Hesap dönümü
İdrak ettiğimiz hicri 1431 yılını acaba hangi bilinçle karşılamamız gerekiyordu? Akıp-giden zaman dilimi bizi nasıl bir akibete sürüklüyor? Zamana ne yükledik? Hayata ne kattık?
21/01/2010 - 11:17

Evet, Muharrem ayı bir muhasebe ve muhakeme ayıdır. Şehrullah/Allah’ın ayı bir arınma ve aksiyon edinme fırsatıdır…Eyyamullah/Allah’ıngünlerinde,Allah’ın kullarına düşengörev; sorumluluk almak ve hayatı sorgulamaktır.

 

Bizden istenen hesap; kendimizi gözden geçirmektir. Hayatı, vahyin değerleri ile sahihleştirmek, salihlerden olabilmenin mücadelesini vermektir… “Hesap günü”ne ayarlanmış bir bilinçle ve o güne dayalı bir biçimde yaşamaktır…

 

Doğrusu, “Hesap günü”, bağlantısı zayıf olanın insanlığı da zayıftır… Adaleti, ahlâkı, erdemi, merhameti, ihsanı, insafı o nispette azdır… “Hesap günü” bağlamında şekillenmeyen aile, şirket, kurum, toplum, devlet kaos ve kâbustan kurtulamaz…

 

Bu bakımdan hayata zevk alma, keyf çatma penceresinden bakamayız. Hesap günü hassasiyeti ve hüznü ile hareket etme mecburiyetimiz var…

 

Çünkü, bizi bekleyen bir “yarın” var… O günde yalana, yanlışa, yardakçılığa, yağcılığa, hatta yalvarmaya bile yer yoktur… Herkes yaptıklarından ve yapması gerekirken yapmadıklarından hesap verecektir…

 

“Her nefis, kazandıklarına karşılık bir rehinedir.” (Müddessir 38)

 

Bu açıdan hayattaki tüm hesaplamalarımızı, Seriu’l-Hisab/Hesabı pek çabuk Gören’i hesaba katarak yapmalıyız…

 

Allah’ın hesaba katılmadığı hiçbir işte hayır yoktur…

 

Allah’ı hesaba katmayan bir siyaset batıldır…

 

Allah’ı hesaba katmayan bir ticaret fasittir…

 

Allah’ı hesaba bir kültür münkerdir…

 

Allah’ı hesaba katmayan bir hayat merduttur…

 

Bireysel ve toplumsal kurtuluşun ilk adımı bu sarsıcı gerçeğin farkında olmaktır… Fizik dünyanın aldatıcı değerleri üzerinden yapacağımız hesap-kitabın sonuçta hüsran ve hicran olacağını unutamayız…

 

Sayı, rakam, adet, ebat, hacim, siklet, not, puan hesaplamaları; anket,

grafik, başarı göstergeleri başımızı döndürüyorsa, vay başımıza geleceklere!

 

Bu durum hayatın uyutucu, yutucu uygulamalarının, “Hesap günü”nün ürpertici, uyarıcı gerçeğinin önüne geçmesi demektir...

 

Bunun içindir ki, pozitivist, rasyonalist, modernist paradigmaların kuşatmasında yetişen birey fırsatçı, çıkarcı, hazcı bir zeminde duruyor...

İç güdüsel baskılar, hevai tortular insanı dünyacı, bireyci ve bencil kılıyor... İştah, tamah, hübbü cah insanlık değerlerini çürütüyor...

 

Temel sorun, gününü gün ederken, “Hesap günü”nü atlamaktır...

 

“İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çeviriyorlar.” (Enbiya-1)

 

Ölümü hesaba katmayan, ölümü göze almayan kişi, onurlu ve özgür bir yaşamdan kopmuştur...

 

Şu an tüketmekte olduğumuz ömür neyin öncelidir?

 

Yarın bize soracaklar... “Mutlak sorgu”dan önce yüzleşebilsek tüm yaptıklarımızla... “Bu gün benim son günüm” bilinci ile hergün yeniden doğsak, inanıyorum ki hayatın kontrolünü ele alabiliriz... O zaman her gün diri bir kalp, diri bir irade, diri bir ruh ile sorumluluklarımıza sarılabiliriz...

 

Ölümden izler taşıyan uyku için yastığa başımızı koyduğumuzda “Bu gün Allah için ne yaptın?” sorusu belirleyici olsa, belirsizliklerden ve bulanıklıklardan kurtulabiliriz...

 

Bu günü “yarın”a bağlayarak yaşamak...

 

Yarın arkasında duramayacağımız, yüzümüzü kızartacak her şeyden bu günden uzak durmak... Hesabını veremeyeceğimiz söz, eylem, düşünce, durum, tutum şimdiden bize ait olmamalıdır...

 

Çünkü Müslüman hesabını ve haddini bilen insandır...

 

Yine Müslüman bilir ki; kayıt dışı hiçbir şey yok, her şey kayıt altında...

O gün hiçbir dosya sümen altı edilmeyecek... Hiçbir dava zamanaşımına uğramayacak... “Hak ediş” neyse odur, hile yok, şike yok, sehiv yok...

Sırtımızda ağır bir veballe gidersek, “hesap günü”nde başımızı kaldırıp mazeret üretmeye mecalimiz kalmayacaktır...

 

İşte yakın ve yakîn gerçek budur...

 

Bu gerçekten hareketle bize düşen eleştiri veya özeleştiri ile zaman kaybetmeden, hemen tevbe etmek ve vahye şahitliğimizi sürdürmektir…

 

Şahit olmak ve şahit tutmaktır…

 

Tıpkı Rasulullah (sav) Efendimizi veda hutbesinde gördüğümüz gibi:

 

“Yarın beni sizden soracaklar, benim hakkımda ne diyeceksiniz?”

 

Ashab:

 

“Allah tarafından sana indirilenleri bize tebliğ ettin. Peygamberlik vazifeni yerine getirdin. Bize nasihat ettin, diyerek şehadette bulunacağız.”

 

Bunun üzerine peygamberimiz şehadet parmağını semaya kaldırıp halka işaret ederek:

 

“Allah’ım, şahid ol!

 

“Allah’ım, şahid ol!

 

“Allah’ım, şahid ol!” dedi.

 

Gerçekten, insanlar hangi halimize şahitlik edecekler?

 

İsyanımıza mı?

 

İhlasımıza mı?