Denge ve düzen
Her türlü aşırılığa karşı temkin ve teyakkuz kaçınılmazdır...
28/06/2012 - 12:36

Yeryüzünde halife misyonu ile var olan müminlerin üzerinde bulundukları zemin, vasatîlik ve Rabbanîliktir. Mutedil ve mustakim bir çizgide yürüdükleri sürece yaratılış amacına uygun bir yaşamı gerçekleştirmiş olurlar, aksi takdirde dall/saptırıcı ve mudil/saptırılan olmaktan kurtulamayacaklardır...

Vasat ümmet olmanın sorumluluğu adalet, ahlâk, itidal üzerinden sürdürülür... İfrat ve tefritler gayedeki hikmeti yok eder... Meşruiyet zeminini zedeleyen aşırılıklar davayı da dava adamını da bitiriverir... Ölçü ve değerlerden kopuş, sınır tanımazlığı doğurur... Bugün ümmetin maruz kaldığı “değer”sizleştirme, “ölçü”süzleştirme kuşatması zamanla meşruiyet ve aidiyet sorununa neden olmaktadır...

Her türlü aşırılığa karşı temkin ve teyakkuz kaçınılmazdır...

İtikatta ölçüsüzlük dalalete...

İbadette ölçüsüzlük bidate...

Savaşta ölçüsüzlük tecavüz ve talana...

Bilimde ölçüsüzlük pozitivizme...

Akılda ölçüsüzlük rasyonalizme...

Dünya ile ilişkide ölçüsüzlük sekülerizme...

Ahirete yönelmede ölçüsüzlük mistisizme neden oluyor...

Aşırı merhamet bile maraza neden olabiliyorsa varın gerisini siz hesap edin... Korkuda, sevgide, öfkede, buğuzda, tedbirde, saygıda, hatta ibadette bile aşırılık insanı fanatizmin kucağına çekiverir, facialara ve felaketlere neden olur...

Aşırılıkları aşmadan amaca ulaşmanın mümkün olmadığını görmek gerekiyor... Hayatın dengesi itidal ve istikamette saklıdır... Dünyanın muvazenesi vasat ümmetin duruşuna bağlıdır... Fakat şuna dikkat etmek lazım, önemli olan orta yolu bulmaktır, yoksa ortada olmak değildir...

Uçlarda gezinmenin marifet ve meziyet zannedildiği bir zaman diliminde toplumsal sorumluluklarını sürdürme kararlılığında olan müminlerin oldukça dikkatli olmaları gereken bazı hususlara değinmek gerekiyor...

Dünyevileşme ve münzevileşme açmazı...

Dünyacı, şimdici, hazırcı ve hazcı tercihler İslami kimliği ve toplumu tehdit eden en tehlikeli yönelimlerdir... Çürümelerin, çözülmelerin, yozlaşmaların temelinde dünyevi tutkuların ve tutsaklıkların olduğunu görmekteyiz. Ancak dünyevileşmenin çözümü münzevileşmek değildir... Dünyadan soyutlanmak sorunu çözmüyor, bilakis yeni sapmaların nedeni olabiliyor...

Çıkış yolu, dünyanın içinde Allah için olabilmektir... Dünyaya takılı kalmak değil, dünyayı vahiy ile tanzim ve tahkim edebilmektir...

Tek dünyalı değil, iki dünyalı yaşamaktır...

Ne dinde Protestanlaşma ne de Katolikleşme...

Ne radikalleşme ne de ruhbanlaşma... Rabbanîlikte karar kılma...

İdeal ve reel arasında bocalama...

İddiası ve ideali olmayan bir realizm bizi olguların tutsağı haline getirebilir... Hayatın realitesinden tamamen uzak bir idealizm de bizi kendi gerçeğimizin dışına itebilir... Bize düşen reelle idealin telifini yapabilmektir... Değerlerle gerçekleri meczedebilmektir... Hayatın içinden ideal olana yürümektir...

Özgürlükçü ve bireyci ruh hali ile toplumcu ve teslimiyetçi çizgi... Sonu bireyselleşme ve bencilleşmeye uzanan özgürlük ve birey tanımlamaları bize uymadığı gibi, bireyin irade ve aklı üzerinde mutlak denetim kurarak onu edilgenleştirme sonucunu doğuran katı bir kolektivizm de onaylanamaz.

Ne ferdi cemaata ne de cemaatı ferde feda etmemek... Cemaat ruhundan ve bilincinden kopmadan özgür şahsiyetler olabilmek...

Ben bilinci ile biz olabilmek...

Ne insanın kendi başına buyruk şımartılması... Ne de birtakım ön kabullerle şartlandırılması... İnanç değerleri ile, ortak bir bilinç ile şuurlandırılması ve şahsiyet kazanması esastır...

Nefislerini öldürme adına seçilen terbiye disiplinleri de bir aşırılığı ifade ediyor... Kendilerini özgürleştirme sevdası ile ilke, değer tanımazlık da insanı savuruyor... Olması gereken vahyin hayat verici düsturları ile “ol”mak ve olgunlaşmaktır...

Bu bağlamda ortak mücadele zemininde katı kuralcılık ve örgütçülük, kardeşliğin hiyerarşiye kurban edilmesi sonucunu doğurabilir... Ya da aşırı esneklik ve disiplinsizlik, ortak yürüme ruhunu, birlikte olma bilincini yozlaştırabilir...

Uygulanabilir kuralları kardeşlik ruhu ile güç birliğine gitmek gerekiyor... Bu güç birliğinin en temel dinamiklerinin güven ve gönüllülük olduğunu da unutmamak gerekiyor...

Bir ortak hedeflere yürürken ne acelecilik ne de ağırdan alma, yani atalet açmazına düşmemek... Şartların olgunlaşmasını beklerken sorumlulukları zamana yayarak sürüncemede bırakmamak... Temkinli bir acele... Yani yavaş yavaş acele etmeliyiz... Kalan ömrümüze daha fazla salih amel nasıl sığdırabiliriz gayreti ile sorumluluklara yoğunlaşmak...

Diğer bir yanılgı, emrolunmadıkları şeylerle de kendilerini yükümlü görenler, bir de bunun diğer ucunda emrolunduklarını kulak ardı edenler...

Esas olan emrolunan ile yetinmek... Ve gereğini yerine getirmek...

Yerellik ve evrensellik çekişmesi yapıları yaralı­yor... Ya koyu bir yerellik ile veya ucu nereye varaca­ğı belli olmayan bir evrensellikle kendilerini sınırla­yanlar tökezlemekten kurtulamıyorlar... Hâlbuki ye­rel zemini olmayan evrensellik de, evrenselliğe sırtını dönen yerellik de eksikliktir... Olması gereken ise ikisinin birinden vazgeçmek değil, evrenselle yere­li harmanlayıp alınması gerekenleri almaktır...

Gelenek ve yenilik çatışması da ciddi bir sorun... Cemaat perspektifinin çağa sırtını dönüp "geçmişte yaşamak" tarzında gelişmesi de, geçmişe set çekip çağdaş olmaya soyunması da yanlışlardan yanlış seçmektir... Dünden ibretler çıkararak bugünü yaşamak lazım... Tüm yeniliklere kapalı katı bir gelenekçilik insanı geleneğin tutsağı kılar... "Kutsal gelenekçi" yaklaşım sonradan gelen güzelliklere uzak düşürür... Aynı şekilde geleneğin üstü­nü çizen yenilikçi hareket ise köksüzdür... Geçmiş­le kavgalı olmayan, yeniliklere açık bir gelenekle daha sağlıklı büyümek mümkündür... Yani gele­nekten beslenen yeniliğin yarınlarda da önü açık­tır... Her yeniliği "bid'at" diyerek önünü kesmeye kalkışan ile her yeniyi "yüceltici" bir anlayışla savu­nan aynı yanlışı yaşıyor... Ne geleneği ne de yeni­liği takdis veya takbih etmeye gerek yok... Bize dü­şen, doğru olanı tercih etmektir...

Aşırılık ve ılımlılık da önemli bir tartışma ve ayrış­ma konusu... Tüm aşırılıklar kontrol edilmediği za­man zarar vermeye başlıyor... Gücü kullanmada aşı­rılık, siyasallaşmada aşırılık, kuralları uygulamada aşı­rılık, disiplinde aşırılık, tedbirde aşırılık, uzatabiliriz...

Ilımlılık derken daha çok sonu yozlaşmaya uza­nan uzlaşmacı bir çizgiye çağrışım yapıyor... ilke­leri esnek, uyuşumcu, sisteme eklemlenme riski içeren yapılar akla geliyor... Aşırılık ve ılımlılık... Her iki anlayış da günümüz cemaat çalışmalarını en çok tehdit eden sapmalardır...

Hikmet ve basiretten yoksun aşırılık ve ılımlılık hareketin sonunu hazırlar...

Önemli olan itidal ve istikameti koruyabilmek­tir... Bu da basiretli ve ehliyetli bir önderliğin so­rumluluğudur...

Legal ve illegal kadim tartışmalardan biridir... İs­lami çalışmalarda esas olan meşruiyettir... Bu, pratik­te neye tekabül eder, bilemeyiz... Doğru olan çalışma­ların açık ve net olmasıdır... Manipülasyona malze­me olacak anlamsız gizemliliklerden, kapalılıklardan, ketumiyetlerden uzak durmaktır... Tabii ki bu, tüm mahremiyetlerin pazarda sergilenmesi anlamı da taşı­mıyor... Legallikten egemen sistemin beğenisini ka­zanmak anlaşılıyorsa bu ciddi bir yanılgıdır...

Teori ve pratik ayrımı... Düşünsel altyapısı za­yıf, felsefi arka planı olmayan, hikmetten yoksun pratik ve paylaşımlar çoğu zaman kalıcı güzelliklere dönüşmüyor... Hakeza derin tahliller, yoğun te­orik birikime rağmen, pratiğin içinden gelmeyen tespitler sadra şifa olmuyor... Fikri boyutu güçlü, ameli yönü zayıf olanın örnekliği kabul görmü­yor... Diğer yandan düşünürlerle hareket adamla­rının arasındaki mesafe kapanmıyor... Düşünen beyinler pratiğin dışında... Aksiyon adamları dü­şüncede derinleşemiyor... Pratiğin içinde gelişen düşünce verimlidir...

Bir diğer sorun akıl-nakil ikilemine girmektir... Aklın işlevini donduran anlayış da, aklın dizginlerini salıveren akılcı akım da benzeri hatalara düşmek­tedir... Müslüman, nakilleri akılla kavrayandır, yi­ne Müslüman aklı nakille dengeleyendir... Yapma­mız gereken vahyin kontrolünde akıllı olmaktır... Vahiyden ışığını alan bir akılla akletmektir...

Evet, toplumsal sorumluluğumuz dengeli, du­yarlı, devamlı, tutarlı, kararlı olmamızı kaçınılmaz kılıyor... Vahye tanıklığımızı başka türlü nasıl sür­dürebiliriz?

Yapısal çalışmalarda mutlaka aranması gereken kurallar şunlardır: insicam, itidal, istişare, istikrar ve istikamettir... Bunlarda başlayan çözülme hare­keti iflah etmeyecektir...

İslam cemaatinin geleceğe yürüyüşü ise muttaki aydın, mücahid âlim, basiretli kadro, mutedil kitle eliyle olacaktır...

Cemaat, çağın çaresizliği içinde kıvranan insana son çağrıdır...