Asr-ı Saadet’ten Bir Genç Selâme İbn Ekva’-radıyallâhu anh-(Yorulmayan Ayaklar, Bitmeyen Azim)(I)
Seleme İbn Ekva'(ra) yanında bir başka delikanlı ile alaca karanlıkta ilerliyor. Elinde yayı, sadağında okları ormana doğru gidiyor. Yanındaki genç, dizginlerini tuttuğu çok güzel bir atı sabah serinliğinde gezdiriyor.
02/12/2010 - 11:18

Sabahın ilk ışıkları ufuktan süzülmeye çalışıyor. Henüz gecenin karanlığını bastıramamış. Seher vaktinin tazeliği, hayata yeni adım atmış bir kuzunun, bahara merhaba demiş bir tomurcuğun, yaprağın tazeliğini andırıyordu. Esen hafif rüzgar, mahmurluğu siliyor, cana can katıyordu. Kuşların cıvıltıları, yeni bir günün seher virdiydi. Tarihe yeni hatıralar bırakacak bir gün başlıyordu…
 Seleme İbn Ekva'(ra) yanında bir başka delikanlı ile alaca karanlıkta ilerliyor. Elinde yayı, sadağında okları ormana doğru gidiyor. Yanındaki genç, dizginlerini tuttuğu çok güzel bir atı sabah serinliğinde gezdiriyor. Evden de bunun için ayrılmış. Bu güzel at da, sabahın canlılığı kadar canlı ve taze. Taylık devresini henüz geçmek üzere. Talha İbn Ubeydullah'ın(ra) atı. Rabâh isimli bu delikanlı, Allah Rasûlü'nün(sav) hizmetinde bulunma şerefine erenlerden biri.
 Talha(ra) bu güzel atı özenle cihada hazırlıyor. Rabâh'dan da onu merada yayılıma çıkarmasını, yayılım sırasında az ve düzenli su içirmesini, zaman zaman da gezdirmesini istiyor. Bunu Seleme'den istediği de olurdu. Genç Seleme ile Talha'nın aralarında köklü bir dostluk bağı vardı.
O gün Rabâh, yine Talha'nın atını gezdiriyordu. Sabahın serinliğinde ilerlerken Seleme'ye rastladı. Seleme(ra) okunu yayını almış, Medîne'nin kuzeybatısında, Şam yolu güzergâhına düşen istikamette yer alan ormana doğru ilerliyordu. Rabâh, yalnızlığını yok edecek bir arkadaş bulduğu için sevinmişti. Seleme iyi bir dost, iyi bir ağabeydi. Yiğit bir insandı. Avlanmayı sever, sık sık ava çıkardı.
*
 Şimdi iki genç insan birlikte yürüyorlar aralarında konuşuyorlardı. İkisinin sesleri, sabahın berrak ve tazeliğinde, atın ayak seslerine karışıyordu. Yeni günün aydınlığı, her saniye gücünü biraz daha artırarak gecenin karanlığının son kalıntılarını da silmeye başlamıştı. Ovalar ve dağlar, iyice kendini gösterir hale gelmişti.
 Vedâ Tepesini(1) aşıyorlardı. Seleme birden durdu. Av takip etmeye alışık keskin gözleri, ilerde uzanıp giden vâdîde bir hareketlilik sezmişti. Bu vâdîde Allah Rasûlü'nün(sav) bütün Müslümanlar adına bakımlarını yaptırıp koruduğu develer vardı. Bir başka ifâdeyle bunlar, yeni kurulan İslâm Devletinin Beytü'l-Mâline ait develerdi. Sabahın bu saatinde dikkatini çeken hareketlilik sıradan bir hareketliliğe benzemiyordu.
 Müşriklerden Abdurrahman İbn Uyeyne el-Fezârî, Gatafanlıların da içinde bulunduğu bir süvârî birliğiyle Müslümanların ağaçlık ve çalılıklar arasında yayılan süt develerine saldırmıştı. Develeri ele geçirmiş, sürerek götürmek için toparlıyor, onları kontrol altına almaya çalışıyorlardı. Develerin bakımıyla görevli Benî Ğıfârlı sahâbîyi öldürmüşler, hanımı Leylâ'yı esir almışlardı.
 Seleme'nin gözleri kadar keskin zekası neler olduğunu anlamıştı. Delikanlıya;
"Derhal atın sırtına atla. Onu Talha'ya götür ve Rasûlullah'a merada yayılan develere saldırı olduğunu haber ver!" dedi.
 Delikanlı ata atlayıp hızla Medîne'ye doğru yol alırken o da koşarak Sel' Dağının tepelerinden birine çıktı. Medine'ye dönerek bütün gücüyle bağırdı:
 "Va Sabahaaah! Va Sabahaaah! Va Sabahaaaaah!"
 Bu çağırış tehlike çağırışıydı. "Vah bu sabaha!" demekti. Tehlikeli ve dehşet dolu bir sabahın habercisiydi…
 Seleme'nin bu sadâsı Medînei Münevvere'de tesirini göstermiş, Allah Rasûlü'ne ulaşmış, henüz sebebi tam olarak bilinmese bile derhal alarm durumuna geçilmişti. Atına atlayan yiğitler Rasûlullah'ın yanına koşuyordu. İlk varan süvarinin "Ba'zece" isimli atıyla Mikdat İbn Esved, ikinci varanın da "Lemmâ" isimli atıyla Ensardan Abbâd İbn Bişr olduğu nakledilir.(2) Daha sonra gelen süvariler birbirini takip etmeye başladı.
 Medîne'de süvariler bir araya gelirken ve alarmın sebebi öğrenilmeye, hareketin hedefi tayin edilmeye çalışılırken Seleme bu haykırışından sonra baskını yapan ekibin peşine düştü. Koşarak…
 Gatafanlılar, develeri toparlayıp kendi topraklarına doğru sürerek hızla yol almaya başlamışlardı. Seleme(ra) koşuyordu. Ağaç dallarından sıyrılarak, çalıları yararak, kayalardan sekerek, hendekleri atlayarak koşuyor, koşuyordu… Müthiş bir enerjiyle mesafeleri eritiyor, her geçen dakika arayı kapatıyordu.
 Çok geçmeden develeri kaçıran ekibe yetişti. Artık ok atış mesafesindeydi. Okunu yayına yerleştirerek günün ilk avını avladı. Sonra her uygun durumda atışlar birbirini takip etmeye başladı. Ağaçlar, dallar arasından sıyrılan ve havada ıslık çalarak ilerleyen oklar dehşet saçıyordu. Sünürünün çevresini kuşatan ve dağının duran süvarilerden onu fark edip saldırıya geçenler oldu. Seleme bir pars çevikliğiyle ağaç gövdelerinin, eğik kütüklerin arkasına sıçrıyor, kendisini sipere alıyor, gerilen yayından boşanan oklarıyla hedeflerini yere seriyordu.
 Sanki vücûdunun her hücresi, enerji, güç ve cesaret doluydu. Her ok savuruşunda;
 "Al bunu! Ben, Ekva'ın oğluyum &Bu gün leîmin helak günüdür." diyordu.
 Sonra tekrar peşlerinden koşmaya başlıyor, atış menziline giren süvariyi atının sırtından aşağı yuvarlıyordu. Ağaçlıklarda zikzaklar çiziyor, ağaç arkalarında siper alıyor, dallar arasında kayboluyor, dar boğazlardan geçerken tuzağa düşmemek için yamaçlara tırmanıyor, üzerine gelenleri taş yağmuruna tutuyordu. Yamaçların daraldığı boğazlarda ekibi bütünüyle sıkıştırıyor, birkaçını da olsa saf dışı bırakmak, ilerleyişlerini engellemek için önlerine ve üzerlerine kayalar yuvarlıyordu.
 Akla hayale sığmaz bir mücadele yaşanıyordu. Bir yiğit, bir birliğe meydan okuyor, neredeyse kök söktürüyordu…
  Onu ele geçirebilmek için ekip hazırlanıyor, tuzaklar kuruluyor ama Seleme baskıncıların bütün çabalarını boşa çıkartmayı biliyordu. Bitmeyentükenmeyen bir enerji, azim, zekâ ve çeviklikle mücadelesini sürdürüyordu. Ayakları yorulmak bilmiyor, süvariler onun takibinden kurtulamıyordu.
*
 Çok geçmeden yük hafifletmeye başladılar. Artık sürüden kopan develeri takip edemiyorlar, çok lüzumlu bulmadıkları fazla eşyayı atıyorlar, çaresiz kaldıkları bu takipten kurtulmaya çalışıyorlardı.
 Seleme(ra), geride bırakılan develerden yakalayabildiklerini hemen yakınında bulduğu bir ağaca bağlıyarak güven altına alıyor, ele geçirdiği eşyayı hemen düzenli bir şekilde yığıyor, sonra koşusuna devam ediyordu. Özellikle hafiflemek için geride bırakılan bürdeleri alıyor, yol güzergâhına yerleştirip üstüne bir taş koyuyordu. Bu, İslâm süvarilerine bırakılacak en net ve kolay işaretlerdendi. Aynı şeyi bazen de kendisine atılan mızraklarla yapıyordu…
 Kendisine otuz kadar hedefini bulamayan mızrak atıldığını, bir o kadar da bürde bıraktıklarını o kendisi nakleder.(3) Okların sayısını ise bilmek mümkün değildi…
 Bu yaptıkları, bir taraftan kendi mücadelesini sürdürürken ümitle beklediği Allah Rasûlü'ne(sav) ve ordusuna gidilen istikameti göstermek ve mücadeleden kopmadığını belli etmek içindi.
 Zaman zaman sadağındaki okları bitmeye yüz tutuyor, kendisine atılan okları topluyor, silahsız kalmamak için bütün dikkatini kullanıyordu.
 Düşmanların rahatça yol almalarına fırsat vermediği gibi, dinlenmelerine, yiyip içmelerine de izin vermiyordu. 
 Aynı anda çok şey düşünmesi ve düşündüklerini süratle gerçekleştirmesi gerekiyordu. Doğrusu o bunu akıllara durgunluk verecek bir şekilde yapıyordu.
 *
 Bir süre sonra Gatafan'a bağlı bir kol olan Fezâr Kabîlesinden bir başka birlik, develeri gasp edenleri takviye için geldi. Bu sırada iki tepenin kuşattığı bir vâdîdeydiler. Onların gelişiyle biraz rahatladılar, mola vererek yemek yemeye başladılar.
 Seleme de bulunduğu tepede kendine uygun, vâdîye hâkim, müdâfâya uygun yüksekçe bir yer seçti. O da oturdu. Düşmanın durumu şu anda hücuma uygun değildi. Kendisini tehlikeye atmadı. Her ne kadar yiyip içme fırsatı buldularsa da bu molayla zaman kaybettikleri de kesindi. Böylece kendisi de bir parça nefes alma fırsatı bulacaktı.
 Takviye kuvvetinin başında bulunan komutan, kartal gibi tepenin en yüksek noktalarından birinde yer alan ve kendilerini takip eden Seleme'yi görmüştü.
"Bu da nenin nesi?" diye sordu.
"Başımıza tam bir belâ," dediler. Sabahın alaca karanlığındanberi peşimizde. Bir an bile yakamızı bırakmadı. Üzerimize ok yağdırıyor. Elimizde ne varsa neredeyse hepsini söktü aldı."
 Komutan duyduğu kelimeler karşısında şaşırmıştı. Sonra zihnini toparladı. "Bu kişinin peşinde başkaları olsaydı bu derece can havliyle peşinize düşmez, arkadaşlarının gelmesini beklerdi," dedi. Sonra ekledi:
"Birkaç kişi kalksın ve bulunduğu tepeyi kuşatsın!"
 Dört kişi değişik koldan ilerlemeye, Seleme'nin olduğu tepeye yaklaştıkça çemberi daraltmaya başladı. Seleme üzerine gelenleri görmüş, bulunduğu noktayı savunmaya uygun hale getirmeye başlamıştı. Çekinmiyordu. Üzerine gelenler sayıca çok değildi. Arada boşluk vardı; arkasında siper alabilecekleri kayalar yoktu. Dolayısıyla kayadan kayaya intikal ederek kendisine yaklaşamazlardı. Oklarını hazırladı.
Yaklaştılar, sesini duyacakları bir noktaya gelince kendilerine seslendi:
"Beni tanıyor musunuz!?"
"Hayır! Sen kimsin?" dediler. Cevap verdi:
"Muhammed'in(sav) yüzünü batıla dönmekten koruyan Allah için ben Ekva' oğlu Seleme'yim. Sizden birini hedef seçtiğimde ona nasıl ulaşacağımı göreceksiniz. Onun asla benden kurtulamayacağına da şahit olacaksınız. Üzerime gelmek isteyen beni karşısında bulacak!"
 Tehdidinde ciddî idi. Üzerine gelecek herkesi yere sermeye hazırdı. Bu boşluğu onun oklarına hedef olmadan geçemezlerdi. Karşısındakiler de bunu öğrenmişlerdi.
 İçlerinden biri; "Tahmin edebiliyorum," dedi. Döndüler.
 Seleme arkalarından bakıyordu. Şimdi ne olacaktı? Daha kalabalık mı geleceklerdi? Bu şekilde ne kadar dayanabilirdi? Şu ana kadar bir mü'min azim ve cesaretinin ne boyutlara varabileceğini onlara göstermişti. Onunla yaşadıkları saatleri unutamayacaklardı. O üzerine düşeni hayranlık duyulacak bir şekilde yapıyordu. Rabbine güveniyordu. Sonu ne olursa olsun razıydı.
 Bu duygular içindeyken îleride uzanıp giden vâdide hareketlilik hissetti. Bir süvari ustaca hareketlerle ağaçları, dalları yararak süratle ilerliyordu. Biraz arkadan bir başka süvari daha ilerliyordu. Onun gelişi daha müthişti. Onun peşinde bir süvari daha vardı. Gerilerde de başka süvârîler…
 Seleme'nin içi sevinçle doldu. Rasûlullah'ın(sav) süvârî birliği yetişmişti. Kalbi sevinçle dolduğu kadar huzurla da dolmuştu. Şimdi üzerine düşeni bütünüyle yaptığına inanıyordu. Düşmanın rahat yol almasını engellemiş, onları her fırsatta oyalayarak zaman kaybetmelerini sağlamış, dinlenmelerine de fırsat vermeyerek yorgun düşürmüş, morallerini bozmuş; yol boyunca koyduğu işaretler işe yaramış, mücahidler onlara yetişmişti. Şimdi dolu dizgin geliyorlardı…
***
 Devam Edecek…
(1) Vedâ Tepesi (Seniyyetü'l-Vedâ'): Medîne-i Münevvere'de iki Vedâ Tepesi vardır. Biri Mekke istikâmetinde, diğeri Ürdün, Şam istikâmetindedir.
 Hicret sırasında söylenen; "Bir ay doğdu üzerimize Vedâ Tepeciğinden…" mısralarında yer alan tepe Mekke istikâmetinde Kubâ yakınlarında olan tepedir. Yukarıda sözü edilen ise Şam istikâmetinde, Cebeli Râye yakınlarında bulunan tepedir.
(2)Siretü İbn Hişam (2/ 282).
(3)Sahih-i Müslim, Cihad (3/ 1436-1437), Hayâtü's-Sahâbe (1/ 545) Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'inden naklederek.