Felâketi Önlemek
En son Rasul ve en son Nebî önderimiz Rasulullah(s.a.s.)'dan önceki ümmetlere de O'nun gibi Nebîler ve Rasuller gönderilmişti...
06/01/2011 - 11:04

"Andolsun, senden önceki ümmetlere(peygamber) gönderdik de onları dayanılmaz zorluk (yoksulluk) ve sıkıntılarla çeviriverdik. Umulur ki yalvarırlar diye.
 Onlara zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Amma onların kalbleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi.
 Derken kendilerine hatırlatılan (Îlâhî) tebliğ ve hükümleri) unuttuklarından, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki, kendilerine verilen şeylerle sevince kapılıp şımarınca, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar, umutları suya düşenler oldular.
Böylece zulmeden topluluğun kökü kurutuldu. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'adır." (1)
    En son Rasul ve en son Nebî önderimiz Rasulullah(s.a.s.)'dan önceki ümmetlere de O'nun gibi Nebîler ve Rasuller gönderilmişti... Onlar da, Allah'ın kelâmıyla uyarmış, şirkten, küfür ve tağuttan vazgeçip, tamamen reddederek, Allah'a iman edip salih ameller işledikçe müjdelendiler... Allah'a ve Rasulune iman etmeyi reddedip şirk koşarak, tağutlara kulluğa devam etmeleri hâlinde ilâhî azapla korkutuldular... Onlar, inadî küfrün içine girdiler ve şirk bataklığına saplandılar... Rasullerin, Allah'dan indirilen vahyi tebliğ ederken, onları dinlemediler, kulaklarını tıkadılar, kalblerini kapadılar, gözlerini ve beyinlerini cehâlet perdesiyle örttüler...
    O tağuta kul olan müşrikler ve onları sömüren elebaşları, Tevhid'e karşı böyle davranınca Allah Teâlâ, onları çeşitli zorluklarla imtihan etti... onlara çeşitli sıkıntılar verdi... ola ki, bu sıkıntılardan kurtulmak için yeğane Rabbleri Allah'a dönerler, iman eder, dinler ve itaata başlarlar diye... Fakat o kaşarlanmış müşriklerin kalbleri katılaşmış, pas üstüne pas tutmuş, beyinleri dumura uğramıştı... İnsanların en büyük düşmanı olan şeytan onlara, Allah'a koştukları şirklerini ve tuğyanlarını süslü-çekici göstermiştir... Bundan dolayı şirk ideolojilerinde küfür düzenlerinde ayak dirediler ve İslâm'ı kabul etmediler...
    Yaratılış gayelerine ters düşen bu toplumlar, Allah'a ibadet etmemek için direnip müstekbirleştiler... Başlarına gelen sıkıntılar, müsibet ve belâlar, onların kalb katılığından dolayı küfürlerini ve isyanlarını arttırdı...
    Hâlbuki, yanlızca Allah'a ibadet etsinler diye yaratılan bu insanlar, ilâhî davete icabet etmeliydiler... Fıtratlarına uygun olan İslâm'a iman etmeli, gereği gibi amel işlemeli ve yegâne Rabbleri Allah'a duâ etmeliydiler...
"Rabbimiz dedi ki: 'Bana duâ edin,size icabet edeyim.' Doğrusu bana ibadet etmekten büyüklenen (Müstekbir)ler, cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir." (2)
    Dünya hayatında imtihan olunan insanlar, akledip fıkhedip, tefekkür ederek Rabbleri ve ilâhları Allah'a iman etmeli kendilerine ulaşan imam ve İslâm davetini kabul eylemeli değiller miydi? Muvahhid Mü'min şahsiyetiyle imtihan sırasında kalbleri daha yumuşamalı, sabırları ve küfürleri artmalı ve Rabbleri Allah'a duâlarla ibadetlerini olgunlaştırmalı değiller miydi?...
    Suheyb (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
" Mü'minin işine şaşarım. Gerçekten onun bütün işleri hayırlıdır. Bu, mü'minden başka hiç kimsede yoktur.
Kendisine varlık isabet ederse, şükreyler. Bu, onun için hayırlı olur. Darlık isabet ederse, sabreyler. Bu da onun için hayır olur." (3)
    Muvahhid mü'minlerin tavrı bu idi, ya katı yürekli inkârcı müşrik tağutların tavrı!.. Allah'a kul olmaları emredilen ve yanlızca Allah'a ibadet etmek için yaratılan kulları, kendilerine kul etmemek, kul olmaları gerekli rab ve ilâh olmaya kalkışmak... Evet, eğemen tağutların haddini aşmış tavırlarıydı bu!..
"Derken, kendilerine hatırlatılanı (ilâhî tebliğ ve hükümleri) unuttuklarında, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık....."
Bu ayetin tefsirinde İmam Fahreddin er-Râzî (rh.a.) şunları beyan ediyor:
"Bu ayette, onlar, kendilerine hatırlatılmış olan hastalık ve yoksulluğu unuttuklarında, onlara herşeyin kapısını açarak, onları hakirlik ve yoksulluktan kurtarıp rahat, bolluk ve çeşitli nimetlere sevkedeceğini beyan buyurdu. Bundan maksad ise şudur:
    Allah Teâlâ onlara, bazen musibet ve belâları musallat kılmak suretiyle muâmele etmiş amma onlar, bundan gereken istifadeyi elde edememişlerdir. Bunun üzerine de Allah onları, bu durumun aksi olan başka bir hâle geçirmiştir ki bu da, onlara her türlü hayrın kapılarını açması, onlar için sürür ve saadet vesilelerini kolaylaştırmasıdır. Amma onlar, bundan da yararlanamamışlardır. Bu, tıpkı, şefkatli bir babanın, çocuğuna karşı olan şu davranışına benzer: Baba, çocuğunun iyiliği için ona, bazen sert, bazen de yumuşak davranır.
   Onlar, kendilerine verilen hayır ve nimetler sebebiyle sevinip, herhangi bir şükür edâsında bulunmaksızın ve de herhangi bir mazeret beyanında bulunmaya, tevbe etmeye yönelmeksizin, sevinme ve şımarmadan fazla bir şey yapmadılar.
   Bil ki, "üzerlerine her şeyin kapılarını açtık..." buyruğunun mânâsı, onlara kapalı olan bütün hayırların kapılarını açtık demektir.
"Sevince kapılıp Şımarınca" sözünün mânâsı ise, onlar, başlarına gelen bu hakirlik ve hastalıkların, Allah'dan bir intikam olmak üzere olmadığını zannedip, Allah da onlara her türlü hayırların kapılarını açınca bunu, kendilerinin haketmiş olduklarını zannedince, işte o vakit onların kalblerinin katılaşıp öldüğü ve intibahın ümit edilemeyeceği ortaya çıkar... İşte bu sebeble Allah, farkedemeyecekleri bir yönden, onların başına ansızın azabını getirivermiştir, şeklindedir." (4)
   Ukbe b. Amir (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
"Bütün isyanlara rağmen, Allah Teâlâ'nın bir kula istediklerini verdiğini görürsen bil ki bu,  bir istidractır (yani, Allah'ın ona yavaş yavaş azaba sevketmesidir)."
   Rasulullah (s.a.s.), daha sonra Allah Teâlâ'nın şu ayetini okumuştur:
"Derken, kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerine her şeyin (bolluk, güç, sağlık, servet) kapılarını açtık. Öyle ki, kendilerine verilen şeylerle sevince kapılıp şımarınca onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar, umutları suya düşenler oldular." (En'âm, 6/44) (5)
   Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'ın bu hadisi ve delil olarak okudukları ayeti düşündüğümüz zaman, çağımızın egemen zalim tağutlarını hatırlıyoruz... İnsan olma acizliklerini hiç düşünmeden, hadlerini aşarak, kendilerince dünya ya yeni bir düzen verme şeytanî düşüncenin peşine düşmüşlerdir... Dünyanın olması gerekli olan fıtrî düzenini bozanlar, dünyanın tabiatına uymayan yeni düzen projeleri geliştirmektedirler... Emperyalist egemen tağutlar, işgal ettikleri İslâm topraklarındaki yerli işbirlikçi uşaklarıyla, yeni dünya düzeninin düzensiz programlarını yapmaktadırlar!... İnsanlık âlemini huzursuz edenler, "huzur getireceğiz" iddiasındadırlar... Mazlum insanların yaşadığı ülkeleri işgal edip, her tarafı ateşe veren, savaş naralarıyla katliamlar yapan tağutî güçler, dünya barışından bahsetmektedirler...
   Bu emperyalist şeytanî planlarıyla İslâm topraklarını işgal edip, akıttıkları mazlum ve Mustaz'af müslümanların kanlarıyla kan gölüne çeviren egemen zalim tağutlar, buralara barış, hürriyet ve huzur getireceklerini ilân ediyorlar...
   Riyet ve huzur getireceklerini ilân ediyorlar… Bu emperyalist vahşiler, yerli işbirlikçi tağutlarla beraber mazlum ve mustaz'afların kanını dökmeye, malını sömürmeye ve ekmeğini çalmaya devam etmektedirler.
 Mazlum ve mustaz'af ülke halklarını ve onların servetlerini şeytani oyunlarla çaldıkları için dünyanın en zengin ülkelerinin egemenleri haline gelen zalim tağutlar "üzerlerine her şeyin kapılarının açıldığı" bir duruma gelmişlerdir. Bunca isyanlarına rağmen, Allah Teâla, kendilerine istediklerini veriyor… Önderimiz Rasulullah (s.a.s)'nin en doğru olarak beyan buyurduğu gibi bu hal, onlar için yavaş yavaş azaba yaklaşmaktan başka bir şey değildir.
 Doğusuyla batısıyla "küfür tek millettir." Küfür ve şirk ile egemen olduktan sonra doğu ve batı arasında hiçbir fark yoktur… Birisini destekleyip, diğerini reddederek saldırmak, hiçbir akıllı insanın işi olmasa gerek!.. Hele hele muvahhid mü'minler, İslam düşmanları olan iki müşrik güç arasında tercih yapma durumuna düşmemelidirler… Doğusuyla batısıyla şirk sistemleri aynı şeydir… Yalnız bu gün İslam topraklarını küfür ve şirkin batıl cephesi işgal etmiş ve Müslüman kanını oluk oluk akıtmıştır. Elbette ki,  Müslümana saldırı ve darbe nereden geliyorsa oraya daha çok yönelmeli, saldıranı durdurup geriye püskürtmelidir…
 Sanal medeniyetini, zulüm, sömürü, işkence ve mazlumların ahı üzerine kuran batıl, mustaz'aflardan çaldıklarıyla servet sahibi olmuş ve üzerine her şeyin kapısı açılmış olduğundan dolayı ulaştığı seviyeden kazandığı güç onu azdırıp şımartmıştır… Bunun için kendisini dünyanın tek hakimi zannediyor… Bu zannından dolayı düzensiz düzeniyle dünyaya yeni düzen vermek arzusundadır. Hakkı ve haklıyı inkar etmiş, adaleti yok edip, yerine batılı ve zulmü yerleştirmiştir… Gözü kendisinden başkasını görmediği için, her ülkeyi ve her halkı kendisine çevirmek peşinde… Bütün gücü kendinde toplamış zannıyla en azgın işleri yapıyor ve vahşice saldırıyor… Hevasını ilahlaştırmış, bir köy haline getirip, köyün tek ve rakip tanımaz muhtarı olduğu kanaatine varmış, egemen olduğu bölgelerde tek ilah ve tek rab olduğu anlayışında… Selefi Fir'avn gibi!..  Fir'avn'da azgınlığından dolayı böyle çılgınlıklar yapmış egemen olduğu ülkede tek ilah ve tek rab olduğu kanaatine varıp, öyle sanarak ilan etmişti… (6) Bu batıl iddiası ve bu azgınlığı O'nun Kızıldeniz'de boğulmasına sebep olmuştu… Allah O'nu derece derece azaba yaklaştırdı ve bir gün ordusuyla beraber ordusuyla Kızıldeniz'in içinde ansızın yakalayıp, âleme ibret  bir şekilde helak etti…
 Bugünün emperyalist tağutu, dünkü selefi olan Fir'avn'un yolundadır!.. Başlangıcı, yaşantısı ve yeni dünya düzeni iddiası Fir'avn gibi. Allah'ın sünnetullahında bir değişme olmadığı (7) için, sonu da Fir'avn gibi olur … İnşallah…
 Rabbimiz Allah Teâla  şöyle buyurur:  "Artık o sözü (Kur'anı) yalan sayanı sen bana bırak. Biz onları, bilemeyecekleri bir yönden derece derece azaba yaklaştıracağız.
 Ben onlara süre tanıyorum. Elbette benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır." (8)
 Kâtâde (rha.) şöyle buyurmuştur: "Bir kavim, Allah'ın emrine karşı gelmişti. Allah Teâla, bir kavmi ancak onların sarhoşluğu, gafleti ve nimet içinde oldukları zamanda alıp yakalayıverir.
 Allah'ın nimeti ile gururlanmayınız. Allah'ın nimeti ile ancak günahkâr kavimler gururlanır.(9)
 İmam Hasan El-Basri (rha.) şu tespiti yapar: "Allah, kimin rızkını genişletirde imtihan edildiğini görmezse onun sıhhatli bir görüşü yoktur. Allah kimin rızkını daraltırda o kişinin, kendisine yardın edildiğini görmezse, onun da sıhhatli bir görüşü ve aklı yoktur!.."
 Hasan El-Basri(rha.) sonra "Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki, kendilerine verilen şeylere sevince kapılıp şımarınca onları, apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular." (En'am 6/44) ayetini okuyup, "Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki, istedikleri kendilerine verilip de sonra geri alınan kavim, hileleri karşılığında cezaya uğratılmıştır," demiştir. (10)
 Rabbimiz Allah, ayetlerini inkar edenleri ve en büyük zulüm olan şirk koşanları nasıl helak ettiğini  ve bu O'nun değişmez sünneti olduğunu şöyle beyan buyuruyor:
 "Ayetlerimizi yalanlayanlar ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (günahları yükleyip azaba) yaklaştıracağız. Onlara bir süre tanıyorum. Hiç şüphesiz benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır (şiddetlidir)" (11)
 "Bunlar, sana doğru haber (kıssa) olarak aktardığımız (geçmişteki) nesillerin haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmış (hala izleri var, kimi de) biçilmiş ekin (gibi yerle bir edilmiş, kalıntısı silinmiş) dir.
 Biz, onlara zulmetmedik, onlar ancak kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları onlara hiçbir şey sağlayamadı. Helak ve kayıplarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
 Onlar, zulüm işlemekteyken ülkeleri (veya nesilleri) yakaladığı zaman... Rabbinin yakalaması işte böyledir. Gerçekten O'nun yakalaması pek acı, pek şiddetlidir.
 Ahiret azabından korkan için bunda kesin ayetler vardır. O, bütün insanların kendisinde toplanacağı bir gündür ve o, gözlenebilen bir gündür. (12)
 Ebu Musa (r.a)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: 
 "Allah zalime, muhakkak ki mühlet verir de, onu yakalayacağı zaman göz açtırmadan ansızın yakalar."
 Ebu Musa (r.a) dedi ki:
- Sonra Rasulullah (s.a..s) şu ayeti okudu: "Onlar zulüm işlerlerken ülkeleri (veya nesilleri) yakaladığı zaman… Rabbi'nin yakalaması işte böyledir. Gerçekten O'nun yakalaması pek acı, pek şiddetlidir." (Hud, 11/102) (13)
 "Bu Allah'ın öteden beri sürüp giden sünnetidir. Sen Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın." (14)
 Zemahşeri (rh)  şöyle söylemiştir:
Bu Mekke kafirlerinden olsun, başkalarından olsun, ahalisi zalim olan her belde, hatta başkasına, yahut günah işlemek suretiyle kendisine zulmeden herkes hakkında, zulmün akibetinin vehim olacağından sakındırmaktır. Bundan dolayı her günahkâra, Rabbi'nin elim ve şiddetli azabından korunmak ve mühlete aldanmayarak hemen tevbeye yönelmek gerekir…(15)
 Fert olarak ve devlet olarak, yada toplum olarak insan, kendisini hiçbir şeye muhtaç olmayan olarak görürse, yeryüzünde azgınlık yapar.. Elindeki maddi güç ile diğerlerine üstünlük sağlayınca, onları kendisine kullar, kendisini ise onlara Rab olarak görmeye başlar… İşte o zaman dünyanın fıtrî düzenini bozar, kendi hevasına göre yeni dünya düzeni oluşturur. Oluşturmaya çalıştığı yeni dünya düzeni, dünyanın tabiatına ters olduğu için huzur yerine felaket, barış yerine savaş ve mutluluk yerine keder getirir…
 Rabbimiz Allah Teâla şöyle buyuruyor:
"Hayır, gerçekten insan azar, kendini müstağni gördüğünde." (16)
 Dünya malından yana zenginliğin sahibi ve bundan dolayı azgınlığın sembolü Karun'dur… Karun, kendi zamanında ki insanlar için ibret olduğu gibi, bütün çağlara ve  zamanlara şamil bir ibret örneğidir!...
 Rabbimiz Allah Teâla, azgın Karun'un kıssasını şöyle beyan buyurur:
 Gerçekten şu ki Karun, Musa'nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz ona, öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte(taşımaya) davranan topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi, ona demişti ki; "Şımararak sevinme. Çünkü Allah şımararak sevince kapılanları sevmez."
 Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyada da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.
 (Karun) dedi ki: "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir." Bilmez mi ki, gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu günahkârlardan kendi günahları sorulmaz.
 Böylelikle kendi ihtişamlı süsü içinde, kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke,  Karun'a verilenlerin bir benzeri bizimde olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay (talih, şan, kısmet ve haz) sahibidir." dediler.
 "Kendilerine ilim verilenler ise, 'Yazıklar olsun size, Allah'ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır. Buna da sabredenlerden başkası kavuşturulamaz' dediler.
 "Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi."
 "Dün onun yerinde olmayı dileyenler sabahladıklarında, 'Vay! Demek ki, Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip yaymakta ve kısıp daraltmaktadır. Eğer Allah bize lutfetmiş olamasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay! Demek gerçekten inkâr edenler, felah bulamaz' demeye başladılar." 
 "İşte ahiret yurdu! Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. Güzel sonuç takva sahiplerinindir." (17)
 Tarihteki, Karun ve yandaşlarının kıssası, günümüzde ki 'Emperyalist Batı Tağutu ve Yandaşlarının' kıssasıdır. Karakter aynı, tavır aynıdır… Sonları da aynıdır…
 Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâla:
 "Biz bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine emrederiz, böylelikle onlar, onda bozgunculuk çıkarır. Artık onun üzerine söz hak olur da onu, kökünden darmadağın ederiz.
 "Biz Nuh'dan sonra nice kuşakları yıkma uğrattık. Kullarını günahlarını haber alıcı, görücü olarak Rabbin yeter." (18)
   "Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp, düzenlerek… Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp kuşatmaz. Artık onlar, öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözetmektedirler? Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.
 Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıkları görsünler? Üstelik onlar, kuvvet bakımından daha güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah'ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir." (19)
 'Emperyalist Batı Tağutu'nu ve onun yandaşlarını bekleyen son bu iken, nasıl oluyor da birileri onlarla beraber bu felakette birlikte olmak istiyorlar?..
 Ey akıl sahipleri, hiç düşünmezmisiniz!?
 Düşünün ve uyanın!.. Uyanın ve tedbirinizi alın!.. Ağırdan almayın, yavaş davranmayın!.. Geç kalmak, felaketi önlemeyebilir!.. Felaketi önlemek için acele edin!..


1) En'am, 6/42-45. 2) Mü'min, 40/60. 3)Sahih-i Müslim, Kitabu-z Zühd, b.13, hds- 64. Sünen-i Dârimi, Kitab-ur Rikak, b.61, hds- 2780. İmam Ahmed b. Hanbel, El-Müsned, çev. Rıfat Orul, Konya 2003, c.1 sh. 205, hds-15/166/ 4) Fahruddin-er Râzi, Tefsiri Kebir-Mefatih-ül Gayb, çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, Ankara 1990, c.9, sh. 433. 5) Ahmed İbn Hanbel, Kitab-üz Züh, çev. Mehmed Emin İhsanoğlu, İst.1993, c.1, sh 27, hds. 62. İmam Suyuti, Cami-us Sağir, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, vdg. İst.1996, ç.1, sh.194, hds-359 (629) Ahmed B. Hanbel, Müsned, ç. 4, sh.145'den.  Ebu Cafer Muhammed B. Cerir, Et-Taberi, Taberi Tefsiri, çev. Hasan Karakaya- Kerim Aytekin, İst.1996, ç. 3, sh. 490.  İbn-i Kesir, Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, çev. Dr. Bekir Karlığa, Dr. Bedreddin Çetiner, İst.1984, ç.6, sh. 2631. Ahmed B. Hanbel ve İbn-i Ebu Hatim'den İmam Kurtubi,El-Cami-u li-Ahkam-il Kur'an, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst.1998, ç.7, sh.13, (not: Aynı sayfanın 1. nolu dipnotunda bu hadisin: Taberani, El-Mu'cemil Evsad, ç.10, sh.125-126'dan olduğu kaydedilmiştir. 6) Bkz. Kasas, 28/ 38, Naziat, 79/23-24. 7) Bkz. Fetih,48/23.Fatır 35/43, İsra 17/77, Ahzab 33/62. 8) Kalem 68/44-45 9). İbn-i Kesir, a.g.e., ç. 6, sh. 2631. 10) İbn-i Kesir, a.g.e., ç. 6, sh. 2630, Fahruddin-i Razi, a.g.e., ç. 9, sh. 434, İmam Kurtubi, a.g.e, ç.7, sh.13, Ahmed İbn-i Hanbel, Kitab-uz Zuhd, ç.1, sh. 64, hbr. 200. 11) Araf 7/ 182-183. 12) Hud 11/100-103 13)Sahih-i Buhari, Kitab-ut Tefsir, Bkz.161, hds. 206. Sahih-i Müslim, Kitab-ul Birri Ve-s Sıla, b.15, hds 61. Sünen-i Tirmizi, Kitab-u Tefsir-ul Kur'an, b.12, hds. 3309. Sünen-i İbn-i Mace, Kitab-ul Fiten, b. 22, hds. 4018. Ahmed İbn-i Hanbel, Kitab-uz Zühd, ç. 1,  sh42, hds 120. 14) Fetih 48/23, Ayrıca bkz. Enfal 8/38/ 15) Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim, Tercüme ve Şerhi, İst.1983, ç. 10, sh. 533/ 16) Alak 96/6-7. 17) Kasas 28/76-83. 18) İsra 17/16-17/ 19) Fatır 35/43-44