe Vehb İbn Abdullah(ra) anlatıyor:
23/07/2012 - 11:24

Allah Rasûlü(sav) Selmâ-ı Farisî ile Ebu d-Derdâ yı kardeş yapmıştı. Sonraki günlerde Selmân, Ebu d-Derdâ yı ziyaret etti. Selman, evlerinin bahçesinde Ümmü d-Derdâ yı  gördü; elbiseleri eskiydi. Neden bu durumda olduğunu sordu; "Kardeşin Ebu d-Derdâ nın dünya ile ilgisi, dünyalığa ihtiyaç duyduğu yok artık," diye cevap verdi. Selmân (ra) onun ne demek istediğini anlamıştı.

   Kardeşi Ebu d-Derdâ yanına girdi. Kardeşi onu karşıladı, vakti gelince hazırlanan yemeği ona sundu; "Buyur ye, ben oruçluyum," dedi. Selmân(ra) onun bu sözlerine; "Sen yemedikçe ben de yemem" diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebu d-Derdâ(ra) da onunla birlikte yemek yedi.

  Gece olmuştu. Ebu d-Derdâ gece namazı için hazırlandı. Selmân(ra) ona; "Yat uyu!" dedi. Ebu d-Derdâ(ra) yatıp uyudu. Daha sonra yine kalkıp namaz kılmak istedi. Selmân (ra) yine; "Uyu!" dedi.

    Gecenin son dilimi kalmıştı. Selman(ra) Ebu d-Derdâ ya; "Şimdi kalk" dedi. Birlikte namaz kıldılar. Namazın arkasından Selmân(ra) kardeşi Ebu d-Derdâ ya(ra) şöyle diyordu:

  "Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Kendi bedeninin senin üzerinde hakkı vardır. Âilenin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkı olanı ver."

   Ebu d-Derdâ(ra) Rasûlullah(sav) Efendimizin yanına gelerek ona Selmân(ra) ile yaşadıklarını ve söylediği sözü anlattı. Efendimiz; "Selmân doğru söyledi," buyurarak Selmân ı tasdik etti. [1]

   Olması gereken her hak sahibine hakkının verilmesiydi. Kişi Rabbini de unutmamalı ona olan kulluk borçlarını yerine getirmeli, kendi sıhhatini, istirahatını, bedenî ihtiyaçlarını ve âilesini, âilesinin ihtiyaçlarını ihmal etmemeli, bu ihtiyaçlara göre zamanını tanzim ve tertip etmelidir.

   Nitekim Allah Rasûlü nün(sav) çok oruç tutan ve çok ibadet eden, kendi sıhhatine ve âilesine yeterli vakit ayırmayan Abdullah İbn Amr İbn Âs a(ra) tavsiyesinde de bu dengenin vurgulandığını görüyoruz:

  "Hanımının senin üzerinde hakkı vardır, seni ziyaret eden misafirinin senin üzerinde hakkı vardır, bedeninin senin üzerinde hakkı vardır." [2]

   Hatta hadisin Sahih-i Buhârî de yer alan rivayetinde "Gözlerinin senin üzerinde hakkı vardır," [3]

   Sahih-i Müslim de yer alan bir rivayetinde de; "Çocuğunun senin üzerinde hakkı vardır" [4] ekleri yer alır.

   Bu gün durduğumuz noktada Allah Rasûlü nün bu irşadı üzerinde gerçekten derin derin düşünülmeli, durumumuz muhasebeden geçirilmelidir. Bilinmelidir ki, kişinin âilesine sunacağı hizmet ayrı bir ecir kaynağıdır.

    Bu ihtiyaç, sadece nafaka ihtiyacı değildir. Belki nafaka temini kadar onlarla beraber olmaktan huzur ve saadet duyduğunu hissettirme de değer taşır. Arzu edilen sadece âile reisinin ilgisi de değildir. Âile içinde yer alan her fert âilenin diğer fertlerinin ilgisine muhtaçtır. Dolayısıyla anneler ve babalar kendilerine, yuvalarına ve çocuklarına zaman ayırmalı, belli bir zaman diliminde birbirleriyle ilgilenmeli, ailece bir arada bulunmalıdırlar. Hayat akışı, dünyalık ve iş kaygısı bizi yuvamızdan koparmamalıdır. Zaman bulamıyorum cümlesi bir mazeret değildir. Hayat akışı zaman bulmaya göre tanzim ve tertip edilmelidir. Zaman bulamama bir kusurdur; kusurların mazeret olarak gösterilmesi ise ikinci bir kusurdur.

    Allah Rasûlü nün(sav) içinde bulunduğu durumu, şartları düşününüz. Çekilen acı ve sıkıntıları, yapılan savaşları, kaybedilen insanları düşününüz. Onun sadece kendi ve yakınlarıyla değil bütün mü minlerle ilgilenmek zorunda olduğunu, tebliğ vazifesini, hakkı yeryüzünde hâkim kılma mücadelesini ve bütün bunları içine sığdırdığı yılları göz önüne getiriniz.

    Ve Rabbimizin ona hitabına dikkat ediniz:

   "Ey Nebî! Biz seni bütün ümmetlere ve peyamberlere bir şahid, bir müjdeleyici, bir uyarıcı olarak gönderdik.

  Allah ın izniyle Allah yoluna bir davetçi, nur saçan bir ışık kaynağı olarak…

  Mü minlere, Allah tan kendilerine büyük bir lütuf bahşedileceğini müjdele.

  Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme! Onların eziyetlerine de aldırma. Allah a güven, Allah a dayan. Vekil ve destek olarak Allah sana yeter." (Ahzâb Sûresi -33 Âyet 45-48)

   Bu kadar ağır bir mesuliyetin içinde Allah Rasûlü nün âilesine, çocuklarına, torunlarına zaman ayırışı üzerinde derin derin düşününüz. İnsanın arzu edince ve hayatını tanzim edince zaman bulacağında şüphe yoktur.

   Şimdi Ebu Hureyre yi(ra)dinliyoruz:

   “Gündüzün bir saatinde Rasûlulllah’ın(sav) peşinden dışarı çıktım. Arkasından yürüyordum. O da sessiz, ben de sessizdim. Birbirimizle konuşmadan ilerliyorduk. Benî Kaynuka Pazarı’na kadar böyle geldik. Sonra Rasûlullah(sav) buradan ayrılarak Hz. Fatıma’nın evine vardı.

   “Ufaklık orada mı!? Ufaklık orada mı!?” diye seslendi.

   Hasan’ı kastediyordu. Kanaatimiz o ki, annesi onu yıkıyor, boynuna kokulu çiçeklerden bir gerdanlık takıyordu. Çok geçmedi, küçük Hasan koşarak geldi. Rasûlullah ona, o da Rasûlullah’a sarıldı. Rasûlullah(sav) Efendimiz onun için;  “Allahım! Ben onu seviyorum, sen de sev. Onu seveni de sev!” diyerek duâ etti.[5]

   Fatıma(ra) ile Hz. Ali’nin evlerinin, Âişe Vâlidemiz ile Allah Rasûlü’ünün odalarının hemen arkasında, kuzey tarafında olduğunu, Âişe Vâlidemiz e âit oda ile bu evin arasında bir kişinin ancak yan dönerek girebileceği bir sokağın bulunduğunu biliyoruz.Buharî’nin naklettiği rivâyette, Peygamber Efendimizin gelerek Fatıma’nın evinin önündeki boşluğa oturduğu ve torununa oradan seslendiği zikredilir. [6]

   Bu güzel manzarayı yeniden gözlerinizde canlandırınız: Allah Rasûlü(sav) gündüzün bir saatinde torununu özlüyor, onu sevmek istiyor, pazaryerinde yön değiştiriyor, kızının evinin önüne geliyor ve torununu yanına çağırıyor. Fatıma(ra) onu hazırlayarak sevmesi için dedesinin yanına yolluyor.

   Bu, Efendimizin hem torununa, hem de kızına sevgisidir. Çünkü onun içten gelerek dışarıya aksettirdiği bu sevgi, her ikisini de sevindirecektir. Hangi anne, çocuğunun kendi babası tarafından bağrına basılıp sevilmesini istemez ki?...

   Ayrıca hadisteki kelimelere dikkat edildiğinde, Rasûlullah’ın üslubunda bir parça mizah olduğu da görülecektir. Bizim burada “ufaklık” diye tercüme ettiğimiz “lukka‘” kelimesi yaklaşık dilimizdeki “yaramaz" veya "afacan” kelimelerinin benzeri bir kelimedir. Afacan ve yaramaz, dilimizde nasıl daha çok çocuklar için ve onlara takılmak arzusuyla kullanılıyorsa, bu kelime de daha çok çocuklar için ve onlara takılmak niyetiyle kullanılır. Nitekim Efendimizin çocuklara çok güzel üsluplarla takıldığını, onlarla latifeleştiğini gösteren başka hatıralar da vardır.

  Küçük Hasan’ın kollarını açarak Allah Rasûlü’ne koşuşunu, onun kollarını açarak torununun boynuna sarılışını bekleyişini düşününüz. Sonra da kucaklaşmayı. Bütün bunların tabiîliğini ve güzelliğini.

   Bunun üzerine çok söz söylemeye hacet yok. Allah Rasûlü(sav) bizim üsve-i hasenemizdir. Onun bize üsve-i hasene olması da Rabbimizin üzerimizdeki en büyük lütuflarından biridir. O, bu gün anlamakta zorlandığımız birçok şeye zaman buluyordu. İbadete, hem de dolu dolu yapılan bir ibadete, cemaate, cihada, irşada, davete, sohbete, ziyarete, âilesine, yakınlarına, torunlarına, kendisine küçük yaşlardan başlayarak emeği geçen Ümmü Eymen in kapısına varıp gönlünü almaya ve daha nicelerine...

  Bir insan bir şeyi gerçekten arzu ederse ona zaman bulur ve ayırır.

   Âileler fırsat buldukça yemeklerde bir araya gelmelidir. Akşamları bir araya gelince televizyona teslim olup beraberliğin içinde yalnızlığı, uzaklığı yaşamamalıdır. Günlük bir araya gelme imkânları yoksa haftada belli bir zaman dilimini değerlendirmelidirler.

   Mesela hazırlık yaparak uygun bir günün veya tatil gününün ikindi namazına bir–bir buçuk saat kala bir araya gelmeli, anne, babalar ve Kur an okumayı öğrenen çocuklar sırayla Kur an okumalıdır. Okuyuş derecesine göre okunan birer sayfa veya birkaç âyet olabilir. Bu Kur an tilaveti, sıkmadan, sıkılmadan paylaşılmalıdır.

   Arkasından seçilen birkaç hadis okunması da bir araya gelişe güzellik kazandıracaktır.

   Çocuklardan okuyuşu güzel olan birine siyer kitabından bir bölüm veya sahabe hayatından bir tablo okutulmalı, arkasından duygular ve düşünceler paylaşılmalıdır.

   Sonra kalkılarak birlikte namaz kılınmalı ve duâ edilmelidir. Babanın imamlık, çocuklardan birinin müezzinlik yapması çok güzel olacaktır.

    Namazın arkasından hazırlanan küçük bir ziyafetle bir arada olmanın tadı çıkartılmalıdır.

   Bu evinizin manevî havasını güzelleştirecek, evinize canlılık getirecektir. Ayrılan iki–üç saatlik bir zaman dilimi haftanın bütününe tesir edecektir.

   Eğer bu bir araya gelişe, istikrar ve intizam kazandırılırsa âilenin her ferdine tesir edecek, çocuklarınızda derin izler bırakacaktır.

   Çocuklarınızın maddî manevî sağlam bir yapıda olmasını istiyorsanız onlarla güzellikleri birlikte yaşamanın yollarını bulmalısınız. Birlikte yaşayış, anne ve babanın çocuklarına en güzel terbiye verme yollarından biridir. Hayat akışının insanlara öğrettikleri basite alınamayacak orandadır ve daha kalıcıdır.

   Çocukların dünyaya geliş anlarından altı yaşlarına kadar öğrendikleri sonraki yıllarda öğrendiklerinden hiç de az değildir ve onların bilgilerinin, şahsiyetlerinin temelini oluşturur. Bir başka ifadeyle insanın bilgi ve karakter temelleri âile yuvasında atılır...

   Bu gün yanlış açılardan bakılarak değerlendirilen ve yanlış değerlendirmelerle imrenilen batı dünyasında yaşayan çocukların çoğunun anne ve babanın birbirinden koptuğu, parçalanmış âile çocukları olduğu unutulmamalı, bir arada oluşun nimeti yavrulara tattırılmalıdır...

   Çocukların iç dünyası, anne ve babasıyla birlikte hissettiği saadet meltemleriyle daha da güzelleşecektir.

_______________________________________________________

 [1] Sahih-i Buhârî, Savm (9/ 143-144).

 [2] Sahih-i Buhârî, Savm (9/ 157), Sahih-i Müslim, Sıyam (2/ 813).

 [3] Sahih-i Buhârî, Savm (9/ 157, 160).

 [4] Sahih-i Müslim, Sıyam (2/ 814).

 [5] Sahîh-i Buhârî, Büyû‘ (9/ 329), Sahîh-i Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe (4/ 1882-1883).

 [6] Bak: Sahih-i Buhârî, Büyû‘ (9/ 329).