Sevgili peygamberimizi üzmeyelim (2)
Ümmetiyle sevgi ve şefkatte bütünleşen, sevincini ve üzüntüsünü ümmetiyle paylaşan Allah Rasûlü, gayet tabiî olarak ümmetinden de aynı duyarlılığı ve hassasiyeti bekleyecektir.
02/12/2010 - 11:04

Onun üzüntüsü ümmeti içindi: Peygamberimiz'in mübarek gönlünü inciten ve O'nu üzen olaylar karşısında ilgisiz ve kayıtsız kalmamız düşünülemez. O'nu bir Peygamber olarak üzen her olay, O'nu rahatsız eden her yanlış uygulama, ümmetini de aynı şekilde üzmeli ve rahatsız etmelidir.

Ümmetiyle sevgi ve şefkatte bütünleşen, sevincini ve üzüntüsünü ümmetiyle paylaşan Allah Rasûlü, gayet tabiî olarak ümmetinden de aynı duyarlılığı ve hassasiyeti bekleyecektir. Dolayısıyla Şanlı Peygamberi en çok üzen konuları iyi bilmemiz ve O'nun izinden yürümemiz gerekmektedir. Peygamberimiz'i üzen bazı konulara bundan önceki makalede temas etmiştim. Bu makalede de aynı konuya devam etmek istiyorum. Katılık, ölçüsüzlük, önyargılı davranmak Peygamberimiz'i üzen en önemli hususlardan biri, kişiler hakkında ön yargılı davranmak ve insanların iç âlemi hakkında karar vermektir. Her şeyde itidali, orta yolu ve dengeli olmayı tavsiye eden Efendimiz, ölçülü ve itidalli olmayı emretmiş, dinde ve dünyada ifrat ve tefrite düşmeyi reddetmiştir. Ölçü, ilke ve prensip dini olan İslam, her çeşit ölçüsüzlüğe ve aşırılığa karşıdır. Aşırılık, kabalık, taassub ve fanatizm İslâm'la taban tabana zıttır. İslâm; sevgi, saygı, hoşgörü ve anlayış dinidir. İslâm, sınırları ilahî ve nebevî ölçülerle son derece hassas bir şekilde çizilen ulvî bir hayat sistemidir. Peygamberimiz'in diliyle kendisine "Sevgilinin oğlu Sevgili" denilen Genç sahabî Üsame b. Zeyd anlatıyor: Rasûlullah bizi bir seriyye halinde düşman üzerine gönderdi. Sabahleyin Cüheyne kabilesine ait Hurukat denilen yere vardık. Orada düşman tarafından bir adamı yakaladım. Adam öldürüleceğini anlayınca, "La ilahe illallah" dedi. Buna rağmen ben onu öldürdüm. Ama içime bir kuşku düştü. Bu durumu Peygamberimiz'e arz ettiğimde çok üzülmüştü. Allah Rasûlü bana: "O, La ilahe illallah, dedi ve sen onu öldürdün, Öyle mi? dedi. Ben de: Ya Rasûlallah!.. O, silahtan korktuğu için bunu söyledi, dedim. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v): "Sen, onun bunu içtenlikle söyleyip söylemediğini bilmek için, onun kalbini yarıp içine baktın mı ?" 1 dedi. Üsame, sözüne devam ederek diyor ki: "Peygamberimiz, bana bu cümleyi o kadar tekrar etti ki, ben o zaman keşke yeni müslüman olmuş olsaydım, diye temenni ettim." Bu olayda görüldüğü gibi Allah Rasûlü'nün bizden istediği şey, insanların kalplerindeki düşünceleri okumaya kalkışmamak, insanlara karşı tavır ve davranışlarımızda önyargılı olmamak, elimizde açık delil, yeterli kanıt ve doğru sözlü şahit olmadan kesin hüküm vermemek, katı ve acımasız olmamak, daima hüsnü zanla davranmak, özellikle Kelime-i Tevhidi söyleyen müslüman kardeşimize kardeşçe davranmaktır. İslâm Kardeşliğine aykırı ön yargılı, katı ve kaba anlayış tarzı Allah Rasûlünü derinden üzecektir. Kelime-i tevhidi söyleyen ve kendisini müslüman olarak takdim eden kişiyi müslüman olarak kabul etmek zorundayız. Ancak bu kabul, o kişinin yamukluk ve yanlışlıklarını onaylamak anlamına gelmemelidir. Müslümanın kardeşinin Kur'an ve Sünnet açısından yanlış ifade ve uygulamaları karşısında uyarı hakkı ve görevi bulunmaktadır. Komploculuk, hainlik, davet ve irşad elemanlarına tuzak kurulması: Peygamberimiz'i derinden üzen konulardan biri, davet ve irşad elemanlarına komplo kurulması, yetişmiş eğitim elemanlarına haince saldırıda bulunulmasıdır. Müjdeleyici, uyarıcı, davetçi ve eşsiz eğitimci olarak görevlendirilen Peygamberimiz, insan unsuruna çok önem veriyor, yetişmiş kadrolara apayrı bir değer veriyordu. Gözbebeği gibi bakıp titizlikle yetiştirdiği Suffe Ashabı onun çok sevdiği ihlaslı, çilekeş, fedakâr ve vefakâr gençlerden meydana geliyordu. Bu genç elemanlar genç İslâm Devleti'nde davet, irşad, maliye, diplomasi, eğitim ve yönetim gibi görevlerle görevlendiriliyordu. Hicretin 4. yılı Safer ayında Medine'ye gelen Ebu Berâ (Amir b. Malik), Peygamberimiz tarafından İslam'a davet edilince, Ebu Berâ olumlu veya olumsuz bir cevap vermemişti. Ebu Berâ, Peygamberimiz'den Necid bölgesini İslam'a davet etmek ve kendilerine Kur'an öğretmek üzere bölgeye yetecek sayıda seçkin irşad ve eğitim elemanlarının görevlendirilmesini istemişti. Bu teklifi olumlu bulan Efendimiz, Suffe Ashabından Münzir b. Amr başkanlığında 70 kişilik mümtaz Kur'an ve irşad heyetini bu bölgeye gönderdi. Ebu Berâ'dan bunları kollayıp koruyacağına dair söz aldı. Davet, irşad ve eğitim kafilesi, yolda Bi'ri Meûne denilen kuyu civarında konakladılar. İçlerinden Haram b. Milhan'ı Peygamberimiz'in kendilerine verdiği mektupla birlikte Amiroğulları kabilesi başkanı Amir b. Tufeyl'e elçi olarak gönderdiler. Mektubu alan Amir b.Tufeyl, hainlik yapıp Peygamberimiz'in mektubunu getiren Haram B. Milhan'ı öldürdüğü gibi, Rı'l, Zekvan ve Usayye kabilelerinden topladığı çapulcularla irşad kafilesini kuşatıp ok yağmuruna tuttu. Davetçilerle onlara tuzak kuranlar arasındaki çarpışma sonunda yaralı olarak kurtulan Ka'b b. Zeyd ile esir düşen Amr b. Ümeyye hariç kafilenin tamamı şehid oldu. Faciayı Efendimiz'e Amr b. Ümeyye bildirdi. Peygamberimiz, bu acıklı olaya son derece üzülmüş, hain katilere çok kızmıştı. Peygamberimiz, eğitim elemanlarına hain ve gaddar komplo kuran, davet ve irşad için gönderilen bu değerli şahsiyetleri acımasızca öldüren Rı'l, Zekvan ve Usayye kabilelerine bir ay süreyle sabah namazlarında kunut duası okuyarak beddua etmişti. Enes b. Malik, bu durumu: "Rasulullah'ın Bi'ri Maûne katillerine kızdığı kadar hiç kimseye kızdığını bilmiyorum", ifadesiyle anlatmaktadır. 2 Yetişmiş eğitim elemanlarının bir komploya kurban gitmesi, davet ve irşad elemanlarının bir suikast sonucu harcanması, gerçekten üzücü bir olaydı. Efendimiz, bu feci olay dolayısıyla derin üzüntüsünü açıkça ortaya koyacak, böylelikle yetişmiş insan unsurunun önemini ümmetine bir kez daha duyuracaktı. Yolsuzluk, rüşvetçilik, millet malına el uzatılması Allah Rasûlünü son derece rahatsız eden konulardan biri, haksız kazanç yollarına başvurulması, haram lokma yenilmesi, rüşvet alınması, yolsuzluk yapılması ve ümmetin malına el uzatılmasıdır. Millet malını Mâlüllah (Allah'ın malı) olarak tavsif eden Efendimiz, "Allah'ın malına haksız yere el uzatanlar için kıyamet günü azap verileceğini" bildirmekte, 3 rüşvet alana da rüşvet verene de lânet etmektedir. 4 Peygamberimiz, Ezdoğulları'ndan İbn Lütbiyye adı verilen bir kişiyi zekât toplamakla görevlendirmişti. İbn Lütbiyye, topladığı zekât mallarını Efendimiz'e takdim ettikten sonra: Şu mallar sizin için, şunlar da bana hediye olarak verildi, dedi. Kendisine verilen rüşveti hediye olarak adlandırmıştı. Bu davranışa çok üzülen Efendimiz, bu tepkisini bütün ashabına duyurmak istiyordu. Olağanüstü bir toplantı yaparak minbere çıktı. Hutbede Allah'a hamd ve senadan sonra şöyle konuştu: "İçinizden birini Allahın bana emrettiği bir görevle zekât toplamakla görevlendiriyorum. O adam da gelip: Bu mallar, sizin için verildi, bunlar da bana hediye olarak verildi, diyor. O kimse anababasının evinde otursaydı, eğer kendisine hediye verildiği doğru ise bu hediye(!) ona gelecek miydi?" "Allah'a yemin olsun ki, sizden biriniz ümmetin malından haksız yere bir şey alırsa, kıyamet günü bu aldığı şeyi sırtında taşıyarak gelecektir. Sakın sizden birini kıyamet günü sırtında haksız yere el koyduğu böğüren bir deve veya sığır ya da meleyen bir koyun taşıyarak görmeyeyim?" Efendimiz, daha sonra koltuk altındaki beyazlık görünecek derecede ellerini kaldırarak üç defa: "Allahım!.. Tebliğ ettim mi?" dedi. 5 Peygamberimiz (s.a.v), rahmet ümmetinin diğer ümmetler önünde yüz kızartıcı suçlarla kendisini mahcup etmemesini istiyordu. O, ümmetinin haksızlıklar, adaletsizlikler ve hayasızlıklardan uzak, iyilikler ve güzelliklerle dolu, haram lokma yemeyen, lekesiz, tertemiz bir toplum olmasını arzu ediyordu. Irkçılık, bölücülük, bölgecilik Peygamberimiz'i üzen konulardan biri de ırkçılık ve kabilecilik hastalığıdır. Henüz cahiliyye döneminden yeni çıkmış olan insanlar arasında zaman zaman nükseden bu hastalık Peygamberimizin diliyle "Cahiliyye hasleti" olarak tanımlanmıştır. Irk birliği yerine inanç birliği ilkesini ön plana alan, mü'minlerin kardeş olduğunu ilan eden Kur'anı Kerim 6, Allah katında en değerli kişinin Allah'tan en çok korkan kişi olduğunu bildirmektedir. 7 Efendimiz, Veda Hutbesi'nde bu manayı ifade etmek üzere şöyle buyurmaktadır. "Beyazın siyaha, siyahın beyaza, arapların arap olmayanlara, arap olmayanların araplara hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak ve ancak takvâdadır." 8 Peygamberimiz bu gerçeği sadece sözle ifade etmekle kalmamış, uygulamada bu kardeşliği bütün canlılığıyla hayata yansıtmıştır. Onun huzurunda Habeşistanlı Hz. Bilal, İranlı Hz. Selman, Rum diyarından gelen Hz. Suheyb İslâm kardeşi olarak ilân edilirken; Hz. Peygamber'in amcası Ebu Leheb, Allah kelâmıyla lânetlenmiştir. İnsanları ırklarına, renklerine ve milletlerine göre tasnif etmek ve bu nedenle ayrıcalıklı muameleye tabi tutmak, psikolojik ve sosyolojik bir sapmadır. Irkçılık adı verilen bu hastalığı İslâm şiddetle reddetmektedir. Cahiliyye Döneminin kalıntısı olan bu hastalık, Allah Rasûlü tarafından tedaviye tabi tutulmuş, özellikle Medine döneminde bu hastalığın ortadan kalkması için büyük çaba harcanmış, sonunda batıl ve yıkıcı ırkçılık düşüncesi yıkılmış, Medine İslam Toplumu'nda gerçek İslâm Kardeşliği anlayışı hakim kılınmıştır. Değerli sahabî Ebu Zerr el-Gıfarî, bir gün Peygamberimiz'in müezzini Bilâli Habeşi'ye tartışma esnasında kızarak cahiliyye devrinde kalma bir alışkanlıkla: -Ey siyah kadının oğlu!.. (Ye'bne'sSevdâ!.) diye hitap etmişti. Siyah tenli, kıvırcık saçlı, nur kalpli Bilâl, -siyah renkli her insan- gibi bu söze çok üzülmüştü. Bu durum Peygamberimiz'e intikal edince, Efendimiz buna çok üzülmüş, Ebu Zerr'e bunun bir cahiliyye hasleti olduğunu söylemişti. Bu olayı bir de olayın kahramanı Ebu Zerr'den dinleyelim: Ben bir gün bir arkadaşımı annesi sebebiyle -annesinin siyah renkli olması- sebebiyle ayıplamıştım. Bunun üzerine Efendimiz bana: "Sen onu annesi sebebiyle mi ayıpladın? Sen hâlâ cahiliyye kokusu taşıyan bir kişisin," dedi. Ben de: -Ya Rasûlallah!.. Yoksa ben bu yaşıma rağmen bu saatte hâlâ cahiliyye hasleti mi taşıyorum? dedim. Efendimiz de: -"Evet", dedi. 9 Cahiliyye hastalığı olan ırkçılık, İslâm Kardeşliği prensibiyle çelişen, İslâm'a taban tabana zıt olan ve Allah Rasûlü'nü üzen sakat bir anlayıştır. O'nu üzen bu yıkıcı, batıl anlayış ve sakat düşünce O'nun ümmetine yaraşan bir anlayış ve düşünce biçimi olamaz. Irkımız, kendi isteğimizle seçip aldığımız, kendi çabamızla kazandığımız bir özellik olmadığına, sadece ilahî bir takdir olduğuna göre, ırkımızla övünmemiz, kendi ırkımızı en üstün ırk olarak görmemiz, başka ırkları ve milletleri hor ve hakir görmemiz çok anlamsızdır. Allah, yarattığı her ırka diğer ırklardan farklı özellikler ve güzellikler vermiştir. Bir ırkı diğerinden üstün görmek ve bunu bir hayat felsefesi, bir ideoloji olarak benimsemek yanlış bir tutumdur. Şanlı tarihimiz ve millî mefahirimizle iftihar etmek elbette hakkımızdır. Ama daha da güzeli dedemizle, babamızla ve geçmişimizle iftihar etme yerine, evladımızla ve yetiştirdiğimiz yeni nesille iftihar edebilmektir. Önemli olan, geçmişte sergilenen şeref levhalarını değil; kendi amel ve eylemlerimizi ortaya koyabilmektir. İslâm Kardeşliği prensibi dikkate alındığında; Sultan Fatih bize ne kadar yakınsa Salâhaddin Eyyûbî de o kadar yakındır. Sultan Alparslan ne kadar bizimse, İmam Şamil de o kadar bizimdir. Mehmet Akif de Muhammed İkbal de aynı derecede bizim dâvâmızın temsilcileridirler. Arapçılık, Türkçülük, Kürtçülük, Çerkesçilik... gibi etnik ayrımcılık düşüncesi, cahiliyye dönemi kalıntısı, psikolojik hastalıktır. Irkçılık, toplumu kamplara bölen, tarihte yıllarca süren savaşlara neden olan yıkıcı bir düşünce biçimidir. Peygamberimiz'i son derece üzen ırkçılık hastalığından kurtulmanın yolu, Kelime-i Tevhidi söyleyen herkesi kardeş olarak kucaklamak, birleşme noktası olarak İslâm Kardeşliğini kabul etmektir. Gelin, O'nun ümmeti olalım!.. Allah Rasûlü'nün şefaatine erişmek, O'nun huzurunda yüzümüz kızarmasın istiyorsak, O'nu üzecek ve O'nu incitecek davranışlar sergilememeliyiz. O'nun ümmeti olarak O'nun bizlere vasıyet ettiği Kur'an ve Sünneti candan sahiplenmeli ve yeniden bütün dünyaya İslâm Sevgi Medeniyeti'ni aşılamalıyız. Özellikle gençliğe çağrıda bulunuyoruz. Gelin!.. İslâm'la, İslâm'a mensup olmakla onur duyalım. İslâm'ın izzet ve şerefini yeniden canlandıralım. Her konuda en güçlü, en önde biz olalım, medeniyet öncüleri olalım. Her şeyden önce gönül birliğini, sevgi beraberliğini gerçekleştirelim. Kur'an ve Sünnet etrafında halka olalım. Tek kelimeyle: Gelin, gerçek anlamda O'nun ümmeti olalım!...

1: Müslim: İman 158; Ebu Davud: Cihad 95; İbn Mace: Fiten 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/439; 5/207 * 2:Buharî: Menakıb: 6; Müslim: Mesacid 294; Fedâilü's-Sahabe: 186; Tirmizî: Menakıb 73; Nesaî: Tatbik 26; Darimî: Siyer 79; İbn Hişam, Siret: 2/183; İbn Kayyim, Zadül-Mead: 2/109. * 3:Buharî: Humus 7; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 6/364 * 4:Tirmizî: Ahkâm 9; Ebu Davud: Akdıye 4; İbn Mace: Ahkâm 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/164. * 5:Buharî: Hıyel 15, Zekât 3, Hibe 17; Müslim: İmare 24, 26, 28; Ebu Davud: İmare 11; Nesaî: Zekât 6; Darimî: Zekât 31, Siyer 51; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/426; 5/227 

 

[email protected]