Evlad-ı Rasul’ün Vedası…
Doğrusu sormak lazım; Bir Hüseynî sefere iştirak edecek mecalimiz var mı? Yoksa bizim payımıza sadece matem mi düştü?
06/01/2011 - 11:51

Tam üzerinden 1370 yıl geçti…

Ama acısı ilk gün ki kadar taze ve derin…

Anlaşılan o ki, bu acı kıyamet sabahına kadar bitmeyecek, çünkü; söz konusu olan, Kerbela…

Ümmetin en hazin yarası…

Kerbela nedir? Neresidir?

Evlad-ı Rasul’ün bu dünyaya “Elveda” dediği yer…

Kirli, kinli ve kanlı bir dünyayı kanları ile arındırmak için çıktıkları yol…

Kerbela; bireysel acıları, toplumsal bilince dönüştürmenin adıdır…

Mazlumiyetten direniş üretmenin Hüseyincesidir…

Zilletten izzete evrilmenin mektebidir…

Kişisel cennet hesaplarından öte tüm nesillerin kurtuluşuna adanmış hayatların ortak ismidir…

Ölü toprağı serpilmişlikten ölümü göze alarak özgürleşmenin adresidir…

Kerbela; kefeni beline sarma, direniş ve şehadet gömleğini giyme işidir… Vazgeçebilme öğretisidir… Adanma öyküsüdür…

Yenilgi ile destan yazma becerisidir… Kerbela ile zafer, başarı, galibiyet, yenmek, yenilmek nedir, yeniden yazıldı… Kavramlar anlam kazandı…

Anladık ki, hayat ne olursa olsun illa yaşamak değilmiş… Yaşanacaksa da sadece kendisi için yaşamak değil…. Bir başkası için yaşama erdemini kuşanmakmış…

Şimdi pörsüyen muhalefet tarafımızı, örselenen hareket kabiliyetimizi, tıkanan itiraz damarımızı ancak Kerbela üzerinden onarabiliriz…

Erimemek, eğilmemek, elenmemek, statükoya eklemlenmemek için Kerbela ruhuna muhtacız… Ta ki, o sayede erebilelim erdeme ve ebede…

Kerbela için yas elbiselerini giymek, karalara bürünmek, sızlanmak bu işin sadece seremonik kolaycı tarafıdır…

Önemli olan Hz. Hüseyin (ra)’ın sadece yası değil, esas olan mirasıdır…

Gerçekten Hz. Hüseyin (ra)’ın vasiyeti neydi?

Onları “ah”, “vah”larla anmak yerine vasiyetine bakmak, doğru anlamak ama önce onların farkına varmak gerekmiyor mu?

Bizden Hüseyin’e ağıt, Hüseyin’den bize ise öğüt ve uyarı var…

Kerbela gâm ve gayretin adıdır…

Kerbela yarenlerinin hatırası değil, bize onların hayatı lazım…

Onlar şiardı… Şuurdu… Misaldi… Mesajdı…

Ehl-i Beyt’siz hayatlar ziyandır… Hicrandır…

Evet, Kerbela tarihte yaşanmış geçmiş bir olay değildir… Yezid tarihin bir döneminde kalmış bir figür değildir…

Bugün ne de çok Yezidler ya da Yezidleşenler var…

Kufeleşen şehirlerin sayısını bilen var mı, bilmiyorum…

Kerbela’nın Gazzecesi, Hamacası, Halepçecesi, Fellucecesi, Patanicesi gündemimizde kaçıncı sırada?

Aslında Kerbela uzakta değil, içimizde…

Doğrusu sormak lazım; Bir Hüseynî sefere iştirak edecek mecalimiz var mı? Yoksa bizim payımıza sadece matem mi düştü?

Evet, asırlar sonra biz şimdi neredeyiz?

Tarafımız… Tercihimiz… Tavrımız… Kimden yana? İçine çekildiğimiz mecra bizi nereye çekiyor?

Korkuyorum, hem Hüseyin’e yas tutup, hem de Yezid’le iş tutmaktan…

 

Hani şair Farezdak Hz. Hüseyin’e demiyor muydu? “Onların kalpleri seninle, kılıçları sana karşı.”

Görüyorum; iktidar insanları nasıl Yezidleştiriyor…

Servet insanları nasıl Karunlaştırıyor…

Güç insanları nasıl Haccaclaştırıyor…

Bilgi insanları nasıl Belamlaştırıyor…

Başarı insanları nasıl barbarlaştırıyor…

Vaatler insanları nasıl Surakalaştırıyor…

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” gerçeğini bugüne kadar nasıl tereceme edeceğiz? Uyuşumcu, uysal kafalara bunu izah mümkün mü?

Tüm olumsuzluklara rağmen Hüseyin can’ın mesajını ve misyonunu canlı tutmak zorundayız…

Çünkü O bir duruştur… Çizgidir… Çağrıdır… Çığırdır… Çığlıktır…

O’nu bir çağa, coğrafyaya, ülkeye, topluma, mezhebe, çevreye zorlamak, sığdırmak onu sınırlamaktır… Hüseyin zamanlar, mekânlar ve mezhepler üstüdür…

Ancak bunu söylerken, onu efsaneleştirmeden, fetişleştirmeden, insan-üstüleştirmeden hareket etmeliyiz… O üstün insandır ama insanüstü değildir… Hayatın içinde tutarak hemhal olmalıyız…

Kerbela’yı ideolojileştirmeden kardeşliğe yürümeliyiz… Özgürlük ve direniş şarkılarını daha güçlü söylemeliyiz…

Yezidleri lanetlerken salih amellerden kopmadan yol alabilmeliyiz…

Korkarım ki; şeytan taşlamaktan tavaf yapmaya vaktimiz kalmayacak…

Haklı olmak yetmiyor, önemli olan sonuna kadar haklı kalmaktır… Hakkı ayakta tutmaktır…

Şimdi, Kerbela üzerinden nasıl bir bilinç inşa edebiliriz? Nasıl bir direnç oluşturabiliriz?

Yas ve bilinç birbirini besleyecek mi?

Bir şey daha var: Hüseynî kıyamı Zeynepsiz düşünebilir miyiz? Anlayabilir miyiz?

Ve unutmayalım ki; zalimin zulmü ile mazlumun duyarsızlığı buluştu ise, işte musibet o zamandır…

Zamanın Hüseyinlerine ve Zeyneplerine selam olsun!