ALLAH’IN SEMBOLLERİ (Şeâiru’llah) 2
Allah’ın sembollerini anlatmaya devam ediyoruz: ,
-Kurban ibadeti de Allah’ın sembollerindendir
26/06/2012 - 15:23

Kur’an şöyle buyuruyor:

“İri cüsseli hayvanların (bedene’lerin) kurban edilmesine gelince, Biz onu sizi için içerisinde nice hayırlar barındıran Allah’ın sembollerinden biri olarak (ibadet) kıldık…  (Hac, 22/36)

Kur’an’da kurban ibadetinden farklı kelimelerle söz edilmektedir. Bunlar; ‘kurban’, ‘nüsük’, ‘hady’, bedene (çoğulu; el-büdne) ve ’zibh’  kelimeleridir. Ayrıca bazı fillerle kurban kesme olayı anlatılmaktadır. ‘Zebeha’ ve ‘nehara’ gibi.

          Kurbandan söz edilen yerlerde genellikle Hz. İbrahim’e ve hac ibadetine atıf yapıldığını da görmekteyiz. Bu da Hz. İbrahim’in Allah’a yakınlığının bir model olarak sunulması, hac ibadetinin de Allah’a yakınlaştırmayı yoğunlaştırıcı özelliğinden dolayı olsa gerektir.

Yukarıdaki âyette geçen ‘büdn’ ‘bedene’nin çoğuludur. ‘el-bedene’; iri ve semiz kurbanlık develere verilen bir özel isimdir.  Genel görüşe göre; ‘el-hedy’, deve ve sığır cinsinden Kâbe’ye hediye olarak gönderilen kurbanlıklar; ‘el-büdn’ ise, kurbanlık develerdir. 

          ‘el-Büdn’ hadislerde de kurban olarak geçmektedir.

          Mesela,“Kurban olarak bir büdn (deve) yedi kişi için, bir sığır yedi kişi için yeterlidir…”(Müslim, Hac/138, 351. Ebu Davud, Edahî/6. Tirmizî, Hac/66, Edahi/8. İbni Mace, Edahî/5. Darimî, Edahî/5. Muvatta, Dahâya/9)

          “(Cumanın) ilk saatlerinde mescide giden kişi sanki bir büdn (deve) kurban etmiş gibi gibi olur. İkinci saatte giden ise sanki bir sığır kurban etmiş gibi olur….”(Buharî, Cumua/4. Müslim, Cumua/10. Ebu Davûd, Tahâre/217. Tirmizî, Cumua/14. Muvatta, Cumua/1)

Ancak âyetlerin akışı kurban ibadetinden bahsettiği için, buradaki ‘büdn’ün, kurbanlık hayvanların hepsini veya bilinen kurban ibadetini kasdettiğini söyleyebiliriz.

Allah (cc) kurban kesmeyi iman eden eden bütün ümmetler için bir ibadet eylemi olarak emretmiştir. Böylece eti yenen hayvanları keserken Allah’ın adını ansınlar diye.

“ Ve Biz her ümmet için kurban kesmeyi bir ibadet kıldı ki, bu vesileyle O’nun kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine Allah’ın ismini ansınlar.

Bakın sizin ilâhınız tek bir İlâh’tır; o halde yelnız O’na teslim olun! Ve (sen de Peygamber); O’na yürekten boyun eğenleri (O’nun rızasıyla) müjdele.”(22 Hacc/34)

Kur'an, eti yenen hayvanlarla ilgili çerçeve çizerken, başka âyetlerle (Maide, 5/3, Bakara, 2/173. En'am, 6/145. Nahl, 16/115)yasaklandığı açıklananların dışında "behîmetu'l-en'am"diye isimlendirilen hayvanların helâl olduğunu  bildiriyor. (Maide, 5/2)

Kurban, varlığın sahibini tanımayı ve O’na yönelişi sembolize eder. İnsanın emrine verilen maddenin O’na ait olduğunun farkına varmaktır. Yeri gelince de bu maddeden O emrettiği için vazgeçebilmedir. Varlığın sahibine yaklaşmak ancak ihlas ve O’nu gereği gibi sevmekle olur.  Kurban, her şeyden önce sevilen, elde edilmek için emek ve para verilen, zaman ve ömür harcanan, değerli dünyalıklardan bir kısmını sevdiği Allah için feda edebilmenin bir göstergesidir. Bu anlayış insanı başka şeyleri de Allah yolunda feda etme fedakârlarına götürür.

Kurban, ne adadığının farkına varmak, adak ettiğinden ulvi bir amaç uğruna vazgeçebilmektir. Kurbanın vesile olduğu bayram, müslümana âhirette –ki mü’min için asıl bayramdır- Rabbiyle buluşmayı hatırlatan zamandır.

         Günümüz dünyasında eşyaya, diğer insanlara, ideolojilere, devlet erkine, çıkarlara, dünyalıklara kul ve kurban edilen insan harcanıyor ve horlanıyor. Böyle bir harcanmadan kurtulmanın yolu, yüce bir gaye için ‘adamak ve adanmak’tır. Bunu da İslâma iman ederek emin olan ve tam bir hürriyete kavuşan şuurlu mü’minler iman aşkıyla yapabilirler.

Kur’an, kurbanların insanların emrine âmâde kılındığını söylüyor. (Hac, 22/36,37)  Bu emre âmâde kılmak insanın yaratılmışlar arasındaki şerefini gösterdiği gibi varlık hiyerarşisine de işaret eder. Yani varlıkta bir düzen ve bir sıra vardır. Kurban kesen kimse sanki bu ilâhî düzene de saygı gösterdiğini ifade etmiş olur. (M. İslâmoğlu,Yeni Şafak, 14.12.2007)

Kurban ibadeti de Allah’ın, insanlar için nice hayırlar yarattığı sembollerden biridir. Öyleyse kurban ibadetine saygı göstermek, gereğini yapmak, kurban ibadetiyle şuurlanmak, onunla varlık hiyerarşisini anlamak; Allah’ın sembollerine, dinin nişânelerine, varlık için konulan yasaya, insan için takdir edilene bir saygıdır. 

-Safa ve Merve de Allah’ın sembollerindendir

“ Din de dil gibi ‘sembolik değil ama bir semboller sistemidir. Semboller birer atıftırlar. Her sembolin mutlaka sembolize ettiği bir hakikat vardır. Sembol zarf, sembolün sembolize ettiği gerçek ize mazruf, yani mektuptur. Zarf öneminin içinde taşıdığı mazruftan alır. Mektubu olmayan zarf ruhu olmayan bir ceset gibidir. Semboller de öyle. Sembollerin sembolize ettiği hakikatler, cesede nazaran ruh mesabesindedirler. Hac ibadeti de baştan sona sembollerle dolu bir ibadettir. Bu sembollerden biri de sa’y adı verilen Safa ile Merve tepecikleri arasını yedi kez kat’ ediştir.”  (M. İslamoğlu, Meal s: 58)

“[O halde,] unutmayın, Safâ ve Merve, Allah tarafından konulmuş sembollerdendir;  böylece, hac veya umre için Mâbede gelen birinin bu ikisi arasında gidip gelmesinde bir mahzur yoktur: Zira, eğer kişi, yapması gerekenden daha çok iyilik yaparsa bilsin ki Allah, şükre bol karşılık verendir, her şeyi bilendir.”(Bekara 2/158)

Âyette “min şeâri’llah” şeklinde geçiyor. Bu söz Türkçe’ye, “Sefa ile Merve Allah’ın nişanlarından, alâmetlerinden, işaretlerinden, kutsal yerlerinden, nişânelerindendir” şeklinde çeviriliyor.

Kimilerine göre buradaki “şeârullah”, hac menasikidir (haccın şartlarıdır). Zeccâc diyor ki: “bu söz, Allah’ı hatırlatan bütün ibadet yerlerini kapsar. Çünkü bu gibi yerler bizim için alâmet taşırlar. Onlar da her vakfe yapılan, say’ yapılan ve kurban kesilen yerlerdir. Yine denildi ki âyette geçen ‘şeâir’, kendisiyle ibadet edilen bütün alâmetleri ifade eder. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/91)

Sefa ile Merve, Kâbe'nin hemen yakınında bulunan iki alçak tepenin adıdır. Hz. İbrahim'in Allah'ın emri ile Hâcer'i ve bebek yaştaki oğlu Hz. İsmail'i o zamanlar henüz ıssız bir vadi olan Mekke’ye bırakıp kendi ülkesine döndü. (İbrahim, 14/37)Belli ki bir müddet sonra yanlarına bırakılan su bitmişti. Susuzluktan kıvranan ve çocuğunun hayatından endişeye kapılan Hâcer, iki tepe arasında koşup duruyor ve yardım için Allah'a yalvarıyordu. Sonunda Hâcer Allah'a güvenmenin ve sabretmenin mikafatını gördü.  Allah (cc) hem kendisini, hem çocuğunu, hem de Mekke’ye giden herkesi susuzluktan kurtaran ve o gün bugündür akmaya devam eden Zemzem suyunun keşfettirdi.

Hâcer'in bu şiddetli imtihanının ve Allah'a güveninin anısıyla Safâ ve Merve, İslâm öncesi zamanlarda bile imanın ve sıkıntılara göğüs germenin sembolleri olarak görülmeye başlandı. Bu özellik, Safâ ile Merve'nin neden sabır ve Allah'a güven erdemlerini konu alan âyetler içinde zikredildiğini de açıklamaktadır.(M. Esed, Meal s: 43)

Allah (cc), sevdiklerini bazı sıkıntılara düşürse de kendisine dua edip sığınmaktan ayrılmayan, bu hususta elinden gelen son gayreti sarfederek sabır ve kararlılık gösterenlere, samimiyetle kendisine tevekkül edenlere, mutlaka en kısa zamanda ferahlığa ve genişliğe kavuşturmakla yardım eder. Su bulmanın imkansız gibi göründüğü çöl ortamında bile, Hâcer gibi oturup ölümü beklemeye razı olmamak, Allah’tan ümidi kesmemek, su ya da yeni imkânlar aramaya devam etmek iman edenlerin tavrıdır.

İşte buna işaret olmak üzere Allah (cc) Safâ ile Merve'yi kıyamete kadar dinin alâmetlerinden olarak göstermiştir. Mü’minler, biraz korku, biraz açlık ve diğer sıkıntı ve müsibetlerle imtihan edilseler bile ümitsizliğe düşmemeli,kurtuluşu imkânsız görmemeli, sabretmeli ve Allah’tan yardım beklemeliler.

Hac ve umre için Beytullah’ı ziyaret edenler, aynı zamanda Safa ile Merve arasında sa’y etmek zorundadırlar. Zira bu iki tepe arasınd sa’y, haccın menâsikindendir (şartlarındandır). (Sa’y kelimesi hem hızlı-telaşlı yürümeyi, hem de çabayı, çalışmayı, cehdetmeyi anlatır. Nitekim Türkçe’de “sa’y-ü gayret” diye bir tabir vardır.)

Safa ile Merve arasında sa’y etmek, Hâcer’in sahsında iman edip, sabreden, azim ve tevekkül gösteren kimselere bir ümit kapısıdır. Allah (cc) Hacer’in çabasından, kararlılığından, sabır ve tevekkülünden razı olduğu için, onun iki tepe arasındaki su arayışını (sa’y’ini, çabasını ve gayretini) bütün insanlık için bir ibadet kıldı. Onun bu ihlasını ebedî bir hatıra, kendi sembollerinden, haccın menâsikinden biri yaptı.

Âyette, “iki tepe arasında sa’yetmekte(gelip gitmekte) günah yoktur” deniliyor. Çünkü cahileye devrinde Safa tepesinde İsaf, Merve tepesinde de Nâile isimli putlar vardı. İslâm öncesinde cahiliyye insanları bu iki tepe arasında gdip gelirler ve adı geçen putların  yanında kurban keserlerdi. İşte bu putperest geleneğinden dolayı müslümanlar -bu âyet gelmeden önce-  bu iki tepe arasında sa’y etmekten çekiniyorlardı. İslam puta tapmayı yasaklasa da bazı kimselerin içinde orada hâlâ mevcut olan putlardan dolayı bir şüphe ve tereddüt vardı. Yukarıdaki âyetle bu şüphe ve tereddüt tamamen giderilmiş oldu. (Heyet, İslam Yolu, 1/154)

Müslüman cemaatin vicdanlarında bu süreç tamamlanıp amacına ulaşınca, İslâm sakıncasız gördüğü için yaşatmak istediği bazı eski gelenekleri diğerlerinden ayrıştırmaya geçti. Fakat bu geleneği veya kültür unsurunu eski cahiliye kökünden kopardıktan, onu o ortamdan iyice izâle ettikten sonra İslâm kulpuna bağladı. Bir müslüman bu geleneği uygularken onu, cahiliye döneminde yapılıyordu diye değil, kökü İslâm'a dayalı bir ibadet  unsuru olarak uyguluyor, benimsiyor.

"Hiç şüphesiz, Safa ile Merve Allah'a ibadet sembollerindendir. Buna göre, bu iki tepe arasında tavaf yapan bir ziyaretçi, yüce Allah'a ibadet etme anlamı taşıyan bir hareket yapmış, bu iki tepe arasındaki tavaf ile Allah'a yönelmiş oluyor. Bu yeni tavaf ile cahiliye döneminden miras kalan eski tavaf arasındaki ilişki kesinlikle kopmuştur. Artık bu amel, İsaf ve Nâile adlı putlara ya da diğer cahiliye dönemi putlarına değil, yüce Allah'a yöneliktir.Bu yüzden herhangi bir sakıncası, günahı yoktur. Davranış; artık o eski davranıştan başka bir davranış, yöneliş; o yönelişten tamamen farklı bir yöneliştir.(S. Kutub, fi-Zılal, 1/149)

Kıble’nin Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram’a çevrilmesinin hikmetlerinden biri de, İbrahim ve İsmail gibi Beytullah’ın şirkin kirlerinden temizlenmesi gerektiğine işarettir. Zira Kâbe Allah adına yapılan ilk mabedtir ve İslâma aittir. Orası şirkin işgalinde olduğu halde müslümanlar, içinde şirk unsurları ve sembolleri olan bir mekana doğru yöneleceklerdi. Allah (cc) şöyle buyuruyor:

O halde, nereden gelirseniz gelin, [namazda] yüzünüzü Mescid-i Harâm'a çevirin ve nerede olursanız olun yüzünüzü ona çevirin ki… Bana itaat edin size olan nimetimi tamamlayayım...”(Bekara, 2/150)

Bu ayeti “…Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim…”(Maide, 5/3)âyetiyle birlikte düşünürsek tamamlanan nimetin İslâm olduğu anlaşılır. İslam nimetinin tamamlanması da Mekke’nin fethinden sonra gerçekleşmiştir. Henüz Mekke fethedilmeden önce Safa ve Merve’nin Allah’ın sembollerinden olduğu vurgusu, hem onların saygıyı hak ettiklerini hatırlatma, hem oranın fethedilmesi, şirkin elinden kurtarılmasının gereği hem de bir müjdedir. Mekkeye hakim olan müşrikler şimdilerde güçlü görünseler de, eninde sonunda hak galip gelecek ve İbrahim ve İsmail’den beri Allah’a ibadet için kurulan hac mekanları asli görevine geri dönecek. İnsanlara Allah’ı hatırlatmaya devam edecek. İman edenlere şuur vermeye, takvalarını artırmaya devam edecek.

Bu bağlamda şu nokta iyi anlaşılmalıdır ki, Allah'ın şiarlarına gereken saygıyı gösterme emri, müslümanların Mekke'yi ellerinde bulunduran müşrik Araplarla savaşta olduğu bir zamanda gelmiştir.

Müşrik Araplardan bazıları Kâbe'ye giderken müslümanların kendilerini kolayca vurabilecekleri yollardan geçmek durumunda olduklarından bu emir gerekliydi. Bu yüzden müslümanlara, putperest de olsalar, kendileriyle savaş halinde de olsalar, Allah'ın Evi'ne giden müşriklere eziyet etmeme emri verilmektedir. Yine, müslümanlar Hac aylarında onlara saldırmamalı, kurban olarak Allah'ın Evi'ne götürdükleri hayvanları ellerinden almamalıdırlar. Bu, bozuk dinlerinde sağlam kalmış olan Allah'a ibadet öğesine saygı gösterilip, ayak altına alınmamasını temin içindir. (Mevdudi, Tefhim1/131)

Müşrik araplarla savaş halinde olan müslümanlara yapılan bu hatırlatma ne kadar dikkat çekicidir. Bir meknın önemi onun nerede ve nasıl olduğundan değil; onun neyi sembolize ettiğinde, neyin sembolü olduğundan gelir. Safa ve Merve iki küçük tepecik olmasına rağmen, müslümanlar için son derece önemli ve ibadet yeridir. Zira onları Allah (cc) kendisini, kendisine ibadeti, İbrahim’i, İsmail’i, Hâcer’i, teslimiyeti ve fedakârlığı, sabrı ve tevekkülü, kararlılığı ve Allah’a güveni ifade eden bir sembol yapmıştır. Bu bağlamda Allah’ı hatırlatan her şiar (şuur veren şey-sembol) değerlidir.

 

Hüseyin K. Ece

23.6.2012

Zaandam/Hollanda