Tembelizm
Tüm zamanların en marazi hallerinden biri de; tembelliktir… Gerek kişisel, gerekse toplumsal tembellik, hayatı ve geleceği tehdit eden en ciddi tehlikelerden biridir...

04/07/2011 - 12:49

 Tüm zamanların en marazi hallerinden biri de; tembelliktir… Gerek kişisel, gerekse toplumsal tembellik, hayatı ve geleceği tehdit eden en ciddi tehlikelerden biridir… Tembellik bireyle sınırlı kalmıyor oldukça bulaşıcıdır…

Atalet, rehavet, gaflet ve kasvet içeren tembellik önceleri bir kusur olarak algılanırken şimdilerde ise bir alışkanlığa dönüştü, hatta bir yaşam biçimi olarak savunanlar bile var…

Bunlara tembelist diyebilirsiniz…

Tembelliğe bilimsel bir izah bulan, bunun mantıksal örgüsünü kuran, felsefi alt yapısını hazırlayan trajikomik bir durumla karşı karşıyayız…

Dinlemekle, donuklaşmak ayrıştırılamaz oldu…

Tembelliğe bulunan kılıf, keyfiyetsizliğin, kifayesizliğin ve keyfiliğin kitabına uydurulmuşluğunu hazırladı…

Düşünmek, üretmek yerine varolanla yetinmek, günü kurtarmak revaç buldu… Özgürleşen (!) insan, ölümcül bir boşvermişliğe ve başıboşluğa doğru dümen kırdı… Özgür ama özne değil, nesneleşmenin acziyetine düçar oldu…

Teknoloji ile tekleyen insan, mekanik bir yaşamın kollarında artık devre dışı…

Çürümenin, çözülmenin, körelmenin temel nedeni tembellik değil midir?

Azmi törpüleyen, ruhu örseleyen, iradeyi çökerten atalet, gaflet ve cebanet halleri değil midir?

Tembel insan kendisi ile barışık değildir; karamsar, kararsız ve kafası karışıktır… Mücadele ruhunun, mücahede azminin yerini hoş temenniler, boş tavsiyeler almıştır… Önce ağırdan almalar sonradan yerini aldırışsızlığa terk etti… İşte aldanmanın adımları böyle başladı…

Bitkin, bezgin, yılgın, yorgun ruh hali insanın tükenişini haber veriyor… Anlaşılan o ki, yaygın ve aktif tembelliğin sonuçları ağır olacak; hüsran, hicran, hüzün ve hasret bizi bekliyor…

Öyle ki, terakkiden, tekâmülden vazgeçtik, tükenen nesiller nasıl kurtarılacak?

Hantallık, hamlık, hareketsizlik normalleşince hayatın hayrı ve bereketi kalmadı…

Bu gün bizi bitiren başkaları değil tembellik ve günahlarımızdır…

Aşmamız gereken ilk engel tembelliğimizdir… İç dünyalarında kendilerini kilitleyenleri dışarıdan hiçbir rüzgâr harekete geçiremez…

“İki günü birbirine denk geçen mümin ziyandadır” nebevi gerçeğinden koptuk…

Düne kadar canlarını dişlerine takarak gayret edenler; bu gün Rablerinin istediği gibi değil, canlarının istediği gibi yaşıyorlar… En düşkün oldukları şey, kendi rahatları… Risk almayanlar aslında kendilerini nasıl bir tehlike terk ettiklerinin farkında değiller…

Dün harıl harıl çalışanların bugün horul horul uyumaları anlaşılacak gibi değil…İddialarından gazgeçmek, ideallerini iptal etmek, iradeye ket vurmak olacak şey mi?

Daha da beteri tüm bunların bazen tevazu adına, bazen haddini bilmek, kimi zaman da başkasını nefsine tercih etme söylemi ile yapılıyor olmasıdır… Ya da tam tersi; ağır abi, akil adam edası ile yapılanlara burun kıvırmak… “Bu işler artık bizim klasımıza göre değil, biz büyük işlerin adamıyız” havası… “Sıradan işlerle bizi meşgul etmeyin, varsa çapımıza göre projeleriniz buyurun, tartışalım” cakası…

Demem o ki, çalışmalarda tempo düşebilir, işler sapasarabilir ama mutlaka bir iş üzere olmak gerekiyor… “Nasıl olsa bir yapan çıkar” yanılgısı yaygınlaşıyor…

Gönülsüz, isteksiz, üşengeç, “bizden geçti” ruh hali zamanla insanı duyarsız, gayesiz kılabiliyor… Peki bu işlerden elini-eteğini çekmiş, ununu elemiş, eleğini asmışlarımız ne elde ettiler?

Önceleri tatlı bir rekabet vardı, şimdi yerini acı bir rehavet aldı… Artık aktif bir tembellik kabul görüyor… Herkes tembellik hakkını kullanmak istiyor… Çağın gereği midir, yoksa hastalığı mıdır, bilmiyorum… Ustaca kendini geri çekme, üstünden atma, işin içinden sıyrılma becerisi (!) yaygınlaşıyor… Ya da bunun ismi uyanıklık mıdır, işbilirlik midir? Anlamak lazım…

İşin doğrusu; zihinsel tembellik tefekkürsüzlükle neticelendi…

Ruhsal tembellik kararsızlığa dönüştü…

Bedensel tembellik hantallığı doğurdu…

Ve şimdilerde tembellik tevekkül olarak algılanmaya başlandı… Tıpkı zilletle sabrın, tedbirle korkunun karmaşası gibi…

Biz, “Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur” (53/39) gerçeğinin müntesipleriyiz… Nasıl boşverebiliriz?

Yine biz, “Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın yorulmaya devam et.” (94/7) düsturunun muhatabıyız… Nasıl erteleyebiliriz?

Bizim öğretimizde “Kıyamet kopuyor olsa da elindeki fidanı dikmek” vardır…

Çünkü inanıyoruz ki, zerre-i miskal hayırda, zerre-i miskal şerde kayıt altında…

Saniyelerimiz bile sayılı… Her şey hesaba tabi… Zaman bize emanet… Hatta biz işi vaktinden çok olanlardanız…

Bizi harekete geçirecek güç bizde saklı… Yeter ki, biz kendimizi fesh etmeyelim…

Biz kendimize yâr olduktan sonra kimse bizi engelleyemez…

Taşıma suyla değirmenin dönmeyeceği belli, öz kaynakları harekete geçirmek gerekiyor…

Bunu da hatır için değil, Hakk’ın emri olduğu için yapmalıyız…