Her geçen günde, her yaþanan olayda, her açmazýmýzda, her çýkmazýmýzda Peygamberimizin mesajýna, tebliðine, telkinine, irþadýna ihtiyacýmýz olduðunu bugün daha iyi anlýyoruz. Veladet kandili, karanlýk zamanlardan ýþýðýn kaynaðýna yolculuk yaptýðýmýz günlerin vesilesi olsun. Gitgide ilkesizleþen, gücün ve güçlünün zorbalýkla sözünü dinlettiði bir dünyada zulmün, ahlaksýzlýðýn, güvensizliðin yayýldýðý bir “cinnet toplumu”nu karanlýklardan ancak peygamberî solukla, vahyin inþa ettiði insanlar aydýnlýða çýkarabilir. Kur’an ve onun pratiði, konuþaný, yürüyeni, hareket edeni Rasulüllah Efendimiz; güce, egosuna ve eþyaya kul olmak istemeyen her onur sahibinin aradýðý tek sahici kapýdýr. Onu önce anlamak ve yaþamak, sonra da “asrýn idrakine söyletmek” biz Müslümanlar’a düþen bir vazife. Ahlaksýz ve manasýz “cinnet uygarlýðý”nýn krizden krize sürüklediði insanlýðý bu krizden kim kurtaracak? Teknolojinin, paranýn, þanýn, þöhretin, makamýn, mevkiinin, þehvetin insanlýðýn dengesini bozduðu asrýmýzda yerinden koparýlan deðerleri yerine kim koyacak? Topraðýn yerini ziftin ve betonun aldýðý bir çevreye rengini kim verecek? Ailelerin daðýlmaya yüz tuttuðu, içkinin, kumarýn, fuhþun alabildiðine yayýldýðý bir dönemde “durun kalabalýklar, bu cadde çýkmaz sokak” diye kim haykýracak? “Tuz koktu” dedirten bir dünya. Zeminin kaydýðý bir dünya. Her þeyin hercümerç içinde olduðu bir dünya. Kadýnýn teþhir metaý olarak görüldüðü bir dünya. Mekke dönemi de böyleydi. Ýnsanlýðýn kurtarýcý beklediði, bilgelerin, ariflerin yol gözlediði, gözlerin gönüllerin, için dýþýn duaya durduðu, “Ne zaman gelecek” diye sorduðu bir devir. Adýna “cehalet devri” denerek Yaradanýný bilmeme manasýnda kullanýldýðý bir devir. Hakkýn hukukun olmadýðý, insanlýðýn rabbine deðil kula kul olduðu, yapay Tanrýlar edindikleri yüzlerce putun her tarafý istila ettiði bir devir. Kan davalarý, ölümler, öldürmeler, ölenin ne için öldüðü, öldürenin ne için öldürüldüðünün bilinmediði o cehalet devri. O gün insanlýk nasýl bir model þahsiyet bekliyorsa bugün de o model þahsiyet olan Allah Rasulünün sünnetinin bugüne taþýnmasýný bekliyor. Bugünün olaylarýna baktýðýmýzda sanki o cehalet devri Mekke’si zaman ve mekan deðiþtirerek bugüne taþýnmýþ. Biz de bugün ki Velâdeti o gün doðan Muhammedî güneþi anmaya deðil anlamaya çalýþtýðýmýz ‘veladet günleri’ olarak idrak edeceðiz Ýnþallah…
Rasûlüllah, ashabýna emrettiði zaman daima amellerin rahatlýkla üstesinden gelebilecekleri miktar ve þeklini emrederdi. Kolaylýk, evrenselliðin belki ilk þartýydý. Çünkü kýyamete kadar geçerli olan dinin, her iklim ve her seviyesindeki toplum nezdinde, yaþanabilir esneklik ve kolaylýkta olmasý beklenirdi. Ýslâm da bu özellikteydi. Onu donuklaþtýrma teþebbüsleri, her þeyden önce, O'nun ruhuna ters düþerdi. Hem zaten kimin haddineydi? Bu dine hizmet edecek olanlar da, kolaylýk ve esneklikle, ‘üsve-i hasene’ (güzel örneklik) ile Ýslam’a ayna tutacaklar o aynada Ýslâm’ýn güzelliklerini gösterip dalalete düþenlere hidayet yolunu göstermeliydi. Ýslam'dan fazla Müslüman olmaya yeltenmeyecekti. Sevecekti, sevdirecekti, kolaylaþtýracak, zorlaþtýrmayacaktý. Müjdeleyecek, nefret ettirmeyecekti, ürkütmeyecekti.
Birleþtirecek, bölmeyecekti. Çünkü bütün mü'minler kardeþti. Kardeþe kardeþçe davranmak gerekti. Bâtýlda yeni bir kiþilik kazanmýþ olan Mekke'nin putperestleri bunu takdir edebilecek miydi? Taðut düzenini, Ýslam için terk edebilecekler miydi? Görülecekti. Ýnsanlarý ebedî hayatlarýný kurtarmak için uyaran bir Peygamber. Ýnananlara müjde Cennet'ti. Ýnanmayanlara inzar, Cehennemdi. Þahitse peygamberdi. Muhammed (a.s.), Kureyþ kabilesinin bütün kabilelerini, ayrý ayrý Safa Tepesine davet etti. Kureyþliler davete icabet ettiler, Safa Tepesine geldiler. Muhammed (a.s.) yüksekçe bir yere çýktý ve :
-Kureyþliler! Size þu daðýn eteðinde ya da þu vadide düþman atlýlarý var; saldýracaklar, desem, bana inanýr mýsýnýz? Beni tasdik eder misiniz? dedi.
Kureyþlilerin kendisi hakkýndaki düþüncelerini öncelikle tesbit etmek istedi. Ne diyeceklerdi? O, onlarýn ne diyeceklerini düþünmüþtü. Fakat Kureyþliler hemen cevap verdiler, fazlaca düþünmeye gerek görmediler. Çünkü karþýlarýndaki insaný emin bilmekteydiler. ‘-Evet, inanýrýz. Zira þimdiye kadar senin yalan söylediðini görmedik!’ dediler. Ýtimatlarýna O'nun temiz mazisini delil gösterdiler. Bu güveni yeterli gören Muhammed (s.a.), hemen asýl meseleye geçti:
-O halde ben þimdi size önünüzde þiddetli bir azab günü olduðunu, Allah'a inanmayanlarýn o çetin azaba uðrayacaklarýný haber veriyorum. Ben sizi o çetin azabdan sakýndýrmak için gönderilmiþ bulunuyorum. Size karþý benim durumum; düþman gören ve ailesine zarar vereceðinden korkarak hemen haber vermeye koþan bir adamýn durumu gibidir. Ey Kureyþ! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanýr gibi de dirileceksiniz. Kabirden kalkýp Allah'ýn huzuruna varmanýz, dünyadaki her hareketinizin hesabýný vermeniz muhakkaktýr. Neticede hayýrlarýnýzýn, ibadetlerinizin mükâfatýný ve kötü iþlerinizin cezasýný ve þiddetli azabýný göreceksiniz. Ýþte o mükâfat ebedî Cennet'dir, mücâzât da daimi Cehennem'dir.
Safa’dan yankýlanan bu ‘açýk dâvet’e bugünkü insanlýk da muhtaçtýr. Kurtuluþu da bu davete icabettedir. Peygamberimizin sünnetini çaða taþýmakla gerçekleþecektir.
|