Sabýr ve Ýmtihan
"Sabur" Allah’ýn Esma-i Hüsna’sýndandýr. Sabýr da rabbinin bu sýfatýnýn kulundaki tecellisidir, kuluna olan lütfudur. Efendimiz (s.a.s.) “Hiç kimseye sabýrdan daha hayýrlý ve daha geniþ bir ihsanda bulunulmamýþtýr” (Buhari) buyurur. Sabýr bu sebepledir ki her þeye raðmen insaný hayata baðlayan en büyük nimettir.
Kur’an’da insanýn korku, açlýk mal ve can kaybý, doðal afetlerle imtihanýndan, bu imtihanda da ancak sabredenlerin kazanacaðýndan bahsedilir.(Bakara 2/157) Sabýr, mü’min hangi þartta olursa olsun bu imtihan dünyasýnda kendini kaybetmeden ve yýkýlmadan durursa, Rabbinin kendine verdiði akýl nimetiyle bir çýkýþ yolu bulabileceðinin, rabbinden asla ümit kesmemesinin bir iþaretidir.
Dünyanýn imtihan yeri olduðunu kabul eden kiþi, burada nimet ile sýkýntýnýn da iç içe olduðunu kabul ediyor demektir. Nimete rýza gösterirken, sýkýntýya sabretmemesi kulluða yakýþýr mý ?
"Sabretmenize karþýlýk selam sizlere… Dünya yurdunun sonucu (olan cennet ne güzeldir!." (Rad, 13/24)
HAYA ÝMANDANDIR
Sözlükte “utanma, çekinme, vazgeçme” gibi anlamlara gelen haya; ahlaki manada, kýnanma endiþesiyle kurallara aykýrý davranmaktan kaçýnma ve bunu saðlayan duygu demektir.
Ýnsanýn yaratýlýþtan sahip olduðu haya duygusunun geliþmesinde ve davranýþlara yansýmasýnda dinin önemli bir yeri vardýr. Peygamberimiz; “Her dinin bir ahlaký vardýr; Ýslamýn ahlaký da hayadýr.” (Ýbni mace, “zühd”,17) “Haya Ýmandandýr.” (Buhari “Ýman” 16) “Haya bütünüyle hayýrdýr.” (Müslim “Ýman”, 61) “Haya sadece hayýr (iyilik) getirir. (Buhari “Edep “, 77)
Peygamberimizin konuyla ilgili hadisleri; hayanýn imanla iliþkisine dikkat çekmenin yaný sýra, onun olduðuna ve her türlü hayra vesile olduðuna vurgu yapmaktýr.
Ýslam alimlerinin; “Allah’ýn emir ve yasaklarýna aykýrý davranmaktan sakýnmak tanýmýyla daha geniþ bir anlam kazanan haya duygusu, bu yönüyle sadece birey vicdanýna baðlý ahlaki bir özellik olarak kalmayýp, toplumsal huzur ve barýþa da önemli katkýlarý olan bir ameldir.
RASULLAH’IN ÖNÜNE GEÇMEM UYGUN OLMAZDI
Rasulullah (s.a.v) Amr b. Avf Oðullarý arasýnda bir kavga çýktýðýný duydu. Aralarýný bulmak için bir gurup sahabi ile birlikte oraya gitti. Onlarý barýþtýrmak için bir müddet orada kaldý.
Bu arada namaz vakti gelmiþti. Bilal (r.a) Hz Ebu Bekir’e
“Ebu Bekir ! Rasulullah (s.a.v) gelemedi. Namaz vakti de girdi. Ýmam olup namaz kýldýrýr mýsýn?” diye sordu.
Hz Ebu Bekir de;
“Peki istersen kýlalým” dedi.
Hz. Bilal ezan okudu Hz Ebu Bekir (r.a) öne geçip tekbir aldý, Müslümanlarda ona tabi oldular.
Derken Rasulullah (s.a.v) geldi; saflarýn arasýndan öne geçti. Bunun üzerine cemaat (Hz.Peygamber’in geldiðini imama haber vermek için) el çýrpmaya baþladý.
Hz Ebu Bekir namaz kýlarken baþýný çevirip saða sola bakmazdý. Cemaat durmadan el çýrpýnca dönüp bakmak zorunda kaldý. Yanýnda Rasulullah’ý görüverdi. Rasulullah (s.a.v), ona yerinde kalmasý için iþaret etti. Fakat Ebu Bekir ellerini kaldýrarak Allah’a hamd etti ve arka safa girinceye kadar geri gitti. O zaman Rasulullah (s.a.v) öne geçerek namazý kýldýrdý. Namaz bitince, cemaate dönerek þunlarý söyledi:
“Ýnsanlar! Namazda bir durum meydana gelince niçin el çýrpmaya baþladýnýz? El çýrpmak kadýnlara mahsustur. Namazda bir durumla karþýlaþan “Sübhanallah” desin…
Sonra Ebu Bekir’e dönerek:
“Ebu Bekir! Yerinde kal diye iþaret ettiðim halde niçin namazý kýldýrmadýn? Diye sordu.
Hz. Ebu Bekir:
“Ebu kuhafe’nin oðluna Rasulullah (s.a.v)’in önüne geçip namaz kýldýrmak yakýþmazdý” cevabýný verdi. (Buhari Ezan 48, Amel fi’s salat 3,16 sehv 9, sulh1, Ahkam 36; Müslim salat 102)
HAREKETSÝZLÝK
Öðrenciler ders çalýþýrken arada 5 – 10 dakika ara verip spor hareketleri yaparlarsa daha zeki olurlar. Spor sayesinde osteoporoz yani kemik erimesi önlenir. Unutkanlýk kalmaz, berrak düþünce ve algýlama kolaylýðý geliþir. Spor damar setliðini önler. Varis geliþimini engeller. Spor kan ve lenf dolaþýmý saðlar, böylelikle oksijenin dokulara gitmesine yardýmcý olur. Vücuttaki yaðlarýn yanmasýna katkýda bulunur.
Kaslarýmýz hareketsiz kalýnca zayýflar, kas aðrýlarý baþlar. Hareketsizlik, pek çok kiþinin tarif ettiði halsizliðin yegane sebebidir. Ayrýca hareketi az olan yaþlýlarda kemik erimeleri görülür. Aðýzdan gýdalarla alýnan (veya tedaviyle dýþarýdan verilen) kalsiyumun kemiklere gidip oturmasý zorlaþýr.
Görüldüðü üzere hareketimiz yeterli deðilse gýdalarla aldýðýmýz asal elementler kemiklere gidip oturamamaktadýr. Bunun neticesi olarak aðrýlar, kamburluk en ufak travmalarda kemik kýrýklarý oluþmaktadýr. Yürüyüþ bu maksada çok uygundur.
Ýmam-ý Azam Ebu Hanife (r.a)
H. 80’de Kufede doðdu. Ebu Hanife Kufe’de yetiþti. Gençliðinde kumaþ ticaretiyle uðraþtý. Bu ticaret onu ilimle uðraþmaktan alýkoymadý. Ebu Hanife pek çok ilim halkasýna katýlmýþ ve deðerli zatlardan ilim almýþ olmakla beraber, onun en uzun süre hocalýðýný Hammad ibnu Ebi Süleyman yapmýþtýr. Ýmamý Azam Ebu Hanife’nin ilmi hocasý vasýtasýyla dört büyük sahabiye dayanmaktadýr. Ali ibnu Ebi Talip ve Abdullah Ýbni Mesud’dan ilim alan Mesruk Ýbnu’l – Ecda (Ö. 63) Alkame ibnu Kays (Ö. 62) ve Þurey (Ö. 80)’den Þa’bi ve Ýbrahim en Nehai (Ö. 96) ders almýþlar. Ýmamý Azam Ebu Hanife, on sekiz yýl boyunca kendisinden ilim öðrendiði hocasý Hammad’ýn en sevdiði talebelerinin baþýnda geliyordu. Ebu Hanife zühd ve takvasýyla, üstün zekasýyla kendini etrafýndakilere kabul ettirdi. Ýmamý Azam’ýn tedris faliyetinde dikkat ettiði en önemli hususlardan biride talebeleriyle istiþare yapmaktý. Müminler için nasihatte bulunurken katý davranmazdý.
Emevi ve Abbasi idarelerinin uygulamalarýna bizzat tanýk Ebu Hanife, içinde bulunduðu þartlarda resmi görev almanýn islam’ý temsil etme imkaný saðlayamayacaðýný iyi fark eder. Bu nedenle resmi görev almanýn, meþru olmayan iþlere maþa olmaya neden olacaðý kanaatine varýr. Bu düþüncesini de hiçbir yoruma mahal býrakmayacak þekilde ifade eder.
Halife Ebu Cafer el Mansur’un kadýlýk teklifini kabul etmeyince kýrbaçlandýðý ve hapse atýldýðý hapisteyken gördüðü aþýrý iþkenceler sonucu güçsüz düþtüðü ve vefat ettiði bildirilmektedir. Bütün teklif ve tehditlere raðmen, Ýslam’ý yönetim iþlerinde geri plana iten bir yönetimin maþasý olmaktan kaçýnan bu büyük imam, yaþarken cahiliye karþýsýnda yer aldýðý tavýrla yerine getirmeyi ihmal etmez. Hergün gördüðü iþkencelerin hayatýnýn sona ermesine yol açacaðýný anlayýnca sultanýn gasbetmediði ve sahiplik iddiasýnda bulunmadýðý bir yere defnedilmesini vasiyet eder. (Mezhepler Tarihi sh 236 ) cenazesi vasiyeti üzerine Baðdatta Hayzunan kabristanýn doðu tarafýna defnedilir. (Saymeri sh 63)
Emanet ve iman
"Güven'in imanla alakasýna dikkat çeken peygamber efendimiz (s.a.v), gayet tonlu ve çarpýcý bir ifadeyle, "Emaneti olmayanýn imaný yoktur” buyurmaktadýr. Yani Allah Teâlâ ve kullarýna karþý vazifesini yapmayan, emanete hýyanet eden, yalancý, sahtekar ve kaypak kimsenin, imaný da tam deðildir. Bunlar, verdikleri sözde durmayan, imkanlarý varken borçlarýný ödemeyen ücretini aldýðý halde çalýþtýðý iþi doðru dürüst yapmayan, söz verdiði zaman sözünü yerine getirmeyen kimselerdir. Allah Teâlâ’nýn emirlerine de tam olarak riayet etmezler. Ailesine ve diðer insanlara karþý hayýrsýzdýrlar. Eþya ve hayvanlara merhamet etmezler.
Halbuki, “mümin” kelimesi “emanet, emniyet ve iman “ kelimeleriyle ayný kökten gelmektedir. Yani “mümin” yeryüzünde inancýn, emniyet ve güvenin temsilcisi demektir. “Selam”laþan iki Müslüman, birbirlerine “huzur, barýþ, esenlik ve güvenlik seninle olsun “ diye dua etmiþ olmaktadýrlar.
|