Şirk: En Korkunç Münker
Yegâne Rabbimiz ve İlâhımız, Âlemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle, hayat kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Andolsun, onlara: ‘Kendilerini kim yarattı?’ diye soracak olsan, elbette: ‘Allah, diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?”(1) “Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye soracak olsan, elbette: ‘Allah’ diyecekler.”(2)
22/03/2010 - 16:53

Meşhur Muhaddis İmam Buhârî (rh. a.), “el-Câmiu’s- Sahih” adlı ünlü hadis kitabın da, bu ayetleri delil getirerek şöyle diyor:  “İşte bu söz, onların Allah’a imanlarıdır. Hâlbuki kendileri, Allah’tan başka şeylere ibadet etmektedirler.” (3)

İmam Buhârî (rh. a.)’in beyan ettiği gibi, müşriklere, kendilerini, gökleri ve yeri kim yarattı? Sorusu sorulduğunda hiç şübhesiz: “Allah” derler. Bu itirafları, onların Allah’a inandıklarının beyanıdır. Müşrikler, Allah’ın varlığını inkâr etmiyorlar. Onlar, Allah’ın varlığına ve ortaksız “Hâlik” , yani yegâne yaratıcı olduğuna iman ediyorlar. Onlar, ateist değildirler. Âlemlerin yegâne Rabbi Allah Teâlâ’yı biliyor, tanıyor ve yaratıcı olduğuna inanıyorlar. Bu inançlarına rağmen, Allah’tan başka şeylere ibadet ediyor, böylece Allah’a ibadet etmekte ortaklar kabul ederek şirk koşuyorlar.

İmam Buhârî (rh. a.)’in bu tesbiti bize, Tevbe Sûresi’nin otuz birinci ayetini ve bu ayetin, Rasulullah (sav) tarafından tefsirini hatırlatmaktadır!..Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ: “Onlar,  Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiblerini rablar (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlâh’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.”(4)

Onlar, yani yahudi ve hristiyanlar, Allah’a inandıklarını beyan ile, Allah’tan başka bilginlerini ve rahiblerini rabler edinmişlerdir. Başta yahudi ve hristiyanlar olmak üzere bütün küfür ve şirk cebhesinin mensubları, böyle yapmakta, bilim adamlarını, devlet adamlarını ve din adamlarını Allah’tan başka ilâhlar ve rabler olarak kabul etmekte, onlara ibadet etmeye gayret göstermektedirler.  Onların, bu ibadetlerin nasıllığını yegâne önderimiz Rasulullah Muhammed (sav.) izah etmektedir.

“Adiyy b. Hatim (r.a.) anlatıyor: Boynumda altından bir haç olduğu hâlde Rasulullah (sav.)’e geldim.
Rasulullah (sav.):  “Ya Adiyy, bu putu üstünden at!” buyurdu. Kendisinin, Beraat (Tevbe) Sûresi’nden:  “Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiblerini rabler (ilâhlar) edindiler…” (Tevbe, 9/31) ayetini okuduğunu işittim. Dedim ki: Ya Rasulallah, biz, onlara ibadet etmiyorduk ki! Rasulullah (sav.) buyurdu ki:  “Gerçi onlar, bunlara ibadet etmiyorlardı. Fakat bunlar, herhangi bir şeyi onlara helâl kıldıkları vakit onu, helâl kabul ediyorlar ve her hangi bir şeyi onlara haram kıldıkları vakit onu, haram kabul ediyorlardı.” (5)

İşte onların, Allah’tan başka şeylere ibadet etmeleri budur!.. Çünkü onlar, Allah’ın, insan kullarına haram kıldığı, yani yasakladığı şeyleri helâl, yani serbest kılmakta ve Allah’ın, insan kullarına helâl kıldığı, yani serbest ettiğini haram kılmada, yani yasaklamaktadırlar. Toplum yönetiminde egemen olan bu güçlerin, insanlar üstünde yasama hakkına sahib oldukları, yönetilenler tarafından kabul edilip itaat edilince, oları Allah’tan başka rabler edinmiş olurlar. Çünkü Allah’ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını haram kılmakta ve bu yaptıklarını resmileştirip yasal hâline getirmektedirler. Onların bu hükümlerine itaat edenler, onlara ibadet etmiş oluyorlar.

Âlemlerin Rabbi Allah’ın hükümlerini geçersiz kılıp, kendi hükümlerini toplumda geçerli kılanlar, tağutlaşmış, onlara itaat edenler ise onları rabler ve ilâhlar edinmişlerdir. Egemen tağutlara ibadet eden kitlelere dikkat edildiğinde, bunların ateist olmadıkları, aksine Allah’a iman ettikleri görülecektir. Rabbimiz Allah Teâlâ, onlar için şöyle buyurur: “Onların çoğu Allah’a (katıksız) iman etmezler de ancak şirk katıp dururlar.” (6)
İkrime (rh. a.) şöyle der:
“Onların çoğu, Allah’a ortak kılıcılar olarak Allah’a iman ettiler! (7)

Eşi, benzeri ve ortağı asla olmayan Allah Teâlâ buyuruyor: “Gerçekten Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.” (8) “Hani Lokman oğluna- öğüt vererek- demişti ki: ‘Oğulcuğum, Allah’a şirk koşma. Şübhesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.” (9) “Ey iman edenler, müşrikler bir pisliktirler. Öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar.” (10)

Müşrikleri, birer pislik hâline getiren, onları pisleştiren şirktir. O hâlde şirk, pisliğin kaynağı ve tâ kendisidir.
Şirk: Büyük bir günahla Allah’a iftira etmektir!
Şirk: En korkunç ve büyük bir zulümdür!
Şirk: Maddî ve manevî pisliklerin en pisidir!

Abdullah ibn Mes’ud (r.a.) anlatıyor:
“Ben, Rasulullah (s.a.s.)’ e: _ Allah katında hangi günah en büyüktür? Diye sordum.Rasulullah: “Allah, seni yarattığı hâlde, Allah’a benzer bir eş uydurmandır.” Buyurdu. Ben: Hakikaten bu, elbette pek büyüktür! Dedim.” (11)

Benzersiz Allah Teâlâ’ya benzeterek bir eş uydurmak, büyük günahların en büyüğüdür!.. Rabbimiz Allah Azze ve Celle, yalnızca kendisine ibadet etsinler diye yarattığı insan kullarına (12) hitab ederek şöyle buyurur : “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki, sakınasınız.
O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten yağmur indirerek, bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah’a eşler koşmayın.” (13)
“De ki: ‘Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratanı inkâr ediyor ve O’na bir takım eşler kılıyorsunuz? O, Âlemlerin Rabbi’dir.” (14)

Bütün Kâinatı yaratan ve egemen olan Allah Teâlâ’ya nasıl ortak koşulur? İnsan, bu olmayan şeyi nasıl olur olarak kabul eder? İnsanlık tarihi boyunca bu olumsuz soruların cevabını, birileri fıtrata aykırı davranarak, olumsuz bir şekilde cevaplamışlardır. Onlar, Âlemlerin Rabbi Allah’a şirk koşmuş, yaratmayı Allah’a has kılarken, egemenlik konusunda Allah’a ortaklar türetmişlerdir.

Allah’a inanmış, fakat bu imanlarını katıksızlaştıramamış, ortaksız iman etmeleri gerekliyken, imanlarına şirk karıştırarak, egemenlik ve itaat konusunda Allah’tan başka şeylere yönelmişlerdir. Allah ile beraber, egemen rablar ve ilâhlar edinmiş, Allah’a ibadete devam ederken, onların hükümlerine itaatkâr oldukları için, onlara da ibadet eder olmuşlardır. Böylece bilerek veya bilmeyerek şirkin içine düşmüşlerdir. Kendileri uyarıldıkları hâlde bile bile böyle bir şirkin içinde olmak, Allah’a yapılan ibadetlerin bütününü boşa çıkarır. Ömür boyu Allah’a ibadet ettiği hâlde, Allah’tan başka rableştirilenlerin tağutî hükümlerine itaat ederek, onlara da ibadet edildiğinden dolayı şirk ortaya çıkmış, şirk ile yapılan ibadetler boşa gitmiş olur.

Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Andolsun, sen ve senden öncekilere vahyolundu (ki): ‘Eğer şirk koşacak olursan, şübhesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın.
Hayır, artık (yalnızca) Allah’a ibadet et ve şükredenlerden ol.” (15)

İmam Taberî (rh. a.), bu ayetin tefsirinde şunları beyan etmiştir: “Ey Muhammed! Rabbin sana da, senden önce gönderilmiş olan peygamberlere de şunu vahyetmiştir: Yemin olsun ki, eğer herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşacak olursan, amelin mutlaka ibtal edilir, ondan hiçbir sevab kazanamazsın ve sen, Allah’a ortak koşmanla mutlaka hüsrana uğrayanlardan olursun. Hayır, sakın sen, kavminin müşriklerinin, Allah’ı bırakıp da birtakım putlara kulluk etme emellerine uyma. Bilâkis yalnızca nimetlere karşı şükredenlerden ol.” (16)

Allah’ın hükümleriyle beraber tağutun, yani Allah’tan başka hüküm koyucunun hükmüne itaat etmek, bunu isteyerek yerine getirmek şirktir. Herhangi bir “İkrâh-ı Mülcî” olmadan inanarak tağutun hükümlerine rıza gösterip boyun bükmek şirkin tâ kendisidir.

Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, Nebîlerini ve Rasullerini gönderdi ki, insanlara bu şirki beyan etsinler, onları bundan alıkoysunlar ve yalnızca Allah’a ibadet etmelerini kendilerine tebliğ edip öğretsinler.

“Andolsun, Biz her ümmete: ‘Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının’ (diye tebliğ etmesi için) bir Rasul gönderdik.” (17) buyuran Rabbimiz Allah Teâlâ, bu hakikatı apaçık beyan edip, Rasulullah(sav)’in vazifesinin, Tevhid’i ve gerektirdiği şeyleri emretmek ve en korkunç münker olan şirkten alıkoymak olduğunu beyanla şöyle buyurur :  “O (Rasul), onlara Ma’rufu (iyiliği ve İslâm’a uygun olanı) emrediyor, Münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri haram kılıyor.” (18)
 
En son Nebî ve en son Rasul olan Rasulullah (sav), bütün insanlığa gönderildi ki kendilerine, iyiliği, yani akîdesi ve ameli ile İslâm’ı tebliğ edip gereğini emretsin ve başta şirk olmak üzere onları bütün kötülükten alıkoysun. Temiz şeyleri helâl, pis şeyleri de haram kılsın. Şirk, bütün günahların, zulümlerin ve pisliklerin kaynağıdır. Bütün günahlar, zulümler ve pislikler ondan ortaya çıkmaktadır. Şirk, kötülüğün anasıdır. Bütün kötülükler, ondan doğar ve onun çocuklarıdır.

İnsanlık âleminin en son Ümmetinin Nebîsi Rasulullah Muhammed (sav), yaşadığı zamanda ve vefatından sonra kıyamete kadar gelecek insanları, en korkunç münker olan şirkten ve ondan kaynaklanan kötülüklerden alıkoymuş, onlara Ma’rufu, yani Tevhid’i ve Tevhid’in gereği olan salih ameli emretmiştir. Bu hâl, en güzel ahlâk üzere olan Rasulullah (s.a.s.)’in ahlâkının gereğidir. (19)

En güzel ve pek büyük bir ahlâka sahib önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in ahlâkı ve vazifesi: İyiliği emretmek, kötülüğü nehyetmekti !.. Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (sav)’in Ümmeti! Merhamet olunmuş Vasat Ümmet! İnsanlara örnek şahsiyetler olan Muvahhid mü’min müslümanlardan oluşan hayırlı Ümmet! Yaratılış gayesi: Şirk koşmadan, yalnız ve yalnız Âlemlerin Rabbi Allah’a kul olup ibadet etmek !Olmazsa olmaz vazifesi: İyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek !

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ:  “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. Ma’rufu (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.” (20)

Bu vazife, bütün zamanları ve mekanları kuşatıcı bir vazifedir. En hayırlı ümmet, iyiliği emr, kötülüğü nehyetme vazifesini, ya ferd ferd yapar, ya da bir grubunu vazifelendirerek bunu gerçekleştirir. İmkânların ve şartların elverdiği ölçüde bu vazifesini yerine getirmek, ferd ferd ya da grub hâlinde ümmete farzdır.

Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılar, zekatı verirler ve Allah’a ve Rasulüne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şübhesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”(21)  “Sizden, hayra çağıran, iyiliği (Ma’rufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır.” (22)  “Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman eder, Ma’ruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar, salih olanlardır. Onlar, hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakîleri bilendir.”(23)

Vasat ve en hayırlı ümmetin değişmez karakteri budur: Hayra davet etmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak! Bu karakter, Allah’a ve ahiret gününe iman etmek ile, Allah’ın, iman etmemizi emrettiği iman ilkelerinin bütününe katıksız iman eylemek ile gerçekleşir.

En büyük iyilik Tevhid ve en büyük kötülük şirktir. En son ümmet olan Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in ümmetinden önceki ümmetler de, Ma’rufu emretmek ve münkerden nehyetmek vazifesi faiz olarak gündeme geldiğini, Rabbimiz Allah Teâlâ beyan buyurmaktadır: “(Lokman dedi ki:) ‘Oğulcuğum, namazı dosdoğru kıl, Ma’rufu emret, münkerden sakındır ve sana isabet eden (musibetler)e karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir.”(24)

Sizden önceki nesillerden, onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu- günahkârlardı.

“Halkı, ıslah eden kimseler iken, senin Rabbin, o ülkeleri zulüm ile helâk edecek değildir.” (25)

En korkunç münker, Allah’tan başka rablar ve ilâhlar edinmektir. Allah’tan başka hüküm koyucuların hükümlerine inanıp itaat etmek, onları Allah’tan başka rablar ve ilâhlar edinmek olduğuna göre, bunlara “Lâ” deyip reddetmek, Münker olanı nehyetmektir. “Lâ ilâhe” Münkerin reddi, “İllallah” Ma’rufun emridir.

Huzeyfe (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:  “Nefsim yed’inde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah, kendi katında yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp duâ edersiniz amma duânız kabul edilmez.” (26)

Ya Tevhîd’i emreden, şirkten nehyedersiniz, ya da büyük bir azab ile cezalandırılırsınız. İzzetinizi kaybeder, tağutların işgal ettiği topraklarınızda zillet içinde yaşarsınız!..  Bu vazifelerini ihmal edip yapmayanlar, zillet içine düşüp esaret hayatında tağutların zulmü altında yaşamaya başlarlar.

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ:  “Biz, onlara zulmetmedik, ancak onların kendileri zalimlerdir.” (27)

Rabbimiz Allah’a hamdolsun ki, izzeti, zillete tercih eden, cenneti, dünya zindanına değişen ve yalnızca Allah rızasını hedefleyen hayırlı bir nesil yetişmektedir. Bunlar, Tevhid’i emretmekte ve münkerin en kötüsü olan şirkten nehyetmektedirler:  “Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha tapmazlar.” (28)  

  1) Zuhruf, 43/87.
2) Zümer, 39/38.
3) Sahih-i Buhârî, Kitabu’t- Tevhid, B. 41 (Bab başlığında) 
4) Tevbe, 9/31.
5) Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l Tefsiru’l- Kur’ân, B. 10, Hds.3292. Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr et- Taberî, Taberî Tefsiri, çev. Hasan Karakaya- Kerim Aytekin, İst. 1996. c. 4, Sh. 283.
6) Yusuf, 12/106.
7) Sahih-i Buhârî, Kitabu’t- Tefsir, B. 41 (Bab başlığında)
8) Nisa, 4/ 48, 116.
9) Lokman, 31/ 13.
10) Tevbe, 9/ 28.
11) Sahih-i Buhârî, Kitabu’t- Tefsir, B. 4, Hds. 4, 281.                             
                                Kitabu’t- Tevhid, B. 41, Hds. 146.
                                Kitabu’l- Edeb, B. 20, Hds. 30.
                                Kitabu’d- Diyat, B. 1, Hds.1.
                                Kitabu’l- Muhârribîn, B. 5, Hds. 10.
      Sahih-i Müslim, Kitabu’l- İman, B. 37, Hds. 141-142.
      Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’t- Talak, B. 48-50, Hds. 2310.
      Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l- Kur’ân, B. 26, Hds. 3394-3395.
      Sünen-i Neseî, Kitabu Thrimu’d- Dem, B. 4, Hds. 4000- 4001.
      Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 1, Sh. 280, 431, 434,462,464.
12) Bkz. Zariyat, 51/56.
13) Bakara, 2/21-22.
14) Furkan, 41/9.
15) Zümer, 39/65-66.
16) et-Taberî, Taberî Tefsiri, C. 7, Sh. 186.
17) Nahl, 16/36.
18) A’râf, 7/157.
19) Rabbimiz Allah Azze ve Celle, Rasulü Muhammed(s.a.s.) için şöyle buyuruyor:
                           “Şübhesiz sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin.” Kalem, 68/4.
20) Âl-i İmrân, 3/110.
21) Tevbe, 9/71.
22) Âl-i İmrân, 3/104.
23) Âl-i İmrân, 3/114-115.
24) Lokman, 31/17.
25) Hud, 11/116-117.
26) Sünen-i Tirmizî, Kitabûl-Fiten, B. 9, Hds. 2259.
      et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 334.
      İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, çev. Dr. Bekir Karlığa- Dr. Bedrettin Çetiner, ist. 1985, C.7, Sh. 3274. Ahmed b. Hanbel, (Müsned, C-5, Sh. 388, 390-391)’ den.
27) Zuhruf, 43/76.
28) Furkan, 25/68.