Yine Hz. Ebû Hüreyre’den nakledilen uzunca bir hadiste Hz. Peygamber, kalbine iþaret ederek, üç defa “takvâ þuradadýr” buyurmuþtur.[2]
Ýnsan, kemâle âþýk bir varlýktýr. Onun mükerremliði de kemâle olan aþkýndan ileri gelmektedir. O kemâle kalbiyle ulaþýr. Zira bütün düþünce ve davranýþlarýn karara dönüþtüðü, büyüyüp geliþtiði yer kalptir. Vücudun en uç noktalarýna kan pompalayýp canlýlýk ve hareket getiren nasýl maddî kalp ise, düþünceleri hareketlendiren, davranýþlarý þekillendiren ve yönlendiren de manevî kalptir. Kalbin tasdik ve kararý olmadan yapýlan iþler, zevksiz ve gönülsüz iþlerdir. Gönülsüz yenen aþýn ise, ya karýn ya da baþ aðrýtacaðý atasözlerimiz arasýna girmiþtir. Günlük hayatta çokça kullandýðýmýz “Bu iþe gönlüm yattý.”, “Buna içim ýsýnmadý.”, “Bu içime sinmedi.” gibi cümleler kalbin, insanýn hayatýndaki etkisinin ifadeleridir.
Kalbin Özellikleri
Ölüleri nasýl dirilteceðine delil isteyen Hz. Ýbrahim, “Yoksa inanmýyor musun?” sorusuna “Ýnanýyorum, fakat kalbimin iyice yatmasý için.” cevabýný vermiþtir. Bu cevap, kemâlin tatmin yerinin kalp olduðu gerçeðini yansýtmaktadýr.[3] Çünkü kalp, diðer organlarda bulunmayan fevkalade ehemmiyetli ve kritik bazý niteliklere sahiptir. Ýnsaný etkilemek isteyen dost ve düþman güçler, melek ve þeytan, her zaman önce kalbin kapýsýný çalarlar. Meseleyi temelden halletmek, beden ülkesini merkezden fethetmek isterler. Sonra kalp, akýl ve hislerin savaþ alanýdýr. Stratejik bir bölgedir. Kalp, göz gibi kapaðý, aðýz gibi dudaðý olmayan, yani dýþ etkilere daima açýk olan bir organdýr. Onu kapatmak ve faaliyetten men etmek imkâný yoktur. Hastalýklarýnýn, yanýlgýlarýnýn tedavisi de güçtür.
Kalp, süratle ve sürekli olarak hâlden hâle, þekilden þekile, kabulden inkâra, inkârdan kabule geçen, dönen bir organdýr. Bir anlamda da “dünyaya kapalý Allah’a açýktýr”. Nazargâh-ý Ýlâhî’dir. Allah katýnda itibar merkezidir. Ýnsanlar görünüþe göre, Allah Teâlâ ise kalpte gizlenen duygulara, hareketlerin temelinde yer alan düþünce ve niyetlere göre hüküm verir. Hadisimizde vurgulanan, dikkatlerimize sunulan gerçek budur.
Deðer Ölçüleri
Ýnsanýn deðerlendirilmesinde ölçü olarak kullanýlan kýymetler hadisimizde fizik yapý ve malî imkân, kalp ve amel olarak iki grup halinde belirlenmiþ bulunmaktadýr. Bunlardan ilk ikisi, sosyal hayatta ve beþeri ölçülerde itibar ve saygýnlýk vesilesi kabul edilse bile, bunlara aldanmamak, yalancý tesellilerle avunmamak, gerçek deðerlendirme ve kýymet ölçülerine sahip çýkmak, kalp ve amellere dikkat etmek, Müslüman’dan beklenen akýllý, olgun ve Müslümanca bir anlayýþ ve davranýþtýr. Çünkü Müslüman geçici heveslerin ve sonlu deðerlerin deðil, sürekli ve ebedi mutluluklarýn, kýymetlerin peþindedir. Bu da kiþisel olgunluðu, kalbinin tatmini ve saðlýklý çalýþmasýyla mümkündür. Olaylarý, insanlarý ve dünyayý, kalbinde inanç ölçülerine göre deðerlendirip ona göre bir tepki gösterebilenler, çevresini aþýp dünyayý etrafýnda döndürebilirler. Bu, sahip olunan kalbî kemâlin saðladýðý bir mutlu neticedir.
Kemâlin kýlýðý-kýyafeti ve mesleði yoktur. Çünkü o tamamen kalp iþidir. Kalp ise her insanda vardýr. Mesele, bu varlýðýn hikmetini kavrayabilmek ve ona göre davranabilmekte düðümlenmektedir. Eskiler tecelli için önce kalbin ona yabancý unsurlardan arýndýrýlmasýný (tahliye), sonra güzelliklerle, ona dost unsurlarla donatýlmasý gereðini (أَلتَّخَلِّيثُمَّالتَّحَلِّيثُمَّالتَّجَلِّي) þeklinde belirlemiþlerdir. Çöp sepeti muamelesine tabi tutulmuþ, her yalancý deðere yer verilmiþ, kirletilmiþ, tabiî çalýþma düzeninden saptýrýlmýþ, çalýnmýþ bir kalbin, sahibine saðlayacaðý saygýnlýk ancak “kalplerinde derd bulunan”[4] münâfýklar dünyasýnda, “çevreye uyma anlayýþýnda” söz konusu olabilir. Fakat bu tür sahteliklerin geçerli olmadýðý kemâl ve gerçekler dünyasýnda bir deðer taþýmaz.
Ýnsanlarýn gözlerine hoþ görünmek için dýþ görünüþüne son derece önem veren, bunu insanlýk gereði ve borcu, diðer insanlarýn da hakký olarak deðerlendirenlerin, yegâne yaratýcý Allah Teâlâ’nýn deðer verdiði kalp evlerini temiz tutma gayreti içinde samimiyetle yer almamalarý izah edilebilir gibi deðildir. O halde gerçek olgunluk, biraz da gözlerin, toplumun tepkilerinden çok, iç’in, gönlün dünyasýna çevrilmesi, kalbin hangi istikamette seyrettiðini gözetlemesiyle elde edilebilecektir. “Halkýn yuh çekmesi ile aferin demesi sende ayný etkiyi býrakmýyorsa, sen henüz olgunlaþmamýþsýn demektir.” diyen ârifin, kemâl için koyduðu ölçü ne kadar doðru ve kemâlde kalbin yerini ne kadar açýklayýcýdýr.
Ýnsan
Ýnsaný üç K harfinden (Kafa, Kalp, Karýn) ibâret olarak tarif eden mütefekkir, kiþinin etkilenme yollarýný, avlanma odaklarýný, kendini ispat edebilmesi için sahip olduðu deðer merkezlerini topluca dile getirmiþ olmaktadýr. Bu üçün içinde, ýslaha da süreklilik kazandýracak olaný kalptir. Bu yüzden de ilahî tebliðler hep insanoðlunun kalbine yöneltilmiþtir. Ýslâm’ýn ilk yýllarýný göz önüne getirelim. Toplumdaki adaletsizlikten ve haksýzlýklardan, efendilerin kaba muamelelerinden kafalarý çatlayanlar, beyinleri zonklayanlar, bunlarýn yanlýþlýðýný görenler, hýnç ve kin duyanlar; hayat standartlarý bakýmýndan karnýný doyuramayacak, beþerî ihtiyaçlarýný karþýlayamayacak durumda olanlar, Karunlar gibi zengin olanlar, haksýz kazanç yollarýna ve imkânlarýna sahip olanlar varken, Hz. Peygamber bu gruplardan herhangi birini veya birkaçýný çaðýrýp düzeni deðiþtirmeye kalkmamýþ, sanki bütün bu olumsuz durumlarý görmüyormuþ gibi davranarak, hepsine birden “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinizi birleyin ve sadece ona kulluk edin.”[5]diye hepsinin kalplerine yönelik bir hitapta bulunmuþtur. Görüntüde bu çaðrý, yukarýda sýraladýðýmýz aksaklýklarýn hiç birinin çaresi deðildi. Ama gerçekte, hepsinin temelli ve sürekli tedavisiydi. Çünkü insanlar, kalpleri kazanýlýrsa yönetilebilirler, kötülüklerden arýndýrýlabilirler, iyiliklere yönlendirilebilirlerdi. Çünkü gerçek kemâl, kalpten baþlardý. Ýslâm inkýlabýnýn ortaya koyduðu tarihi sonuç, kemâlin kalpten baþladýðýnýn kesin delilidir. Ýslâm medeniyetinin, diðer medeniyetlerde bulunmayan özellik ve havasý da herhalde bu kemâlin, bu gönül iþinin izlerini taþýmasýndan kaynaklanmaktadýr.
Kemâl ya da olgunluk öyle bir sonuçtur ki onu yýllar hatta asýrlar sonrasýndan algýlamak ya da tesirini hissetmek mümkündür. Tarihimizi dolduran kâmillerin kültürümüzde, gönlümüzdeki yerleri, herhalde onlara Allah katýnda verilen deðerin, ilahi lütfun günümüze kadar uzanan bir neticesidir.
Gönül Kapýlarýna Kilit Vurulmaz
Gönül kapýlarýný kilitleyenler, ayetin ifadesiyle “gönüllerimiz perdeli”[6] diyenler, insan gerçeðine, insandaki kemâle karþý yaratýlýþtan var olan aþka sýrt çeviren gönülsüzlerdir. Ýnsanda olgunlaþma arzusunu öldürür, onu dar dünyevî kavramlar arasýna hapsederseniz, göstereceði tepkiye razý olmalýsýnýz. Aslýnda bu, sonucu mutlak maðlubiyet olan bir giriþimdir. Çünkü gönül kapýlarýna kilit vurulamaz. Gönüllerin, tatmin olduðu, kemâlin izini ve yolunu yakaladýðý, kokusunu aldýðý, insanýn kalbini duyduðu, kendini bulduðu ocak ve ortamlarý da kapalý tutamazsýnýz. Buna insaný razý edemezsiniz. Çünkü insandaki kemâl aþký, her türlü tedbiri aþacak güçtedir. Unutulmamalýdýr ki, Allah’a yönelmiþ gönüllerin önüne sed çekilemez.
Gönlüne hitap edemediðimiz insanlarý, duygularýna ve þehvetine cevap vermek suretiyle kemâle sevk edemezsiniz. Bu, bin bir tecrübe ile sabit sosyal bir gerçektir. Manevi tatmin arayan insanlýk, çeþitli adlarla anýlan gruplar bu gerçeðin canlý þâhitleridir.
Hadisimiz yukarýdan beri iþaret ettiðimiz bütün bu gerçeklerin özüne, insanýn deðerinin kalp ve amellerine baðlý olduðuna, þekli ve sosyal mevkiiyle asla bir ilgisinin bulunmadýðýna dikkat çekmekte, meseleyi kökten halletmekte, inananlara yardým elini uzatmaktadýr.
Kalp Müstakim Oldukça…
Zorla deðiþik istikametlere, hatta inkâra sevk edilen ve fakat kalbi inancýnda sabit kalan kemâl sahiplerine olduðu kadar Allah Teâlâ’nýn kalbe bakýp hüküm verdiðine de Ammar b. Yasir ne güzel misaldir: Hz. Peygamber’in “Kalbini nasýl hissediyorsun?” sualine, “Ýman üzere sabit hissediyorum.” cevabýný veren Ammar, Sevgili Peygamberimizden “Seni her sýkýþtýrdýklarýnda ayný þekilde davran!” ruhsatýný almýþ, inen âyet de (en-NahI16/106) onun kalbinin iman ile dolu olduðunu müjdelemiþti. Bu olay da gösteriyordu ki, önemli olan kalbin istikametini koruyabilmesidir. Nitekim bir hadîs-i þerîfte de pek açýk þekilde “Kiþinin kalbi saðlam ve müstakim olmadýkça imaný da saðlam ve müstakim olamaz.” buyurulmaktaydý.[7]
O halde birer kemâl yolcusu olan Müslümanlarýn her þeyden önce kalplerine dikkat etmeleri, onun nelere meylettiðini, dünyayý nasýl deðerlendirdiðini, kendilerine ne türlü davranýþlarý önerdiðini, sevgi ve nefret güçlerini nasýl ve kimlere karþý kullandýðýný sürekli kontrol altýnda bulundurmalarý gerekmektedir. Çünkü “Allah, gözlerin hain bakýþlarýný ve kalplerin gizlediði duygularý bilir.”[8]
Kalbi çalýnmýþ, gönlü iþgal edilmiþ olmaktan Allaha sýðýnýr, “Hidâyet nasip ettikten sonra kalplerimizi kaydýrma, bize katýndan rahmet ihsan et.”[9] niyazýný tekrar ederiz.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Müslim, Birr 33; Ýbn Mâce, Zühd 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 285, 539.
[2] Müslim, Birr 32; Tirmizi, Birr 18; Ahmed b.Hanbel, Müsned, II, 277, 360; III, 135, 491.
[3] Bk. el-Bakara 2/260.
[4] Bk. el-Bakara 2/10.
[5] Bk. el-Bakara 2/ 21.
[6]. el-Bakara 2/88; en-Nisa 4/155.
[7] Ahmed b Hanbel, Müsned III, 198.
[8] Ðâfir 40/ 19.
[9] Âl-i Ýmran 3/8.
|