Hak ile gönderilmiþ olan (Bakara, 2/119; Fatýr, 35/24.) Allah Rasulü (s.a.s.)’nün dilinde de “hak” kavramý, Kur’an ayetlerinde olduðu gibi (bk. A’raf, 7/169, 89; Yunus, 10/30, 35, 36; Bakara, 2/236; Yusuf, 12/51; Ýsra, 17/105, 81; Hac, 22/62; Nisa, 4/105; Maide, 5/77; Bakara, 2/119; Fatýr, 35/24.) geniþ bir anlam yelpazesine sahiptir. Yirmi üç yýllýk risalet hayatý Hakk’ý hâkim kýlma mücadelesiyle geçen Peygamberimiz’in zihin dünyasýnda en önemli ve öncelikli kavramlardan birisidir.
Bilindiði gibi Ýslami öðretide “Hakkullah” ve “Hakku’l-Ýbad” olmak üzere ikili bir taksim söz konusudur. Birincisi Allah ile insan arasýndaki haklarý; ikincisi ise, insanýn diðer insanlarla olan hukukunu ifade eder. Hz. Peygamber’e göre “Allah’ýn kullarý üzerindeki hakký, kendisine hiçbir þeyi ortak koþmamalarý ve O’na ibadet etmeleri; kullarýn Allah üzerindeki hakký ise kendisine ortak koþmayan kimselere azap etmemesi, onlarý cennetine koymasýdýr.” (Müslim, Ýman, 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239.) Doðuþtan gelen haklar olduðu gibi, sonradan kazanýlan haklar da vardýr. Hz. Peygamber bu konuda “Þüphesiz Yüce Allah, her hak sahibine hakkýný vermiþtir...” (Tirmizi, Vesaya, 5.) buyurmak suretiyle aslýnda birçok hakkýn Cenab-ý Hak tarafýndan belirlendiðinin altýný çizer. Ýslam’a göre din, ýrk, cinsiyet ve millet farký gözetmeksizin her insanýn doðuþtan sahip olduðu en önemli hakký þüphesiz ki hayat hakkýdýr. Aslýnda bu hak, daha ana rahminde “canlý bir organizma” denilecek aþamada baþlar. Ayrýca izzet, haysiyet, namus, mal, mülk edinme gibi, insan denince akla gelen ve onu tamamlayan maddi manevi deðerler de temel haklardandýr. (Buhari, Ýlim, 9; Müslim, Kasame, 30.)
Hz. Peygamber’in hak anlayýþýnda asla haksýzlýða ve iltimasa yer yoktur. Adalet ve hakkaniyetin gereði ne ise o yapýlacaktýr. Bu noktada hiç kimsenin ayrýcalýðý, imtiyazý söz konusu deðildir. Nitekim Mahzum Kabilesi’nden hýrsýzlýk yapan bir kadýna Hz. Peygamber’in verdiði cezayý düþürmesi için, kadýnýn akrabalarý Rasulüllah’ýn çok sevdiði Üsame’yi aracýlýk etmesi için gönderirler. Rasulüllah (s.a.s.) Allah’ýn hudutlarýndan birisi için aracý olduðundan dolayý Üsame’ye sert çýkar ve ardýndan halka bir hutbe irat eder. Hutbesinde önceki kavimlerin güçlü kimseler çaldýklarýnda býrakýp, zayýflar çaldýklarýnda had uygulamalarý yüzünden helak olduklarýný belirttikten sonra “Kýzým Fatýma da olsa, mutlaka cezalandýrýrdým.” (Abdurrazzak, X, 201-2, no: 18830-1; Buhari, Enbiya, 18, IV. 213-4; Müslim, Hudud, 8-11, II. 1315-6; Ebu Davud, Hudud, 4, no: 4373, IV. 537.) buyurur.
Onun dilinde bireylerin haklarý kadar sorumluluklarý da vardýr. Hak konusunda titiz olmalarý beklenen bireyler, beraberinde sorumluluk bilinci içerisinde hareket etmelidirler. Hak ve sorumluluk dengesini gözeten Allah Rasulü, ashabýna daima hakkýn her türlü hatýrdan daha yüce olduðunu öðretmeye çalýþmýþtýr.
Hz. Aiþe’nin azat ettiði cariyesi Berire, hürriyetine kavuþur kavuþmaz köle olan kocasý Muðis’ten ayrýlmayý tercih eder. Eþini çok seven Muðis, ayrýlmamasý için Medine sokaklarýnda aðlaya aðlaya onun peþinden dolaþýr.
Nihayet Hz. Peygamber’e gelerek “Ey Allah’ýn Rasulü ne olur benim için aracý oluver.” diye ricada bulunur. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Ey Berire! Allah’tan kork, o senin hem kocan, hem de çocuðunun babasý, ne var ona geri dönsen?” diyerek onu geri dönmeye teþvik eder. Bunlarý dinleyen Berire: “Ey Allah’ýn Rasulü! Emir mi buyuruyorsun?” diye sorar. Hz. Peygamber: “Ben yalnýzca aracýlýk yapýyorum.” cevabýný verince o, “Benim ona ihtiyacým yok!” der. (Abdurrazzak, VII. 250 no: 13010; Buhari, Talâk, 16, VI. 171-2; Ebu Davud, Talak, 19, no: 2231, II. 670-1; Darimi, Talak, 15, s. 566; Ahmed, I. 215, 361, VI. 180.) Baþka bir rivayette ise Berire: “Ondan ayrýlmak benim (þer'i bir hakkým) deðil mi?" diye Hz. Peygamber’e sorunca, o “Tabii ki (hakkýn)” buyurur. Bu cevabý alan Berire “Öyleyse ben ondan ayrýlýyorum” der. (Darimi, Talak 15, s. 565.)
Rasulüllah’ýn ricasýnýn, uyulmasý gereken baðlayýcý bir emir olmadýðýný, ayrýlmasýnýn þer'i bir hakký olduðunu; Hz. Peygamber’in burada herhangi birisi gibi yalnýzca bir aracý konumunda olduðunu öðrenen Berire, kararýndan vazgeçmemiþ ve kocasýndan ayrýlmayý yeðlemiþtir. Hz. Peygamber onun bu kararlýlýðýný görünce amcasý Abbas’a, “Muðis’in Berire’ye olan þu sevgisiyle, Berire’nin ona olan bu buðzuna þaþýrmýyor musun?" (Buhari, Ebu Davud, Darimi, ayný yerler.) diyerek sadece hayretini dile getirmiþtir. Hz. Peygamber’in aracýlýðýný kabul etmemesinden dolayý Berire’yi, ne Rasulüllah ne de Müslümanlar ayýplamýþlardýr. Kanaatimizce bu olayda Hz. Peygamber ve sahabe, hakkýn her þeyden daha aziz olduðunu, “hukukun üstünlüðünü” tarihe altýn harflerle yazmýþlardýr. Hem bir peygamber, hem bir devlet baþkaný sýfatlarýný haiz bulunmasýna raðmen Hz. Peygamber karþýsýnda, her hangi bir sahabi, hakkýný savunabiliyor, onun talebine raðmen vazgeçmemesi hâlinde kýnanmýyorsa, iþte burada ideal ve gerçek bir lider-tebaa iliþkisi var demektir.
Allah Rasulü’nün hadislerine bakýldýðýnda “kul hakký” üzerinde daha fazla durulduðu görülür. Günümüzde çok revaçta olan “insan haklarý” yerine Ýslam kültüründe kýsaca “kul haklarý” tabiri kullanýlýr. Ýnsan haklarý, sadece insan ile insan arasýndaki karþýlýklý hukuku ifade ederken; kul haklarý önce Allah ile kul arasýndaki, sonra da kul ile kullar arasýndaki hukuka iþaret eder. Dolayýsýyla, kul haklarý tabiri, içerik olarak insan haklarý tabirinden çok daha geniþtir.
Hz. Peygamber, insanlarýn karþýlýklý olarak birbirlerinin haklarýna riayet etmelerini, yapýlan haksýzlýklarý dünyada iken telafi etmeleri gerektiðini vurgular: “Kim kardeþine haksýzlýk etmiþse, onunla helalleþsin…” buyurur. (Buhari, Rikak, 48.) Zira ilahî adalet gereði kýyamet günü geldiðinde Allah Teala boynuzsuz koyuna eziyet eden boynuzlu koyundan bile hesap soracaktýr. (Müslim, Birr ve Sýla, 60.) Yapýlan haksýzlýklarýn ahirete býrakýlmasýný ise “müflis” benzetmesi ile anlatýr:
“Asýl müflis, kýyamet gününde kýldýðý namaz, tuttuðu oruç ve verdiði zekâtla gelir. Ancak dünyada iken þuna sövmüþ, buna iftira atmýþ, ötekinin malýný yemiþ, berikinin kanýný dökmüþ, bir baþkasýný da dövmüþtür. (Ýhlal ettiði bu haklarýn karþýlýðý olarak) iyiliklerinden alýnýp hak sahiplerine verilir. Þayet hesabý görülmeden iyilikleri biterse, maðdur ettiði insanlarýn günahlarýndan alýnarak bunun üzerine yüklenir, sonra da cehenneme atýlýr.” (Müslim, Birr ve Sýla, 59.)
Hak ve hakkaniyet konusundaki titizliði gereði Rahmet Elçisi, kiþilerin kendilerine de haksýzlýk yapmalarýna izin vermemiþtir. Peygamber (s.a.s.) (kendisini ibadete vererek dünyadan el etek çektiðini duyduðunda) Osman b. Maz’un’a þöyle buyurmuþtur:
“…Ailenin senin üzerinde hakký vardýr. Misafirinin senin üzerinde hakký vardýr. Nefsinin senin üzerinde hakký vardýr…” (Ebu Davud, Tatavvu’, 27.) Ayný þekilde peþ peþe oruç tutan, geceleri de sürekli namaz kýlan Abdullah’a da þu uyarýyý yapar:
“Aman böyle yapma. Çünkü senin üzerinde gözünün hakký var, nefsinin hakký var, ailenin(eþinin) hakký var.” (Müslim, Sýyam, 186.)
Ýþte böyle bir Hak duyarlýlýðýný yaþayarak ortaya koyan Rahmet Elçisi’nin ümmetinden de ayný duyarlýlýk beklenmelidir. Hakkýn, hakkaniyetin, kýsaca hukukun üstünlüðünü tarihte olduðu gibi bugün de en güzel örneklerle insanlýða sunmalýdýrlar.
|