SERVET SINAVI
Bir Belirleyen var... Teklife tabiyiz... Özgürlük, üretim, tüketim, istek, ihtiyaç hepsinin bir sınırı var, duracağımız yer belli, buna hududullah diyoruz... Yani Allah`ın dur dediği yerde durmak durumundayız...
14/02/2011 - 12:08

İnsan yapısı gereği ihtiyaç duyar... Samed olana muhtaç olduğunu farkettikçe müstağni ve müstekbir olmaktan kurtulur...

Yine insan hayatın doğal akışı gereği tüketmeden yaşayamaz.

İnsanı yaratan Allah (cc) insanın ihtiyaçlarını temin ve tüketimine de bir düzenleme getirmiştir...

Mümin, akıl ve iradesini vahyin çizdiği çerçevede kullanır, üretim ve tüketim hayatı bu bağlamda gerçekleşir...

İhtiyaçları gidermede Müslüman belirsizlik içinde bocalamaz, hareket alanında sınırsız bir yetkiye de sahip değildir...

Bir Belirleyen var... Teklife tabiyiz... Özgürlük, üretim, tüketim, istek, ihtiyaç hepsinin bir sınırı var, duracağımız yer belli, buna hududullah diyoruz... Yani Allah`ın dur dediği yerde durmak durumundayız...

Sınırsız özgürlük, sınırsız günah demektir...

Ekonomik hayatta da helal kazanç, adil paylaşım mülkle ilişkimizi belirliyor... Aksi taktirde arzularını vahyin disiplinine, terbiyesine tabi kılmayanlar, servete sahip oldukça  şımarma ve yozlaşma yoluna giderler...

Sınırsız arzular, önlenemeyen azgınlık demektir...

Vahiyle irtibatları zayıflayanlar, zamanla zaaflarına yenik düşüyorlar... İslam dışı  sistemlerin parçası ve pazarı  haline gelebiliyorlar...

İnancımız o ki; mülkün mutlak maliki, Allah`tır... O Allah, teshir yasaları gereği evrende her şeyi istifademize sunmuştur... Bizden istenen ise mülkle ilişkimizi emanet bilinci üzerinden sürdürmektir..

Şahid olma şuuru ile sahip olduklarımızı kullanırsak amacına uygun hareket etmiş oluruz… Aksi takdirde sömürü, yozlaşma, çürüme kaçınılmaz olur...

Mülk edinme ve kullanma ahlakını, Kuran`ı Kerim ilk nazil olan surelerden Kalem süresinde, bahçe sahipleri kıssası ile henüz risaletin başlangıcında dikkatlerimize sunuyor... Ahlaki yozlaşmanın mali boyutuna işaret ederek toplumsal ifsadın kaynağına iniyor..

Müminin, bu noktada yüzü mala değil, Malik`e yöneliktir...

Nimeti kendinden değil, Allah`dan bilmek durumundadır... Mutlak sahip Allah`tır… İnsanın sahipliği muvakkat ve mukayyettir... Herşey imtihan kapsamında gerçekleşiyor... Dolaysıyla ne sahip olduklarımızla şımarma  ne de elde edemediklerimizden dolayı isyan etme hakkında sahip değiliz...

Mümin meadı metaya feda etmez… Yararı değere öncelemez..

Maddeyi mananın üstünde tutmaz... Ahireti dünyanın yedeğine almaz... Esas olan seküler değerler değil müteal olandır.. Dünya-Ukba dengesinde ahiret kefesi ağır basmaktadır...

Bunu yaparken kendimizi ekonomik hayattan tecrit etmemiz beklenemez.. Dünya nimetlerini terk etmek anlamı çıkarılamaz.. Bizim derdimiz dünyanın içinde ama Allah için olabilmektedir...

                        Dünyevileşmenin ilacı uhrevileşmek değildir… İfratın çaresi tefrit değildir...

Ne inziva ve rizayet ne de rekabet ve reklama dayalı israf ve istif.. Bize düşen yerinde sarf yani kanaat, ihsan ve infak toplumu olabilmektir...

Ne münzevi ve mistik bir toplum, ne  de müsrif ve müfsid bir toplum... Muttaki ve mutedil bir toplum inşa etmektir...

Ne mülkle müstağnileşmek, ne de mülksüz miskinleşmek.. Mülkü murad-ı ilahiye uygun kullanabilmek esastır...

Bu bakımdan bizim toplum algımız teşebbüs ve tasarruf toplumu olmadan önce tasadduk toplumu olduğumuzu unutmamak...

Bu ilişkileri belirleyen heva veya takvadır...

Heva ve hazlar baskınsa ihtiyaçları gidermek adına her türlü zulüm, hile, haram, faiz, fahşa, batıl kazanç mübahlaşmaya başlar... İşi kitabına uydurma fıkhı artık işlevseldir.. Tüketim iştahı dur-durak tanımaz olur...

İşte burada tüketim iştahı ile ihtiyaç olanı doğru ayrıştırmak gerekiyor... Tüketim iştahına, tüketim kültürü de diyebiliriz.. Tüketim ihtiyacı bunlardan farklıdır.. Hazlara ve hevaya hitap eden tüketim ile hayatın idamesi için ihtiyaç duyulan tüketimi karşılaştırmamak lazım...

Daha doğrusu şöyle sormak lazım, tüketim algımızı ve akışımızı ihtiyaçlar mı yoksa arzular mı belirliyor? Şayet arzular, alışkanlıklar ve adetler birinci derecede belirleyici ise bu bizi lüks ve israfa sürükler...

Evet, ihtiyaçları ihdas eden, tüketim kalemlerine karar veren kim?

Görünen o ki, talep, tercih, ihtiyaç doğal bir süreçte oluşmuyor; öğretilen, kışkırtılan, yönlendirilen bir tüketim dünyasıyla karşı karşıyayız...

İhtiyaçlar reklamcıların maharetine bağımlı olarak şekilleniyor...

Hazları okşayan bir kuşatma sistematik olarak sürdürülüyor...

Reklam, rekabet, moda, marka tutkusu, farklı olma dürtüsü insanımızın dünyasını alt-üst etti... Ürettiğinden daha fazlasını tüketen, hırs, ihtiras, kompleks ve kaprislerine yenik düşen nesiller kontrolsüz bir kulvara sürükleniyorlar...

Doğrusu ihtiyaç nedir, israf nedir, seçilmez oldu...

İhtiyaç listeleri uzadıkça uzuyor... Gün yok ki, ihtiyaç kalemlerine bir yenisi daha eklenmiyor olsun... İmaj, prestij, makyaj çağında ihtiyacı nasıl belirleyeceksin?

Karunlaşma temayülü, Salebeleşme sevdası teşvik buluyor, prim yapıyor... Bu konsepte ayak uyduramayanlar beceriksizlik, işini bilmezlikle suçlanıyor... 

Takva, vera, isar çoğu zaman bir temenni olarak kalıyor...

Sürdürüle bilir bir yaşamın gereklilikleri olmakdan ziyade sohbetlerin, sunumların teorik malzemesi oluyor...

Şunu da belirtelim ki, kimse kullandığı ruhsatlardan dolayı kınanamaz...

Ancak bu ruhsatlar dinde laubaliliğe dönüşüyorsa, tehlikeyi görmek gerekir...

İhtiyaç ve zaruret tanımlamalarının fıtri ve vahyi temellendirmesi doğru yapılmaz ise sonuçta insan mala karşı oldukça hırslıdır...

Bu konuda usulcülerin ortaya koyduğu; zaruriyat (zorunlu ihtiyaçlar), haciyat (normal ihtiyaçlar), tahsiniyat (ihtiyaçlarda güzellik ve estetik aramak) çerçevesi bizi hedonizmin, kapitalizmin, konformizmin tuzaklarından korunmada yönlendirici olacaktır...

 

Bir şeye daha dikkat etmek gerekiyor; bu konuda sürdürülen tartışmalarda kutuplaşmaya, sınıflaşmaya,  çatışmaya, kategorize etmeye götüren bir dil hikmetli ve isabetli bir dil olmasa gerek... Bize düşen uyarıcı, ıslah edici, irşad edici bir uslubu ve usulu sürdürmektir... Bize ait olmayan bir literatürle kendimizi doğru ifade edemeyiz...

Belki bu bağlamda şunu da gündem etmemiz gerekiyor; zengin-fakir tartışmasını içe yönelik sürdürürken dıştan gelen;  yeryüzü kaynaklarına yönelik emperyalist güçlerin işgal ve istilasına karşı direniş bilincimizi ve direncimizi dinamik tutmak... Yeryüzünün halifesi olan bizler, özellikle İslam coğrafyasında son ikiyüz yıldır, yerli işbirlikçilerin desteği ile sürdürülmekte olan ümmetin zenginliklerini talan ve imha operasyonlarına karşı nasıl bir tedbir düşünüyoruz?

Evet bu konuda nerde duruyoruz?

Mülk tartışmalarının kişisel olanına takılı kalmadan, küresel ifsadı da görebilmek...