Yalan; İman ve Güven Kaybının En Önemli Göstergesi |
İman'ın filolojik açıdan iki anlamı vardır: Başkalarına güven vermek ve güven içinde olmak. İman sahibi kişi, yani mü'min, hem inandığı gücün sağladığı güvenin içinde emin olan; hem de kendisi başkalarına güven veren demektir. |
21/01/2010 - 11:05 |
Allah'ın buyruklarını yerine getirerek, O'nun güven çemberine giren mü’min, içinde yaşadığı toplumda da güvenilen, kendisinin sahip olduğu her şeyi emanet olarak kabul eden ve hiçbir emanete asla ihanet etmeyen kimsedir, öyle olmalıdır. İslâm, her şeyden önce, kendi bağlılarını, her konuda ve her konumda Allah’tan korkan, O’na vereceği hesaba hazırlanan, sahip olduğu nimetlere sınav bilinciyle bakan ve o nimetleri başkalarıyla paylaşmaya çalışan inançla eğitir. İslâm’ın dışındaki rejimler anlamında câhiliye ise; insan hakları, hümanizm, özgürlük gibi içini boşalttığı sloganlar altında insana çeşitli yönlerden zulmetmekte, bireysel ve sosyal adalete ters uygulamalarla yeryüzünde fesat üretmektedir. İslâm’ın yaşanmadığı, câhiliyyenin hâkim olduğu yerlerde ise emniyet/güven yoktur; çünkü doğruluk, yani sırat-ı müstakîm de denilen İslâm yoktur! Sözler yalan, sloganlar ve vaatler yalan, gülücükler yalan, sevgiler yalan, eğitim yalan, hukuk, adalet yalandan ve kandırmacadan ibarettir. Adına “Emniyet” denilen yerler ne kadar emniyetlidir; sorgu için karakola yolu düş(ürül)enlere sorun. Emniyet kelimesi bile bu topraklarda korku ve zulmü çağrıştırıyorsa, zulüm “adalet” adına uygulanıyorsa, gerisini siz değerlendirin. Balık baştan kokar. Düzen yalan ve yalancı olunca düzenin düzenbaz üretmesi anormal sayılmaz. Günümüz ve Yalan Dolan... Evrim teorisinden, inkılâp tarihindeki balıkların kavağa çıkmasına denk uydurmalara, sosyal konularda hakka ve hakikate ters çarpıtılmış olay ve yorumlara kadar sayısız yalan, bilim diye insanımıza verilmektedir. İnsanın çevresi de Allah’tan hakkıyla korkan insanlardan oluşmuyorsa, altta kalmamak, ayıplanmamak için, kalabalığa uymak endişesiyle bulaşıcı mikroplardan çok hızlı bir şekilde yalan mikrobu tüm çevreye yayılacaktır. Tüccarın, esnafın, pazarcıların, ağızlarıyla veya tezgâhları ve vitrinleriyle söyledikleri yalanlara şâhit olmayan kimse var mıdır? Malın kusurunu söylemeyip gizlemek bile yalan kabul edilip kazancı haramlaştırdığı halde, açıkça yalan söylemek, hatta yalan yere yemin etmek sıradan bir olay halindedir. Günümüz medyası yalan pazarı halindedir. Arz-talep meselesi; yalan alıcıları, hem de para vererek müşterileri varsa, yalandan para kazanan yalan tüccarları niye olmasın ki?! Yalancılık, günümüz câhilî düzenlerinde ve İslâm dışı çevrelerde açıkgözlük olarak değerlendirilmekte, doğruluğun karın doyurmadığı için enâyilik olduğu söylenmektedir. Öyle ya; “doğruluk karın doyurmaz!”, “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.” Günümüzün en popüler ve saygın kabul edilen meslekleri temelde “profesyonel yalancılık” diye tanımlanabilecek, meslek icabı yalan söylemenin kaçınılmaz kabul edildiği uğraşlardır. Politikacılar, diplomatlar, avukatlar, reklâmcılar, pazarlamacılar, halkla ilişkiler şirketlerinin temsilcileri, sinema ve tiyatro sanatçıları, falcılar, sihirbazlar, medyumlar, cinciler, muskacılar, antikacıların... bu saygın(!) mesleklerinden dolayı görev ve meslek icabı, (geçim endişesiyle, yani kutsal geçim tanrısının izniyle) çok rahat yalanlar söylemek zorunda(!) oldukları kabul edilir. Nasıl sanatçıların sanat adına her boyaya girip, her çirkinliği üzerlerinde göstermeleri gerekiyorsa, bu durum, kutsal(!) mesleklerinin gereği ise; aynen öyle, diğerlerinin de söyledikleri yalanlar, günah veya kara değil; “beyaz yalan” kategorisine sokulmaktadır. Bu kimseler, yalan söyleme becerilerini öylesine geliştirip parlatırlar ki, insanlar bu yalanları duymak için can atarlar, teşvik ederler ve bundan mutluluk bile duyarlar. Fıtrata ve fıtrat dini olan İslâm’a uyup her çeşit yalanı reddedip karşı çıkmak yerine; günümüzde yalanlar, farklı kategorilere ayrılmakta ve âdi yalandan farklı kabul edilen yalanlara toleransla bakılmakta, hatta teşvik edilmektedir. Modern câhilî kültüre göre yalanlar çeşitlidir: Kişinin söylediği yalanın, karşısındaki tarafından bilindiği, fakat karşı çıkılmadığı “ortak yalan”lar vardır. Bir programa veya dâvete katılmak istemeyen kişi, dâveti yapan kişiye “işim var” veya “başka programım var” ya da “başkasına sözüm var” der. Bunu söylerken, karşısındakinin söylediği yalanı anladığını da tahmin edebilir. Bu şekildeki “ortak yalan”lar modern insanların gündelik hayatlarında önemli bir yer tutar. İkinci gruptaki yalanlar, doğrusu ortaya konamayacağı için karşı çıkılmayan yalanlardır. Bu tür yalanın ortaya çıkması kimseye yarar sağlamayacağı için kimse konunun üzerine gitmez. Üçüncü grupta profesyonel yalancıların söyledikleri yalanlar vardır. Profesyonel yalancılar, meslekleri gereği yalan söylemek zorunda olanlardır. Bunların yalanları çoğunluğun rahatsız olup şikâyet ettiği yalanlar değildir. Dördüncü gruptaki ise, işi yalan söylemek olmayan ve bu konuda çok usta(!) olmayan sıradan insanların söyledikleri ve kendilerine dünyevî yarar sağlayan, basit çıkar amaçlı küçük veya büyük yalanlar gelir. Bunlar fark edildiği zaman “yalan!” diye adlandırılan “âdî yalan”lardır. Ayrıca, nezâket icabı, alışkanlık gereği söylenen “âdet yalan”lar vardır, “moda yalan”lar vardır, “beyaz yalan”lar vardır. Bir yalanın sakıncasız olduğunu, hatta beyaz, bembeyaz(!) olduğunu tespit etmek ise, azgınlaşmış hevâya, câhilî çevreye kalmıştır. Ama, bu arada “yalan”la “yanlış”ı da karıştırmamak gerekir. Yanlış da, gerçeğe uymayan, doğru olmayan bir şeydir, ama çoğunlukla bu, bir hatadan, bir yanılmadan veya bilgisizlikten kaynaklanan bir durumdur. Yalan ise, kandırmak için kasıtlı olarak söylenen asılsız, gerçeğe uymayan uydurma sözdür. Coldini’nin meşhur masalında olduğu gibi, her yalan söyleyenin burnu uzasaydı, modern insanın burun uzunluğu ortalaması kaç cm. (km. mi demeliydim?) olurdu, dersiniz?! Yalancılık : Riyâ ve dalkavukluk gibi davranışlar da doğruluk ve dürüstlüğe aykırı, Kur’an’ın azîz saydığı mü’minin onurunu zedeleyen, dolayısıyla kişinin kendisini özenle koruması gereken kötülüklerdir. Çünkü dalkavukların ve riyâkârların en büyük sermâyeleri yalandır. Onların asılsız veya abartılı, böyle olduğu için de dürüstlükle bağdaşmayan övgüleri hem kendi kişiliklerini lekelemekte, hem de övülen kişilerin boş ve temelsiz bir gurura kapılarak kusurlarını görmelerine engel olmaktadır. Bu yüzden Hz. Peygamber, bu kişileri insanların en kötüleri arasında saymış; “Dalkavuklarla/meddahlarla karşılaştığınızda yüzlerine toprak savurun!” buyurarak onlara yüz verilmemesini öğütlemiştir. Dinde, ıslah amaçlı, harp esnâsında ve karı-koca arasında maslahat için yalana ruhsat verilmişse de, yalan gibi izâfî olan şeylerin miktarları, ölçü altına alınıp tâyin edilememekte, hatta bu gibi olgular için; "sınırları belli olmayan ve muayyen olmayan bir şey sûistimâle sebep olabileceği gerekçesiyle hükümlere illet ve mahal olamaz" denilmektedir. Bundan dolayı yalana teşebbüs edecek olan bir kimsenin, hukuk nezdinde söyleyeceği yalanı doğru söylemeye tercih edecek sebeplerin mukayesesini büyük bir ictihad dairesinde yapması lâzımdır ki, yalanı kullanabilmeye ruhsatı olabilsin; bu ise, çoğu kimse için mümkün değildir. Yalan, Kur'an nazarında büyük cürümlerden biridir. Hatta Kur'an, münâfıkların sayısız cürümleri içinde yalanlarıyla azaba müstahak olduklarına dikkat çekmektedir: Bu veriler ışığında konuşma hususunda yalnızca iki yol kalmaktadır: "Ya sükût etmek ya da doğruluk." Kur'an'ın en fazla hücuma tâbi tuttuğu yalan, Allah'ı, âyetlerini, âhiret gününü, peygamberlerini, nimetlerini yalanlama hususundadır. Geçmiş ümmetlerden Nûh kavmi, Âd, Semûd, Lût, Ress ve Firavun kavimlerinin bu hususları yalanladıkları, bu yüzden de Kur'an bunların çetin azaba müstahak olduklarını belirtmektedir: "... Bu şekilde onlardan öncekiler de (peygamberleri) yalanladılar da sonunda azâbımızı tattılar..." Kur'an, buna şâhit olmak üzere muhâtapların yeryüzünde gezip dolaşarak yalanlayanların hallerini görüp ibret almaya teşvik etmektedir: "De ki: Yeryüzünde dolaşın, sonra yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu düşünüp araştırın." (6/En’am 11) Kur'an, Allah ve âyetlerini yalanlama hususunda, genellikle zâlim kelimesinin ism-i tafdîl (üstünlük karşılaştırma kipi) formunu kullanmaktadır. Bundan dolayı yukarıda sayılan yalanların içinde de, en buğz edilen yalan da, Allah'a ve âyetlere karşı olan iftira ve yalan olduğunu söyleyebiliriz: "Allah'a karşı yalan uyduran veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim vardır?" Âhiret gününü ve peygamberleri yalanlama hususu da, Kur'an'da sık sık işlenen temalardan biridir. Bu hususları yalanlamanın, eskilerin tarzı olduğu belirtilmektedir: "(Rasûlüm!) Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse (yadırgama); gerçekten, senden önce apaçık mûcizeler, sahîfeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalanlandı/yalancılıkla itham edildi." Allah'ın nimetlerini yalanlama konusu ise, Rahmân sûresinde yoğun bir tema halinde işlenmiş olup birer ikişer âyet aralıklarıyla; "Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?" şeklindeki bir ifâde, toplam 31 sefer tekrar edilmiştir. Yalan, söz ve davranışlarda gösterilen doğrudan ayrılıp uzaklaşmayı hedef alan bir davranıştır. Bencil birtakım sonuçlar elde etmek kasdıyla yapılan bir hareketi, hatayı gizlemek amacıyla, işin doğrusunu da bildiği halde isteyerek gerçeğe uygun olmayan beyan ve girişimlerde bulunmak, hakikati değiştirmek şeklinde görülen yanlış ifadelere “yalan” denir. Yalancılık, sözle olabildiği gibi, hareketle (jest, mimik vs.), yazı ve susmayla da olabilir. Yalan, toplumda karşılıklı güven duygusunu yıkan, insanların birbirlerine karşı olan sevgi ve saygı duygularını sarsan, yüksek ahlâkî değerleri tahrip eden büyük bir âfettir. En içten toplumların dahi yıkılmasına yol açabilen bir hastalıktır. Yalan, fıtratta olmadığı için bebekler ve küçük çocuklar kendiliğinden yalan söylemezler, büyüklerini taklit ederek yalana alışırlar. Kasıtlı yalanın, temyiz yaşına tekabül eden 6-7 yaşlarından sonra söylendiği ileri sürülmektedir. Yalan söyleye söyleye insan kalbi, devamlı yalancı bir intibâ ile kaplanarak, ruh hayatı, evhamlar dünyası halini alır. Artık kişi bu safhada âdeta iğneli bir beşikteymiş gibi yaşamaya başlar. Bu durum, ileride büyük buhran ve streslere sebebiyet verir. Nitekim münâfıkların yalana pervâsızca başvurmaları, onları psikolojik bazda streslere itmiş olacak ki, Kur'an, onları hasta olarak nitelemektedir. Kur'an, en büyük tesirlerinden birisini, sosyal yaşantıda göstermektedir. Birçok âyet, cemiyet yaşantısını ihlâl eden suçları, büyük günah kategorisine sokarak onlara karşı mücâdele eder. Bu münasebetle toplum yaşantısının dayanağı olan meslek ve sanat sahiplerinin alışverişlerinde büyük oranda güvenilirlik ve doğruluğa ihtiyaç duyulmaktadır. Yalan ise, bu husustaki güvenilirliği yıkmaktadır. Bundan dolayı Kur'an yalana karşı amansız mücâdele vermiş ve ona devam edenleri dalâlet bataklığına saplanıp kalmakla tehdit etmiştir: "Allah haddi aşan ve (iddiâsında) çok yalancı olan kimseyi doğru yola ulaştırmaz." ; "Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez." Yalanın Sırıtan Yüzü; ya da Yalanı ve Yalancıyı Nasıl Tesbit Ederiz? Günümüzdeki stres, rûhî bunalım ve sebepsiz sıkıntıların, suçluluk duygusu, intihar isteği gibi mânevî hastalıkların büyük bölümünün “yalan”la ilgisi olduğunu söylemek zor olmaz. Bunlar, yalancılara verilecek esas uhrevî cezânın küçük avanslarıdır; Yalandan kaçınan sâdıklar/doğrular ise, bütün bu acılardan ve vicdan azâbından emîn oldukları gibi bu doğruluklarının karşılığını esas olarak âhirette alacaklardır. Unutmamak lâzımdır ki, esas cezâ ve ödül yeri âhirettir. Hakk'a uygun olan şey, gerçek anlamda 'hakikat/doğru' olabilir. Hakk'a uygunluğu ispatlanamayan göreceli/sanal 'doğru', bir zandan ibârettir. O yüzden acı da olsa doğruyu söylemeliyiz. Doğru bilinmeyince eğri bilinmez. Evvelâ doğruyu bilmek gerektir; doğru bilinirse yanlış da bilinir, ama evvelâ yanlış bilirse doğruya ulaşılamaz. Yanlış sonsuz şekillere girebilir; doğru ise yalnız bir türlü olabilir. Doğruluk, her durum ve şartta meyve verir. Doğruluğun en güzel meyvesi, ruh huzûru ve Allah rızâsıdır. Mutluluk, doğruların bahçesinde yetişen çiçektir. Kişinin doğru olması için gittiği yolun da doğru olması gerekir. Yanlış yolda doğru sonuç elde edilmez. Başarı da doğruluktadır. Doğru yolda giden kaplumbağa, yanlış yolda koşan yarış atını geçer. Küfrün mâhiyeti yalan, imanın mâhiyeti doğruluktur. Unutmayalım; gerçek doğruluk, doğru bir niyetle, tevhid halinin doğruluğudur. Doğru, sarsılır belki, ama yıkılmaz. "Rabbim Allah'tır" de, sonra dosdoğru ol; Sırât-ı müstakîmdir, budur en doğru yol. Ve o yüce Rasûl’ün duâsı: "Allah'ım, kalbimi nifaktan, edeb yerimi zinâdan ve dilimi yalandan temizle." Yalan geçici, doğru ebedîdir. Yalanın eğer varsa faydası bir kere içindir, gerçeğin ise sonsuzdur. Günah işlemenin birçok aracı vardır; fakat yalan, bunların hepsine uyan bir saptır. Yalanın biri de birdir, bini de. Bir kez yalan söyleyenler ikincisini de söyleyebilirler. Az yalan söylenmez; yalan söyleyen her yalanı söyler. Çünkü, hiçbir hayvan yalan kadar velûd/doğurgan değildir: Bir yalan en aşağı on yalan doğurur. Halkın söylediği güzel doğrulardan biri şöyledir: "Yalan ile iman bir arada durmaz." Hakiki müslüman aldanabilir, ama aldatmaz. Dünyanın sahte rahatı ve zenginliği için yalana tenezzül etmez! |